Gilbert ile ilgilenmek için mücevher kutumdan çıkardığım sıvıyı düşündüm. Onun etkisi neredeyse geçmişti ama hâlâ bedenimde garip bir hissin yankılandığını fark ediyordum.

Gülümseyerek geri çekildim ama içimde filizlenen merakı susturamıyordum. En küçük şişeden yalnızca bir yudum alabilmiştim. Bunun nedeni Sarah’nın sıkıntılarıydı. Gilbert gibi bir adam yüzünden bu tür yan etkilere katlanmanın gereksiz olduğuna karar vermiştim.

Kocamın keskin sezgileri vardı. Ona sessizlikle karşılık verdiğimde daha fazla soru sormaktan vazgeçti. Yine de mor, şafağı andıran gözleriyle beni süzerek cesur bir soru yöneltti:

“Benden korkmuyor musun?”

“Yakışıklı insanlardan korkmam.”

Aedis’in şaşkınlığı gözlerinden okunuyordu. Duruşumu düzelterek gerindim.

Raven, benim dengesiz ruh hâlimi daha önce defalarca görmüştü. Bir gün uyanıp beni parlayan bir hâlde bulması bile garip olmazdı ama Aedis’in tavrı alışılmadık derecede nazikti.

“Gitmemi mi istiyorsun? Uyumak mı istiyorsun?” diye sordu, sesi şaşırtıcı bir yumuşaklığa bürünmüştü.

Saatime göz attım. Şu an uyusam bile doğru zamanda kalkamayacağım kesindi. Bugün her şey ters gidiyordu. İç çektim ve başımı salladım.

“Çok isterdim, ama dün bana eşlik eden malum kişi sağ olsun, bir sürü misafir gelecekmiş gibi hissediyorum.”

Esnememi bastırarak pencereyi açtım. Odayı havalandırabilirsem üzerime sinmiş bu garip histen kurtulabileceğimi umuyordum. Ama pencereyi açar açmaz Raven içeri süzüldü. Küçük kuş, onu neden daha önce içeri almadığımı sorgular gibi tiz bir ötüş çıkardı.

“Pekâlâ, pekâlâ, günaydın.”

Raven’ı kirazlarla beslerken Aedis, huzurlu bir tavırla konuştu:

“Misafirleri görmek istemiyorsan, sana kalabileceğin başka bir yer ayarlayabilirim.”

Şaşkınlıkla ona döndüm. Aedis Kallakis’in nazik ve düşünceli olması imkânsızdı.

“Eğer bahsettiğin yer Grandük’ün konutuysa, bugün gitmeyi tercih etmem. Kazara kocamın en büyük oğluyla karşılaşmak istemem.”

Aedis başını yana eğerek hafifçe sordu: “Onu öldürmemi mi istiyorsun?”

Nefesim düzensizleşti, gözlerimi kırpıştırdım. Doğru mu duymuştum?

Ona boş bir bakış attım. Kulaklarım gayet iyi çalışıyordu, çünkü Raven bile gagasını o kadar açmıştı ki elindeki kiraz yere düşmüştü.

Bu kadar sıradan bir şekilde oğlunu öldürmekten bahsettiğine göre hava gerçekten kötü olmalıydı.

İç çektim ve sesime hafif bir alay katarak konuştum: “Böyle günahlar işlemek için sana ihtiyacım yok.”

Aedis sustu.

Gülümseyerek devam ettim. “Henüz yok... efendim.”

O an Aedis’in gözlerinin hiç kırpılmadan, en ufak bir hareket dahi yapmadan bana dikildiğini fark ettim. Gözleri sanki yüzümün her detayını inceliyor, hatta gözlerimin arkasını bile görebiliyormuş gibi hissediyordum.

Düşünceler içinde kaybolmak yorucuydu. O yüzden masadaki belgelere yöneldim.

“Konuşmamız biraz saptı ama koşullarımı kabul ediyorsan sözleşmeyi imzalayacağım.”

Aedis başını usulca salladı.

“İmzala.”

Tüy kalemimi elime aldım.

Kocam, yaşını ve doğum bilgilerini bilmediğim bir insandı. Buna ek olarak, Kallakis ailesinin başına geçmeden önce kim olduğunu bilmek de imkânsızdı.

Yine de roman sayesinde şu anda yaşlı ya da ölü olmamasının nedeninin büyüyle ilgili olduğunu biliyordum.

Ve çok geç kalmış olsa da Maevia Morgana'ya yardım etmeye çalışan tek kişi oydu.

Aedis sessizliğini koruyarak bana baktı. “Ne düşünüyorsun?”

“Konu kocam olmaya geldiğinde Bay Aedis’in hiçbir eksiğinin olmadığını...”

Fiziksel yeteneklerimi daha da geliştirmek için kullandığım iksiri o canavardan elde etmiştim ve Aedis, üzerinden zaman geçmiş olmasına rağmen ufak miktardaki iksirin kokusunu almıştı.

Önce atalarımın yazdığı kadim sözleşmeyi imzaladım.

Kalemimin ucu mürekkebiyle kâğıdı her sıyırdığında kıvılcımlar uçuşuyordu.

Bir kum tanesine benzeyen küçük kıvılcımlar sözleşmeden sıçradı ve diledikleri gibi kasıldıktan sonra kaybolarak imzamın tamamlandığını gösterdi.

Büyülü sözleşmeyi ezip atma isteği içimde aniden kabardı ve istemsizce mırıldandım:

“Bu şerefs-- nasıl oldu da insan oldu? Bu sözleşmeyi hazırlayan kişi.”

Aedis'in önünde büyük bir günah işleyecekmişim gibi hissederek 'ata' kelimesini ağzıma alamadım.

“Korkmana gerek yok.”

“Ata törenleri geleneğinin yok olup gitmesi gerçekten üzücü. Yine de bana son derece sadık davranacağınızdan eminim.”

Alaycılığımı fark edince ağzının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı.

“Mezarın yerini söyle, üzerine zehir serpeyim.”

Gerçekten zehir bulabilir misin? Üstelik imparatorun mührünü taşıyan resmi bir evlilik sözleşmesini imzaladığım da bir gerçek.

Maevia Kallakis.

Bundan sonra taşıyacağım yeni isim.

Ancak Büyük Düşes olarak ne kadar çok iş yapacak olursam olayım... bu konumu biraz fazla kolay elde etmişim gibi görünüyordu. Aedis'in yüz ifadesi oldukça kötü görünüyordu.

“......Bölgenize ne zaman gideceğiz?”

“Karım ne zaman isterse.”

“Şu an istediğimi söylesem gidecek misin?”

“Sana karşı gelebileceğimden değil. Ancak, sanırım hâlâ gitmenizi istemeyen birkaç kişi var.”

Her zamanki kişiliğinden garip bir şekilde farklıydı. Acaba başkente giderken yerine başka biri mi geldi diye düşünürken Sarah kapıyı çaldı.

“Leydim, Elaine ailesinin hanımı size bir mektup gönderdi. Acil olduğunu söyledi.”

Aedis hafifçe gülümsedi. “Oku şunu.”

Sarah'yı içeri çağırdım ve mektubu açtım.

Gerçekten de o kadar acil miydi?

Sevgili Maevia,

Dün gece biraz kaba davrandım. Ancak sizi korumak için hayatını tehlikeye atan Monica Elaine olarak, olanlarla ilgili bir açıklamayı hak ettiğime inanıyorum. Bu mektubu size elden teslim ediyorum. Ziyaret için ne zaman uygun olursunuz? Elbette, Maevia ne tür bir felaket olursa olsun doğum günü partime katılacaktır değil mi?

“Nesnelerin içini görebilme yeteneğin var mı?”

“Keşke olsaydı.”

Bir an düşündüm. Monica’nın gözleri kapalı olsa da olanları fazlasıyla merak ettiği belliydi.

Ama benim asıl ilgilendiğim kişi Monica ya da Gilbert değil, Aedis’ti.

Mektubu masaya bırakırken Raven üzerime tırmandı, küçük pençeleriyle ceketimin üzerinde izler bıraktı.

Otuz dakika geçmeden Sarah daha fazla mektup getirdi. Kaçınılmaz sondu. Dünden sonra her şey daha karmaşık olacaktı.

Yorgunluk omuzlarıma ağır bir yük gibi çöktü.

“Meraklı biri gelmeden önce gitmeliyim.”

Monica Elaine’in ilk gelen kişi olmasını bekliyordum.

Uyanmam gerekiyordu. Kaçıp gitmeliydim. Ama gözlerimi ovuşturmak ya da gerinmek, beni gitmeye yetecek kadar kendime getirmedi.

“Sarah, su getir. Çok soğuk olsun. Buzla birlikte.”

“Emredersiniz, Leydim.”

Sarah kapıdan çıkıp gittikten sonra, odada hâlâ gitmeye niyeti olmayan bir adam vardı—kocam olacak adam.

Ona bakmadan önce kapıya doğru birkaç adım attım.

Tam o anda, arkamdan gelen ışık odanın havasını değiştirdi. Göz ucuyla döndüğümde, pencereye sırtını dönmüş oturan adamın üzerine düşen güneş ışığını gördüm. Altın rengi ışık, geniş omuzlarının ve kusursuz duruşunun etrafında bir hale gibi parlıyordu. Sanki bir tablodan çıkıp gelen, zamansız bir tanrıydı.

İşte o an içimden bir düşünce geçti. Kocamla her seferinde bir adım atmak… belki de o kadar zor olmazdı.

“Bay Aedis, kahve sever misiniz?”

“Ne hoşlanırım ne de hoşlanmam.”

“Ben severim...”

Cümlem havada asılı kaldı. Ama bu yarım kalan konuşma beni rahatsız etmedi.

Işık keskinliğini yitirdi ve bir anda kendimi pencerenin yanında, kendi yansımama bakarken buldum. Oldukça… oldukça garipti.

Aedis merdivenleri çıkarken, Sarah pembe saçlarımı çılgın bir hızla tarıyordu. Yine de bunu o kadar nazikçe yapıyordu ki, tek bir acı hissetmiyordum. Fakat asıl problem bu değildi. Sorun, kıyafetlerimdi.

Elbisem yürüdükçe fazlasıyla dalgalanıyor gibiydi. Alt kısmında ise saçma sapan, küçük kurdeleler sarkıyordu. Ama asıl darbe… göğsümün hemen üzerinde koca bir pembe kurdele vardı ve düğmeleri çevreleyen beyaz fırfırlar, rüzgârda savruluyormuş gibi sürekli sallanıyordu.

Ama bu elbiseyi atamazdım çünkü annem almıştı…

Zaferim bir sorun olabilirdi. Belki de onu durdurmadan ateşi alevlendirdiğim için bu felaket yaşandı.

Yine de... pişman olmak için çok geçti.

“Dışarı çıkmak için hazırlanacağım,” dedim kararlı bir şekilde.

—✧—

Kapalı bir odanın içinde, iki çift göz aynı anda Gilbert Kallakis’i izliyordu.

Kumral saçlı adam, önündeki çaydan bir yudum aldı. Oda, bardaktan yükselen buharın sıcaklığıyla doluydu.

Genç çocuk, ona coşkulu gözlerle bakarken, adam dün geceye dair hikâyesini anlatmaya başladı.

“Hayatım boyunca hiç bu kadar güzel bir kadın görmemiştim,” dedi adam, sesi neredeyse bir rüyanın içinden süzülüyormuş gibiydi. “Bir meleğin elinden doğmuş bir çiçeğe benziyordu. Genç efendi ona doğru hücum ettiğinde bile, etrafındaki havayı değiştiren, insanı hayran bırakan bir kadındı.”

Gilbert’in yüzü aniden sertleşti. Ama adam ve çocuk bunu hiç umursamadan konuşmaya devam etti.

“Vaay öyle mi?”

“Hepsi bu kadar.”

Vega, hikâyesini kısa ve öz bir şekilde bitirdiğinde, Prokeon yüksek beklentilerle dolu hayal kırıklığını bastıramadı.

“Off, devam etsene! En ilginç kısmı anlatmadın bile!”

Vega hafifçe gülümsedi. “Bazı şeyler gelir ve bazı şeyler gider. Sana o utanmaz adam hakkında anlatacaklarım bu kadardı.”

Prokeon suratını ekşitti. Sonra ceplerini karıştırarak, içinden yalnızca altı gümüş çıkardı. Bir an düşündü, sonra istemeye istemeye o gümüş paraları Vega’nın avucuna bıraktı.

“Peki, Ekselanslarına ne oldu?” diye sordu merakla. “Büyük Dük’ten de Genç Efendi’den de nefret ettiğine göre teklifi geri çekmiş olamaz değil mi? Yoksa Lord, onu bu sabah kaçırmamak için mi peşine düştü?”

“Kitap yazmalısın.”

Vega’nın bakışları bulanıktı.

Maevia Morgana’ya “Ekselansları” diye hitap etmeleri, Gilbert’i şok etmişti.

“O zaman ne oldu?!” diye atıldı. “Çabuk, anlat!”

BÖLÜM NOTU

Aedis'in bağlı ruhu Kuzgun'un adını Raven olarak değiştirdim (˶˃ ᵕ ˂˶)




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu