Yıpranmış kâğıt ellerimde buruşmuştu. Parçalanmaya ramak kalmış gibi ince bir çıtırtı duyuluyordu ama ne kadar denesem de onu yırtıp atamıyordum. İçimdeki ikilem, bu lanet kâğıt gibi beni de esir almıştı. Keşke her şey bu kadar karmaşık olmasaydı.

Kâğıdı bir anlığına suyun altına tutmayı düşündüm ama bunu yapmadım. Daha önce defalarca yakmaya çalışmıştım zaten. Kaç kere ateşe attığımı hatırlamıyordum bile. Yine de üzerindeki kelimeler inadına silinmiyor, kaderim gibi önümde duruyordu.

Ailenin iki reisi, yıllar önce sarhoşken bu saçma sözleşmeye imzalarını atmışlardı. İçeriği şaka gibiydi:

"Torunlarımız doğduktan sonra onları evlendirelim. Yaş farkı fazla olursa ya da aynı cinsiyetten olurlarsa sözleşmenin geçerli olabilmesi için süreyi uzatalım."

İkisi de o gece ne söylediklerini hatırlamayacak kadar sarhoştu. Kalem kâğıt bulup, bu garip anlaşmayı yaparken kahkahalara boğulmuşlardı.

Ancak asıl sorun, sözleşmenin sıradan bir kâğıda yazılmamış olmasıydı. Bu bir şaka değil, yazılı bir kuraldı ve ne olursa olsun, yerine getirilmesi gerekiyordu. Aksi takdirde sonuçları korkunç olacaktı.

Romanda, bu lanet sözleşme Maevia Morgana'nın hayatını cehenneme çevirmişti.

Kocası kelimelerle tarif edilemeyecek kadar kötü biriydi.

Sözleşmeyi masaya bıraktım ve karşımda oturan sefil piç kurusuna gülümsedim.

“Mükemmel. Evlilik kulağa hoş geliyor.” dedim.

“Akıllıca bir tercih. O halde çok da abartılı olmayan bir düğün töreni yapalım. Sonrasında Fief'e gidip ben seni çağırana kadar evin hanımı gibi davranmanı istiyorum. Elbette lüks içinde keyif çatacak zaman bulamayacaksın” dedi kibirli bir ses tonuyla Gilbert Kallakis.

Sesi iğne gibi kulağıma battı. Beni başından savmaya çalıştığı belliydi ama yüzümdeki ifadenin değişmesine izin vermedim.

“Sizinle evleneceğimi kim söyledi?”

“...Pardon?”

“Sizinle değil, babanızla evleneceğim.”

Özellikle onunla konuşurken unvanını kullanmamıştım. Ona 'sen' diye hitap edebilmek isterdim ama Gilbert’in böyle şeylere aldıracak vakti yok gibiydi.

“Az önce ne dediniz... Sanırım yanlış duydum. Lütfen az önce söylediklerinizi tekrar eder misiniz?” dedi şaşkınlıkla.

Gülme isteğimi güçlükle bastırdım.

Sanırım kulaklarınız sizi yanıltıyor, diye düşündüm içimden.

Neyse ki noter söylediklerimi net bir şekilde duymuştu ve işe koyulmuştu.

“Bir altın madenine sahipsiniz ama onu kum zannediyorsunuz. Dahası, babanız hâlâ bekâr ve sözleşme şartlarına göre son derece uygun bir aday gibi görünüyor.” dedim.

“Bunu söylediğinize inanamıyorum,” dedi.

“Hay Allah, yoksa size hakaret ettiğimi mi düşündünüz?” diye sordum, masum bir tavır takınarak.

Gilbert'ın yüzü kıpkırmızı oldu.

“Beni bu kadar utandırmanıza neden olacak bir hata yaptığımın farkında değildim. Sadece sözleşme şartlarını yerine getirmenizi ve sadık bir eş olmanızı istiyorum.” dedi.

“Elbette bunu yapacağım ama sizinle değil. Bunun yerine babanızla evleneceğim.”

“...Sizinle oyun oynayacak vaktim yok hanımefendi” diye iç geçirdi Gilbert.

“Bana sadece ne istediğinizi söyleyin. Mücevher mi? Elbise mi? Grandük unvanından memnun olmayacak kadar ne kadar açgözlü olabilirsiniz?”

Ah… Bu kadar küçük düşme. Parası olan tek kişi sen misin? Yaşayan tek asil sen misin?

Grandük'ün gerçek oğlu bile değildi. Evlatlıktı, tıpkı kardeşi gibi.

“Eğer benimle evlenmek için bu kadar hevesli olsaydınız, sözleşmeye adınızı yazardınız. Bir kâğıt parçasına yazı yazmak küçük gururunuzu mu incitti? Yoksa bunu fiziksel olarak yapacak durumda değil misiniz?”

Tatlı tatlı gülümsedim.

“Evet, Morgana ailesinin tek kızı olabilirim ama Grandük Kallakis'in ailesini de düşünmeniz gerekmez mi? Onun iki oğlu var ve hem o hem de diğer oğlu bekâr. Sizin aksinize, benim üç seçeneğim var.”

Durumu detaylı bir şekilde açıklamazsam anlayamayacak gibiydi.

Yüzündeki ifade, söylediklerimi saçma bulduğunu belli ediyordu.

“Ancak babam odasından çıkmakta zorlanıyor. Kardeşim hâlâ çok küçük...”

“Gitmeyecek misiniz artık? Konuşmamızın çoktan bittiğini sanıyordum.”

Sözünü kesip noktayı koydum ve notere döndüm. Noter sessizce sözleşmeyle ilgilendi.

Gilbert'a başımla işaret edip çıkmasını söyledim.

“Ekselansları Grandük'e selamlarımı iletin lütfen.”

Onu kapıya kadar uğurlamak gibi bir nezaket göstermek niyetinde değildim; bunun gereksiz bir çaba olduğunu düşünüyordum.

Gilbert sonunda arkasında bir fincan çay bırakarak noterle birlikte ayrıldı. Onu reddettiğimde bana elindeki fincanı fırlatır mı diye düşünmeden edememiştim.

Hizmetçiye fincanı atmasını söyledim. Çay fincanını hızlıca kaldırdı ve usulca odadan çıktı.

Tam o anda Monica Elaine yanıma yaklaştı ve “Nasıl geçti?” dedi.

Hala burada olmasına şaşırmıştım. Bu duruma pek memnun olmadığım halde sırıtıp cevap verdim:

“İyi zaman geçirdim.”

Monica'nın gözleri biraz kısıldı. Sorularını artırmaya niyetliydi.

“Yoksa genç efendiye aşık mı oldunuz? Kararınızı verin artık. Elaine ailesi her zaman Morgana ailesinin yanında oldu ama bu sefer bu durumu görmezden gelemeyiz.”

Bunu Monica'dan duymak garip hissettirdi.

Romanda, Gilbert ile bir ilişkisi vardı.

“...Şu genç efendi, sırf iyi bir aileye evlatlık verildiği için doğduğundan beri asil biri gibi davranmaya çalışması çok komik.”

Romanda da böyle yazıyordu.

Romanda Monica, bulduğu her fırsatta Gilbert Kallakis ve Maevia'nın arasına girmeye çalışıyordu.

Gilbert’ın kirli geçmişi, en popüler dedikodular arasındaydı. Monica da her fırsatta bunu gündeme getiriyordu. Ne derler bilirsiniz: bir insanın yüzündeki en küçük iz bile, tüm cazibesini alıp götürebilir…

"Sen de mi öyle düşünüyorsun Maevia?" demişti Monica.

Bu yüzden, şaşkına dönmüş Maevia istemsizce başını salladığında, Monica sanki o anı bekliyormuş gibi onu Gilbert'a ispiyonlamıştı: “Maevia sürekli arkanızdan kötü konuşuyor… Ne yapacağımı bilemiyorum.”

Monica, Maevia'nın Gilbert’ın arkasından konuştuğuna dair dedikodular uydurmuştu. Maevia'in yüzüne gülüp mutluluk dileklerini iletirken, Gilbert onun katlanılamayacak kadar zavallı olduğuna inanmıştı.

Gilbert öfkelenmiş ve Maevia'ya bunun doğru olup olmadığını sormuştu.

Baskı altında kalan Maevia, kendini açıklayamamıştı. Gilbert ondan nefret etmeye başlamış ve bunu saklamaya bile çalışmamıştı.

Monica şimdi de kızıl saçlarıyla oynayarak hafif acınası bir ifadeyle yüzüme baktı.

“Ne kadar düşünürsem düşüneyim, bu Leydim için çok zor olmalı. Hayatınızın geri kalanını yapacak hiçbir şeyin olmadığı kuzeyin çorak topraklarında geçirmek...”

Parlak bir şekilde gülümsedim.

“Merak etme Monica. Kaybedeceğim bir savaşa asla girmem.” dedim.

“Ah! Beklediğim gibi, hemen boşanmayı mı planlıyorsunuz? Evlendikten sonra işler karışabilir ama Morgana ailesi her zamanki gibi bir yolunu bulur değil mi?”

Cevap vermemi beklemeden konuşmaya devam etti:

“Her neyse, genç efendi Gilbert yakışıklı bir adam. Başkentte onun gibisi kolay kolay bulunmaz.” dedi.

“Başkent zaten fazlasıyla sıkışık.” dedim.

Monica gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla bana baktı. “Affedersiniz? Başkent... sıkışık mı?”

Sinirimi bozmaya başlamıştı. Gitmesi için zili çaldım ve hizmetçiyi çağırdım.

“Monica, kuzeyin sıcak kollarında, sadece bana bakacak bir eşle, çok mutlu ve huzurlu olacağım.” dedim.

Ama Gilbert bu kadar kolay pes edecek biri değildi.

Nitekim birkaç gün sonra benimle buluşmak istedi. Onu reddedip hasta olduğumu söyledim. Bunu üzerine bana bir buket çiçekle birlikte mektup gönderdi.

Hizmetçim Sarah:

“Hanımefendi, bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Birinin başka birine buket göndermesinin ne anlama geldiğini bilmek temel bir bilgi değil midir?” dedi.

Sarah'nın şaşkına dönmesi çok doğaldı. Çiçekleri daha yakından incelediğinde neredeyse çileden çıktı.

“Nasıl cüret eder de hanımefendiye krizantem* gönderir?! Bu resmen bir savaş ilanı!”

Sinirden tansiyonu düşmüş olmalı ki elini ensesine koyup birkaç adım geri çekildi.
Bu Gilbert'in oyunlarının sadece başlangıcıydı.

Ancak Sarah, beni koruma içgüdüsüyle kendini çok yoruyordu. Ben de ona değer veriyordum ve sağlığı benim için önemliydi… bu yüzden onu sağlık kontrolüne gönderip maaşına zam yapacaktım.

Yatıştırıcı bir sesle ona döndüm:

“Sanmıyorum Sarah. Sanırım sadece beyaz tonlarının erdemli göründüğünü düşündüğü için seçmiş. Her neyse, çiçekler benim için insanlar gibidir.”

Bu sözümün onun için fazla anlam ifade etmediğini biliyordum ama yine de sakinleşmesini sağlamak istedim.

“Grandük'ün ev halkı ona görgü ya da sağduyu eğitimi vermemiş olabilir mi?” diye sordu öfkeyle.

Omuz silktim. “Ev reisi, halef olmayacağı için Gilbert’ı böyle şeyleri öğrenmeye zorlamamış gibi görünüyor.”

Teknik olarak Gilbert, Kallakis ailesinin başarısız üyesiydi. Romanın ana karakteri o değil, küçük kardeşi Rehan Kallakis’ti. Gilbert’in yazgısında ise hep ikinci planda kalmak, yozlaşmış bir kahraman olarak anılmak vardı.

Sakin kalan benim aksime Sarah kontrolden çıkmıştı. Aksine, benim için üzüldüğünden neredeyse ağlayacaktı.

“Ahh… Bu çiçekleri bir vazoya bile koyamam.” dedi acı bir ifadeyle.

Tamam, tamam, seni anlıyorum. Romanı okurken ben de neredeyse ekranı kıracaktım. Sırf Gilbert'ın cezalandırıldığını görmek için sayfaları çevirdiğimi hatırlıyorum.

“Çiçeği çöpe at.” dedim.

“G-gerçekten mi?” diye sordu tereddütle.

“Onu da atmak istiyorum.” dedim henüz açmadığım mektubu işaret ederken. İçeriğini tahmin edebiliyordum.

Gilbert gururlu bir adamdı ve muhtemelen Grandük’e teklifimi iletmemişti. Bunun yerine beni onunla evlenmeye ikna etmeye çalışacaktı.

Sarah ikinci kez sormadan, yüzünde tiksinti dolu bir ifadeyle buketi ve mektubu çöpe attı.

BÖLÜM NOTU

Krizantem çiçeğinin anlamı, kültürlere göre değişiklik gösterse de genellikle iki zıt anlamı vardır: sevgi ve nezaket ya da ölüm ve reddedilme. Romanda, Gilbert erdemi temsil ettiğini düşündüğü için krizantem gönderiyor ama çiçeğin anlamını bilmediği için niyeti yanlış anlaşılıyor. Bu da Gilbert'ın eksik sosyal görgüsü ve toplum kurallarından uzak bir karakter olduğunu gösteriyor.




user

Bölüm için teşekkürler heyecanlı olacak gibi :)

user

Queen ya harbiden de babasıyla evlenecek adamin

Novebo discord sunucusu