Kanepeye oturdum ve keyifle dondurmamı yemeye başladım.
Morgana malikânesinde buz bulmak o kadar normaldi ki, hizmetçiler bile diledikleri zaman buz içeren atıştırmalıkların tadını çıkarabiliyordu.
Ama bu, romandaki dünyada imkânsız bir lükstü.
Romanda, Morgana ailesi bütün yatırımlarının başarısız olması nedeniyle batmış ve artık hayatta kalmak için ellerindeki her şeyi kullanmak zorunda kalmıştı. Bu yüzden, sözleşmenin gerekliliklerini ihmal etmek gibi bir lüksleri yoktu çünkü ihlal ettikleri anda büyük bedeller ödemeleri gerekecekti.
Sözleşmede yer alan büyü sıradan bir büyü değildi.
Bu, sözleşmeyi bozmak istiyorsanız bir bilgenin yardımını almanız gerektiği anlamına geliyordu. Mesele şu ki, bunun maliyeti akıl almaz derecede yüksekti.
Morgana ailesi bu parayı hiçbir zaman karşılayamayacak durumdaydı. Bu yüzden Gilbert’ın her isteğini sorgusuz sualsiz yerine getiriyorlardı.
Ama şimdi işler değişmişti. Artık ben Gap’tim, o ise Eul’dü.[1]
Romandaki Maevia'nın aksine, endişelenecek hiçbir şeyim yoktu. Dilediğim gibi anlaşmayı bozabilir ya da eşimi değiştirebilirdim ve ben, Gilbert yerine Grandük Kallakis’i seçmiştim.
Gilbert, Grandük'ü dişsiz bir kurt gibi görüyordu. Kendine öylesine güveniyordu ki, Grandük'ü Kuzey’de izole ederek gözlerini ve kulaklarını kapatacağını sanıyordu ama Gilbert’ın anlamadığı bir şey vardı: Grandük Kallakis canavarların kralıydı ve her zaman öyle kalacaktı.
Şimdilik olaylara müdahale etmeye üşeniyordum. Uğraşmaya değecek kadar eğlenceli olmadığını düşünüyordum ama emindim ki, Grandük şimdiden hakkımdaki haberleri duymuş ve bir araştırma başlatmıştı.
Grandük'ün, biyolojik ailemle birlikte Maevia Morgana olarak yaşadığım hayatı öğrendiğine emindim. Ancak onunla doğrudan nasıl temasa geçebileceğimi bilmiyordum.
Maevia’nın hayatını yaşarken, bilerek pek çok çılgınca şey yapmıştım. Şimdi dönüp o günleri düşündüğümde, gülmeden edemiyordum.
O akşam, Gilbert'in beni strese sokmasını bahane ederek, gurme bir yemeğin tadını çıkarabilmek için fine-dining[2] uzmanı şeften randevu almıştım.
Trüf kremalı yumurta yemekleri, kuşkonmaz çorbası, alabalık yumurtalı deniz tarağı, istiridye graten ve mignon fileto biftek… Tatlı olarak ise çikolatalı dondurma yemiştim. Tüm endişelerim bir anda yok olmuştu.
“Para en iyisidir... Lezzetli yemekler en iyisidir...” diye mırıldandım kapıyı açarken. Pencerenin yanından gelen bir tıkırtı dikkatimi çekti.
Başımı çevirdiğimde, camın dışında dolaşan küçük siyah bir kuş gördüm.
Bir karga mıydı? Ama neden bu kadar küçüktü?
Kimliği belirsiz kuş bir karga kadar küçüktü ve kabarık tüyleri vardı. Pencerenin mandalını gagalıyor, açmak için tüm gücüyle çabalıyordu.
Kendini birkaç kez camın üzerine atmasına rağmen pencere yerinden kıpırdamadı.
Zavallı kuş, sarsılarak yere düştü ve hafifçe topallayarak etrafta dolanmaya başladı.
Sarah’a beni beklemesini söyledim ve pencereye yaklaştım.
Kuşu yakalamak çok zor olmadı; kanat çırpıyordu ve düşecek gibi görünüyordu.
Yumuşak ve kabarık tüyleri elime sığacak kadar küçüktü. Avucumu gevşettim ve küçük siyah kuş bacaklarını gererek dik durmaya çalıştı. Pencereye kafa üstü çarpmasına rağmen, kuş aklı başında ve yara almamıştı.
Sıradan bir kuş olsaydı çok kötü yaralanırdı. Pencereyi incelediğimde, camda kuşa ait bir iz gördüm.
Hmm, görünüşe göre bir bağlı ruh göndermişti.
Romanda bağlı ruhlardan bahsedilmişti ancak bu küçük kuştan hiç söz edilmemişti. Grandük Kallakis’in tanıdıklarının genellikle yılan ya da kaplan formunda olduğunu biliyordum. Onlar savaşta korkunç güçleriyle bilinirlerdi.
Ayrıca bu küçük kuş saldırgan bir bağlı ruh gibi görünmüyordu. Hatta, beni seviyor gibiydi.
Gülümsedim. Bütün bunlar ne anlama geliyor? Oğlunuzu reddettiğim ve sizi istediğimi söylediğim için mi? Yoksa adını bile hatırlamadığım prensin saçlarını yolduğum için mi?
Kuşun başını hafifçe okşadım. “Merhaba.” dedim.
“Gyak! Gyak!”
Küçük kuş minik kanatlarını yorulmadan çırpıyordu.
Kuş aracılığıyla benimle iletişim kuracağını bildiğim için, Grandük’le bağlı ruh aracılığıyla konuştum.
“Morgana malikânesindeki tüm odaların özel pencereleri vardır. Kırılmaları zordur. Bir dahaki sefere nasıl açılacağını göstereceğim, anladın mı?”
“........Gyak?”
Karga başını eğdi.
Elbette, şimdi bana borçlusun.
“Gyaak, Gyak!”
Grandük'ün bağlı ruhu, avucumun üzerinde dinlenirken minik kanatlarını yorulmadan çırptı. Yine de uçup gitmedi.
Onu masamın üzerine bıraktım.
Odamı gözlemlerken masanın etrafında dolaşmaya başladı. Temiz masa örtüsü şimdi sayısız kuş ayak iziyle damgalanmıştı.
“Gyak!”
Sarah bir su kabı getirdi ve parlayan gözlerle kuşu izledi.
“Kargaların bu kadar sevimli olabileceğini düşünmemiştim. İmparatorluğun yaygın kargalarından birine benzemiyor, daha ziyade çok uzaklardan gelmiş gibi görünüyor. Onu yetiştirecek misiniz?”
“Sence onu evcilleştirmem mümkün mü?”
Sarah ve ben aynı anda birbirimizi sorguladık. Ben de içimden Grandük'ü sorguluyordum.
Muhtemelen denemeye değmezdi.
İmparatorlukta fazla canavar yoktu ama çoğu boyutlarıyla bunu telafi ediyordu. En küçük canavar bile yetişkin bir erkek kadar büyüktü.
Sarah'ın gözleri mutluluktan parladı.
“Elbette! Leydim her şeyde iyidir! Dans etmede iyisiniz, müzik aleti çalmada iyisiniz ve pokerde de iyisiniz!”
“Sarah, eğer bana yiyecek bir şeyler getirirsen, son söylediğin şeyi duymamış gibi yaparım.”
“Hemen getiriyorum!”
Koşarak uzaklaştı ve gözden kayboldu. Bağlı ruh bana baktı, bakışları benimle kapı arasında gidip geliyordu.
“Gyak? Gyak?!”
O iri, masmavi gözler şaşkınlıkla bana bakıyordu.
Hizmetçinin gittiğini fark etmişti ve şimdi benimle yalnız kalmaktan korkuyordu.
Genelde insanlar bağlı ruhlardan korkardı. Ne yapacaklarını bilmez, endişe içinde bocalarlardı. Bu küçük sevimli kuş bile, vücudunda ufak bir mana titreşimi hissettiğinde, birini rahatlıkla öldürebilirdi.
Öte yandan, bir bağlı ruhun ölümü, efendisine ciddi zarar vermezdi. Bu tek taraflı bir itaat sözleşmesiydi.
Elbette, herkes bir bağlı ruh yaratamazdı. Bunun için hem eşsiz bir güç hem de doğuştan gelen bir yetenek gerekirdi.
Romanda, Grandük Kallakis'in her biri olağanüstü güçlere sahip sekiz farklı bağlı ruhundan kısaca bahsedilmişti.
Size onun bir canavar olduğunu söylemiştim. Grandük Kallakis, bağlı ruhlarının arasında bir canavara sahip olabilen tek kişiydi.
“Gyak! Pak! Pak!”
Karga birden sıçradı ve tiz bir sesle bağırdı. Tam o sırada Sarah kapıyı çaldı.
Erken dönmesine şaşırmıştım ama yüzündeki ifadenin sebebini daha çok dikkatimi çekmişti. Böcek yutmuş gibi görünüyordu.
“Hanımefendi, genç efendi görevlisini gönderdi. Siz ona bir cevap gönderene kadar geri dönmeyeceklerini söylemişler.”
Beklendiği gibi, Gilbert'ti. Ne kadar da önemsiz biri.
Gilbert Kallakis beni sevmiyordu. Onun tek istediği, Morgana ailesinin gücü ve nüfuzuydu.
Romanda bile, Morgana ailesi yatırım hataları yüzünden servetlerini kaybetmiş olsalar da, saygınlıklarını korumayı başarmışlardı.
Eğer Gilbert, bir şekilde Morgana ailesiyle bir evlilik sözleşmesi yapacak kadar şanslı olsaydı, bunu sadece kendi çıkarları için kullanacaktı. Ben, tıpkı romandaki Maevia gibi, onun için mükemmel bir eş olurdum.
Ama bu kez işler farklıydı.
Gilbert’in gerçek yüzünü bilen biri olarak, onun niyetlerini açıkça görebiliyordum.
Başlarda Maevia'ya iyi davranmıştı fakat bu uzun sürmemişti.
Romandaki Maevia, Gilbert’e kalbini açmıştı ancak evliliklerinin ilk yılından sonra Gilbert değişmişti. Ona bir eş gibi değil, bir çöp yığını gibi davranmaya başlamıştı.
Eğer romandaki Maevia benim gibi olsaydı, her şey farklı olabilirdi ama bu geçmiş bir hikayeydi. Şimdi önümde yeni bir senaryo vardı.
İmparator’un otoritesi, çeşitli nedenlerle giderek güçlenirken, başkentteki en etkili aileler Morgana, Elaine ve Morgoz aileleriydi. Ancak başkentin nüfuzu ne kadar büyük olursa olsun, hiçbir zaman Grandük Kallakis’in gücünü aşamamıştı.
Tüm Kuzey bölgesi Grandük’ün himayesindeydi.
Ayrıca, sahip olduğu servet öylesine büyüktü ki, imparatorluk hazinesi bile onun için yalnızca bir kumbara gibi görünüyordu. Ne var ki, Grandük Kallakis çoğu soylunun gözünde neredeyse unutulmuş bir figürdü.
Sosyal etkinliklere katılmadığı ve ülke işlerine karışmadığı için, onun neye benzediğini ya da kaç yaşında olduğunu bilen neredeyse hiç kimse yoktu.
İşte Gilbert tam da bu belirsizlikten yararlanarak, Grandük’ün yavaş yavaş kaybolan itibarını yeniden canlandıran kişi olarak sahneye çıkmıştı.
Birkaç ay önce başkente gelmiş, asil görünümü ve Prens’ten sonra gelen mükemmel kılıç kullanma yeteneğiyle dikkatleri üzerine çekmişti.
Onun için gerçek kişiliğini gizlemek ve saf bir imaj sergilemek oldukça doğaldı. Bu yüzden kısa sürede büyük bir hayran kitlesi edinmişti. Ona olan bağlılıkları kolay kolay sarsılmıyordu. Ne kadar kaba davranırsa davransın, hayranları bunu savunuyor ve onun bu tavırlarının bile çekici olduğunu iddia ediyorlardı.
Bu ilgileri yalnızca romandaki gerçek erkek başrol, Rehan, sahneye çıkana kadar sürebilmişti. Fakat benim Rehan’ın uyanışını beklemek gibi bir lüksüm yoktu.
“Sarah, bir mektup yazmam lazım.”
Niyetimi yanlış anlayan Sarah, ağlamaklı bir yüzle bana baktı.
“Hanımefendi, istemiyorsanız bunu yapmak zorunda değilsiniz! Sırf genç efendiyle kıyaslanıyorsunuz diye kendinizi bir şeyler yapmaya zorlamayın. Gerekirse diğer hizmetçilerle konuşuruz!”
“Onu kovmak için bir mektup yazacağım.” dedim.
Dışarı koşmak üzere olan Sarah tereddütle elini kaldırdı.
“Ah… Mektubu başkasına mı göndereceksiniz?”
“Evet.” Diye yanıtladım. “Ve alışverişe gitmem gerek.”
“Gyak?”
Kuş benim zapt edilemez gülümsememi görünce gagasını açtı.
Ona bu oyunu benimle oynamanın ne kadar aptalca olduğunu göstermeye kararlıydım.
BÖLÜM NOTU
[1] Güney Kore’deki sözleşme hukuku ve toplumsal güç dinamikleri üzerine kullanılan "Gap" (갑) ve "Eul" (을) terimlerine gönderme yapılıyor. "Gap", sözleşmede daha fazla güce ve avantajlara sahip olan tarafı temsil ederken "Eul", daha az güce sahip olan, genellikle sözleşme şartlarına boyun eğmek zorunda kalan tarafı temsil eder.
[2] Fine dining, yüksek kalite, zarif sunum ve sofistike bir yemek deneyimi sunan restoranlara özgü bir terimdir.
Fine dining deneyimi yaşamak isterdim.