Alkolün keskin kokusu odanın havasına sinmişti.

Kallen, Gilbert'in yatak odasının darmadağın halini görünce hafifçe iç çekti. Yerde kırılmış cam parçaları, duvarlara sıçramış taze kan izleri… Bu kanın Gilbert'e ait olmadığını tahmin etmek zor değildi.

Bu onun alışılmış davranış biçimiydi. Ne zaman öfkesi kontrolden çıksa, çevresindekiler—hizmetkârlar, şövalyeler, kim olduğu fark etmeksizin—bu ölümcül hiddetin hedefi olurdu.

Kallen, kendisini Gilbert'in elleri ve ayakları olarak görüyordu. Onun geride bıraktığı karmaşayı temizlemek de doğal olarak ona düşüyordu.

“Sana bunun bu kadar kolay olmayacağını söylemiştim.”

Kallen, yorgun bir ifadeyle yatağa otururken Gilbert'in dişlerini sıkışını izledi.

“Kapa çeneni.”

Gilbert'in öfkesi gözlerinden okunuyordu. Kallen bunun nedenini biliyordu—ve aynı zamanda, Gilbert bu konuda fikrini değiştirmediği sürece hiçbir çözüm bulunamayacağını da anlamıştı.

Maevia Morgana…

Yüksek sosyetenin gözbebeği.

Güzelliği dillere destandı. Zarafeti, asaleti ve keskin zekâsıyla tanınıyordu. Marki Morgana’nın gururu, toplumun en parlak yıldızıydı.

Görünüşte ona rakip olabilecek kimse yoktu. Gülüşü bir bıçağın keskinliğiyle kalplere işler, sesi ise tüyleri diken diken eden bir melodiyi andırırdı.

Maevia'nın gözleri, ufukta doğan bir şafağın ışığını taşıyor gibiydi. Beline kadar uzanan saçları, baharın en narin çiçekleri gibi ışıl ışıl parlıyordu.

İnsanlar, onun ilahi bir varlık olduğuna inanıyorlardı ve soylular Maevia Morgana'ya hayrandı.

Aynı zamanda korkuyorlardı da...

Çünkü bu güzelliğin ardında, kimsenin karşısına almak istemediği bir güç saklıydı.

Sadece bir sözle veliaht prensin saçlarını kazıtabilen bir kadından bahsediliyordu. Bu olay, komşu ülkelerin soylularını bile korkutmuştu.

Ve dahası vardı.

Onun her yıl bir türlü delilikler yapması, herkesin tedirginliğini artırıyordu.

Bir keresinde, Charlie Morgoz’un kız kardeşine göz diken bir kontu tekmeleyerek nehre atmış, sonra da adamın hayatta kalma mücadelesini izlerken keyifle kahkahalar atmıştı.

Ama asıl korkutucu olan bu değildi.

Maevia, tüm bu olanlardan sonra bile zarar görmemişti. Bu, kimsenin ona misilleme yapmaya cesaret edemediği anlamına geliyordu.

Zaman geçtikçe, yaptığı şeylerin şiddeti arttı.

Kısa süre önce, kimsenin yaklaşmaya bile cesaret edemediği, canavarlarla dolu bir taş ocağını satın aldığına dair söylentiler çıkmıştı. Kuzey bölgesi kadar büyük olmasa da oldukça geniş bir alandı ve oraya girmek kesinlikle yasaktı. Satın almak için ucuz bir yer değildi, bu yüzden Maevia burayı sadece zenginliğini göstermek için satın almıştı.

Şüphesiz, ayrıcalıklı biriydi. Soylu bir aileyi ardında taşırken bile, kendi kurallarını yazacak kadar cesurdu.

Gilbert, eline tutuşturulan evlilik sözleşmesiyle başkente geldiğinde, Kallen onu uyarmıştı:

"O herhangi bir kadın değil, herkesin hayran olduğu çılgın bir kadın."

Ama Gilbert onu dinlememişti.

Şimdiye kadar hiçbir kadın onu reddetmeye cesaret edememişti. Maevia’nın da onu gördüğünde yüzünün kızarmasını, heyecanlanmasını bekliyordu.

Ama işler hiç de beklediği gibi gitmemişti.

“Önce odayı temizleyelim. Ne manzara ama.”

Kallen, korkudan titreyen hizmetkârlara göz attı. Onlar bile Gilbert’in taşan öfkesinden çekiniyorlardı.

Gilbert, bir yudum daha içki içip şişeyi masaya bıraktı. O an, üvey babasının ona verdiği sözleri hatırladı.

“Ona iyi bak.”

Aedis Kallakis.

Gururlu, kendini beğenmiş ve erişilemez...

Aynı zamanda, kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemediği bir adam.

Bu hep böyle olmuştu ve gelecekte de hiçbir şey değişmeyecekti.

Gilbert, Grandük unvanının ona Aedis’in uzak bir akrabası olduğu iddiasıyla verildiğini duymuştu. Ama bu kanıtı olmayan bir hikâyeydi.

Herkes Aedis'in içinde tek bir damla bile Kallakis kanı olmadığını biliyordu.

Ama ondan korkmayan hiçbir Lord yoktu.

Çünkü onun insan olup olmadığını bile bilmiyorlardı.

“Belki de gerçekten insan değildir.”

Bu düşünce bile tüylerini ürpertiyordu.

Aedis, evlatlık oğlundan hiçbir şey beklemiyordu. Tek yaptığı büyüklük taslamak ve Gilbert'e tepeden bakmaktı.

Bir keresinde, bu insanlık dışı bakışını bir tür şefkate benzetmek için değiştirmeye bile çalışmıştı.

Ama bunların hepsi boşunaydı.

Aedis Kallakis'in en ufak bir şefkat gösterdiği tek zaman Rahen'le uğraştığı zamanlardı. Sözleşmeyle ilgilenemediği takdirde üvey babasının onu ne kadar acınası bulacağı aşikârdı.

Dişleri olmayan bir yırtıcının ısırığı bile canını yakabilirdi.

Gilbert, Aedis’in yanında ne kadar küçük kaldığını fark ettiğinde dişlerini sıktı. Her şeyi planlamıştı. Güçlüydü. Prestijliydi. Ama yine de… Maevia onu aşağılamıştı.

Gözlerinin önüne, Maevia’nın o kibirli bakışları geldi.

"Evlilik sözleşmesi mi?" Maevia hafifçe başını yana eğerek konuşmuştu. "Senden bir açıklama istemiyorum, o yüzden cevap vermek zorunda değilsin."

O an, Gilbert her şeyin bittiğini anlamıştı.

Kadın ona küçümseyen gözlerle bakıyordu.

"Yani… senin hangi yanın bu kadar muhteşem ki, sana âşık olacağımı ve bu pervasız evlilik teklifini kabul edeceğimi düşündün? Madem bu kadar olağanüstü birisin, o zaman neden bu harika niteliklerini göstermiyorsun?"

Gilbert’in kaşları çatıldı.

Maevia’nın saç rengini düşünmek bile midesini bulandırıyordu.

Onun her şeyi, varlığı, sesi, gülüşü…

Tüm bunlar ona Aedis’i hatırlatıyordu.

İkisi de ona aynı şekilde bakıyordu.

“Ha… Peki o zaman, kiminle evleneceksin? Gerçekten Aedis Kallakis’in sana göz kırpacağını mı sanıyorsun?”

Gilbert önce sessizce güldü, ardından elindeki şarabı tek yudumda bitirdi.

Öfke gözlerinde parlıyordu.

"Bir daha bana o bakışlarla bakmana izin vermeyeceğim. Gerçek dünyadan bihaber, şımarık bir prensesin başına neler gelebileceğini sana göstereceğim."

Gilbert’in bu saçmalıklarına kulak misafiri olan hizmetkârlar, korkuyla geri çekildi.

Kallen ise sadece iç çekti.

Gilbert şu anda Ravenna İmparatorluğu'ndaki en iyi kılıç ustasıydı.

Maevia ona nasıl davranırsa davransın, bu durum yakın zamanda değişmeyecekti. Buna ek olarak, genç ve yakışıklı bir görünümü vardı.

Ancak Gilbert aşağılık kompleksinin üstesinden gelemiyordu.

Geliştirdiği becerilere çok güveniyor ve doğal yeteneklerini çok hafife alıyordu.

Soylular onun bazı konularda kendilerinden daha iyi olduğunu asla kabul etmezlerdi.

"Ama Maevia o kadar kolay kaybetmez."

O kadın, basit bir meydan okumayla devrilecek biri değildi.

Üstelik, Gilbert’e duyduğu nefreti gözler önüne serercesine, Aedis Kallakis’le evlenmeyi tercih etmişti.

Kallen, içgüdüsel bir şekilde Gilbert’ten uzaklaşması gerektiğini hissetti.

Ve tam o sırada, eline İmparatorluk Sarayı’ndan gelen bir davetiye ulaştı.

-------

Maevia, yatağına uzanıp kargasıyla oynarken Sarah mektubu dikkatlice açtı.

"İmparatorluk Balosu." Sarah davetiyeyi dikkatlice katladı ve zarfın içine koyarken devam etti, “İmparatorluk ailesi bir baloya ev sahipliği yapmayalı çok uzun zaman oldu, bu yüzden etkileyici olacağı kesin. Tabii ki Majesteleri İmparator ve Prens Hazretleri'nin de katılacağını duydum.”

“İğrenç.”

“Leydim, böyle konuşamazsınız.”

Sarah giysi dolabımın önünde durup sorular yağdırmaya başladı. “Şapka takacak mısınız? Daha çok özenmeniz gerektiğini düşünüyorum Leydim. Güzel görünmeniz gerekiyor.”

“Gideceğimi söylemedim.”

Sarah çok değişik bir şey söylemişim gibi şaşkınlıkla bana baktı.

“Ama İmparatorluk Balosu için Camelia’nın butiğinden elbise sipariş etmemiş miydiniz?”

Para harcamak eğlenceli olduğu için sipariş etmiştim.

Onu sevmem için bana daha çok sokulan Raven'a döndüm. “Raven, böyle sıkıcı bir etkinliğe gider miydin?

“Gyak! Gyak!”

Yavru kuş bana cevap veriyormuş gibi kanatlarını çırptı.

Sonra da uçmaya başladı.

Mektubun üzerinde altın bir yaprak vardı; öyle görünüyordu ki İmparatorluk ailesi mali sıkıntılar çektiklerine dair yayılan söylentilerin farkındaydı.

Raven göğsünü kabarttı ve mektubun üzerine bastı.

Maevia, Raven'a bakarak alaycı bir şekilde gülümsedi.

"Belki de gitmemi istiyorsundur?"




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu