Gilbert ve Rehan’ın doğumu, tıpkı hayatları gibi sırlarla örülüydü. Aileleri tarafından terk edildikleri söylenmişti—hepsi bu. Ne bir sebep ne de mantıklı bir açıklama…
Gilbert öldüğünde bile bu soruların cevapsız kalmasına üzülüyordum. Keşke Gilbert'in öldüğü sahneye kadar değil de sonuna kadar okusaydım.
Bu romandaki karakterlerden biri olarak reenkarne olacağımı bilseydim, tek bir bölümü bile kaçırmazdım.
Ben ve diğer pek çok okur romanı oldukça basit bulmuştuk. Kardeşlerin biyolojik ebeveynleri, üzerlerine ışık tutulmasını dahi hak etmeyen insan müsveddeleriydi.
Terk edildiklerinde Gilbert on iki yaşındaydı ama Rehan? O daha göbek bağı bile yeni kesilmiş bir bebekti.
Normal ebeveynler çocuklarını çölün ortasında terk etmezlerdi.
Ve yine de Rehan, Aedis gelip onu kurtarana dek yaşamak için direnmişti.
Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Ya da belki de başrol olduğu için doğası gereği normal bir şeydi.
Bilmediğim ne kadar sır vardı?
Aedis’in yüzüne baktım, romanın satırlarını aklımdan geçirdim.
Reenkarne olduğum romanın adı "Esmeralda’nın Hilal Ayı" idi.
Esmeralda, Kuzey’den bir isimdi. Hilal ise, hikâyenin kahramanı olan Luna’ya bir göndermeydi.
Luna, sınırın ötesindeki küçük bir lordun kızıydı. Çocukluğu sevgiyle geçmiş, huzurlu ve sıradan bir yaşam sürmüştü. Bu yüzden romanda onun çocukluk anılarından çok bahsedilmemişti.
Buna karşılık, Kallakis ailesinin geçmişi trajedilerle doluydu.
Gilbert ve Rehan çölde terk edildikten sonra, Grandük Kallakis ortaya çıktığında onların kurtarıcı gibi görünüyordu.
Onları evlat edinmiş, Ravenna İmparatorluğu’nun soyluları yapmıştı.
Ancak Rehan’ın bir yenidoğan olarak hayatta kalmayı nasıl başardığı hakkında hiçbir açıklama yapılmamıştı.
Zamanla kardeşlik ilişkileri çürümeye başladı.
Gilbert, kendisini takip eden küçük kardeşinden hoşlanmıyordu. Rehan’ın, hiç tanımadığı biyolojik anne ve babasını özlemesini komik buluyordu.
Üstelik, Rehan doğuştan usta büyücü olmaya layık biriydi.
Bu yüzden, uyanışından önce onu mahvetmeyi umarak, Gilbert ebeveynleri hakkında hiçbir bilgiyi onunla paylaşmadı.
Rehan, Grandük’ü biyolojik babası olarak görmeye başladığında, Gilbert’in sabrı tükendi. Rehan'a karşı şiddet içeren davranışlar sergilemeye başladı. Önce hafif dayaklarla başladı ve şiddeti giderek arttı.
Gilbert'in şiddet içeren davranışlarını ilk fark eden kişi Rehan'ın dadısı oldu. Ardından hizmetçiler.
İlk başta kimse bu konu hakkında konuşmaya cesaret edemedi ancak durum ciddileştikçe herkes Gilbert'ten uzak durmaya başladı.
Bunu gören Gilbert, herkesin Rehan’ın tarafını tuttuğunu iddia ederek Kuzey’den yani Grandük’ün bölgesini terk etti.
Yirmi yaşına geldiğinde, başkente giderek yeteneklerini sergiledi. Kuzey halkının aksine, başkenttekiler onu seviyordu.
Çünkü onun gerçek doğasını bilmiyorlardı.
Daha sonra, atalarının yazdığı evlilik sözleşmesini bahane ederek Maevia Morgana ile sorunsuz bir şekilde evlendi.
Ve Maevia, tek başına Kuzey’e taşındığında Gilbert, Rehan’ı görmek istemediğini söyleyerek ona eşlik etmeyi reddetti.
Bir ay boyunca Rehan’la vakit geçiren Maevia, onunla yakın bir bağ kurmuştu. O kadar yakınlaşmışlardı ki, Rehan Maevia’ya abla demeye başlamıştı.
Maevia’nın evlendikten sonra kendini en istikrarlı ve mutlu hissettiği zamanlar o zamanlardı.
Ama Gilbert, onu “hastalıklara karşı savunmasız” olduğunu iddia ederek bir odaya kilitledi.
Rehan, Maevia’nın başına gelenleri ancak üç yıl sonra öğrenebildi.
Üstelik bunu ona söyleyen kişi, Grandük Kallakis’in ta kendisiydi.
Şimdikinin aksine, Grandük Kallakis'in dış işlerle bir ilgisi yoktu ama yine de vicdan azabı çekiyordu.
İlk başta Maevia’nın kaçmasına yardım etmeye çalıştı.
Ancak Aedis normal bir insan değildi.
Maevia ondan aşırı derecede korkuyor gibiydi, bu yüzden yardım etmesi için başka birini bulmaya çalıştı. İşte o zaman Rehan olaya dahil oldu.
Hemen başkente koştu ama Gilbert çoktan İmparator olmuştu. Kimse Maevia’nın durumundan bahsetmiyordu.
Rehan, Gilbert’in huzuruna çıktı.
Ona Maevia’yı geri vermesi için yalvardı ancak Gilbert onun isteğine kulak asmadı. Rehan ablasını kurtaracağını söyleyerek Gilbert’i kışkırttı.
İşte o zaman Gilbert, Rehan’ı ilk kez öldürmeye çalıştı. Karşısına, kanlı bir kılıç çekerek dikildi. Gözlerindeki kana susamışlığı ve şiddeti gören Rehan; ilişkilerinin bir daha asla düzelmeyeceğini fark etmişti.
Bu adam, ablasını esir alan adam, bir zamanlar “ağabey” dediği kişi, asla değişmeyecekti.
Aldığı ağır yaralara rağmen Maevia’yı kurtarması gerekiyordu. Gilbert’a karşı gelecekti. Bu yüzden, kararlı bir şekilde kendini yıllarca eğitti.
Bu süreçte yaralarını iyileştiren Luna ile tanışmış ve... âşık olmuştular.
Gilbert’ın bir an önce cezalandırılmasını istediğim için o kısımları düzgün okumamıştım.
Evet, pişmanım…
Her neyse, Esmeralda’nın Hilal Ayı’nda Maevia’nın oynadığı rol; Rehan’ın travmalarını uyandırmaktı.
Rehan'ın neredeyse ölmek üzere olduğu ve Maevia'nın kilit altında tutulduğunu öğrendiği zaman dışında, Grandük Kallakis sadece bir seyirciydi.
Konu Maevia’ya nasıl davranıldığı olunca, söylenecek çok şey vardı.
“Emin olmak için son bir kez daha soracağım. Gerçekten hiç biyolojik çocuğun yok mu?”
Yüzüne dikkatle baktım. Ancak ne yazık ki, Gilbert’in yüz hatlarını incelemeye hiç zaman ayırmadığım için onda herhangi bir tanıdık iz bulamadım.
Hatırladığım tek şey, gümüş rengi saçlarının ışık altında solgun bir parlaklık kazanması, her daim sinsi planlar peşinde koşan o kurnaz bakışları ve geriye kalan talihsiz özellikleriydi.
Hepsi bu kadar.
“Hiç olmadı.”
Aedis’in yanıtı tereddütsüzdü. Fakat sözlerinin ardında, açıklamak istemediği bir şeylerin gölgesi vardı. Gözlerindeki anlık soğukluk, bu konuyu tartışmanın bile onun için bir aşağılanma olduğunu düşündürdü bana.
İçimde bir his vardı.
Cevabın bu kadar basit olmadığını söylüyordu.
Biliyordum.
Ortada henüz keşfedilmemiş, önemli bir sır vardı.
Gilbert, biyolojik ailesi tarafından terk edildiğinde on iki yaşındaydı.
Hâlâ bir çocuktu. Gerçekleri bilecek yaşta değildi.
Üstelik, romanda da biyolojik ailesi hakkında sonuna kadar sessiz kalmıştı.
Düşüncelerim gitgide derinleşirken, dudaklarımdan neredeyse farkında olmadan şu sözler döküldü:
“Bay Aedis... Onların biyolojik ailesini siz mi öldürdünüz?”
Yüzüne, kendinden emin ama eğlenceli bir gülümseme yayıldı.
“Tanık bırakmak genellikle benim çıkarıma değildir.”
Sesi, neredeyse umursamaz bir tınıya sahipti.
Gilbert ve Rehan’ın ebeveynlerini gerçekten öldüren kişi o olsaydı, mantıken onları da öldürmesi gerekirdi.
“Onları ele verebilirdin.”
“O kadar basit olduğunu düşünmüyorum.”
Alçak bir sesle mırıldanırken, içimde aniden bir şüphe filizlendi.
Gilbert terk edilmemişti.
Şimdiye kadar, onun biyolojik ailesi tarafından bırakıldığını düşünmüştüm. Ama ya durum bundan farklıysa?
Gilbert’in kişiliği yıllar içinde tam anlamıyla bir faciaya dönüşmüştü. Yine de Aedis’in ona karşı daha katı önlemler almamasının bir sebebi olmalıydı.
Tehdit mi edilmişti?
Ama… Aedis’i kim tehdit edebilirdi ki?
Düşüncelerimin karanlık bir yöne doğru sürüklendiğini fark ettiğinde, parmak uçlarıyla masaya hafifçe vurmaya başladı.
“Konumuza geri dönelim. Gilbert’la nasıl başa çıkmak istiyorsun?”
“……Ben hallederim. Ama acaba bana bir iyilik yapabilir misin?”
“Ondan kurtulmak zor olacak. Onu öldürmeyi tercih ederim ama bunun dışında her şeyi yapabilirim.”
Öyleyse… onu öldürebilirdi ama hayatından tamamen çıkaramazdı.
Bu detayı şimdiye kadar hiç fark etmemiştim.
Ne kadar belirsiz bir açıklamaydı.
Bunun arkasında nasıl bir hikâye vardı?
“Gerçekten yapabilir miyim?” diye sordum, gözlerimi onunkilere kilitleyerek.
“Buna hakkın var, karıcığım.”
Başımı hafifçe salladım.
“Bir yetişkini yola getirmek için bazen sağlam bir ders vermek gerekir. Diğer tüm planları iptal et. Önce güvenli bir yere çekilmeliyiz.”
Grandük’ün toprakları şu anda nasıl bir durumdaydı acaba?
Benden sadece bir yaş büyük bir adamın üvey annesi olmak… çok güzel bir histi.
Umarım Gilbert bunu kaldıramazdı.
Bu arada, Kallen bir ikilem içindeydi.
Gilbert, ona Maevia’nın hizmetçisini öldürmesini emretmişti ancak Kallen bu emrin sonuçlarından korkuyordu.
Keşke Gilbert’ı görmezden gelebilseydi ama bu, onun kin gütmesine yol açardı ve Gilbert, Ravenna İmparatorluğu’ndaki en iyi kılıç ustasıydı.
Bu yüzden, sonunda kendi iradesini bir kenara bırakıp Gilbert’ın piyonu olmayı seçmişti.
"Lanet olsun. Bu işi daha önce bırakmalıydım."
Ağzından küfürler dökülürken, önündeki hizmetçinin rengi ölümcül bir şekilde soldu. Nefesi düzensizleşti, gözleri yaşlarla doldu. Sanki başına gelecekleri önceden biliyormuş gibiydi.
Yüz ifadesinden belliydi—kapüşonlu figürün kim olduğunu anlamıştı. O, Gilbert’ın astı Kallen’di.
"Lütfen beni bağışlayın! Ben… sadece hanımımın emirlerine uyuyordum!"
Sarah ona yalvarırken sesi titriyordu. Onun sayesinde Kallen’in düşünecek zamanı kalmamıştı.
Aslında, Kallen henüz bir karar vermemişti. Astları bile Gilbert’in ona "ilettiği" emirleri yerine getirmeye alışkındı.
Gilbert, pis işlerini hep ona yıkardı ve doğal olarak Kallen de bu işleri astlarına devrederdi.
Bu sefer, Kallen sadece Sarah’nın yerini sormuştu. Ama adamları, bunu kendi yöntemleriyle yorumlamaya karar vermişti.
Gilbert, Sarah’yı “uygun bir şekilde imha etmesini” söylemişti. Kallen de kendi kararını verip Sarah’yı yalnızca takip etmekle yetinmemiş, onu tenha bir köşede sıkıştırmışlardı.
"Efendinizin emirlerini bile düzgün yerine getiremeyen beceriksiz piçler!" diye hırladı Kallen.
Ama Sarah, paniğe kapılmak yerine saçma sapan şeyler söylemeye başladı.
"Ben ciddiyim! Yemin ederim! Ben sadece bir hizmetçiyim! Maaş günümüz her ayın on beşinde! Onuncusu çok erken, yirmincisi çok geç görünüyordu, bu yüzden on beşinde karar kıldık!"
Bu rastgele sözler, Kallen’in dikkatini bir anlığına dağıttı.
Sarah, fırsatı kaçırmadan başını salladı ve sesini biraz daha yükseltti.
"Lütfen bana merhamet edin! Ne isterseniz yaparım! Leydi hakkında her şeyi anlatırım!"
Oyunculuğu o kadar iyiydi ki Maevia görse alkışlardı.
Maevia’nın emri açıktı: Önce kendi hayatını ortaya koyacak, sonra Maevia’yı feda edecekmiş gibi davranacaktı. Sarah da bu emre sadakatle uyuyordu.
Kallen başını kaldırdı, gözleri şüpheyle kısıldı.
"…Her şeyi mi?"
Ses tonu hâlâ temkinliydi ama Sarah büyük bir hevesle karşılık verdi.
"Evet! Ona en yakın kişi benim. Zayıflıkları hakkında çok şey biliyorum!"
Kallen, etrafa hızlıca bir göz gezdirdi.
Burası, çöp yığınlarıyla dolu eski depoların olduğu bir bölgeydi. Kokudan geçilmiyordu ve genellikle kimse uğramazdı. Fazlasıyla zamanları vardı.
"Konuş."
Sarah, kapüşonlu adamın gözlerinin içine baktı, ardından derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.
"Leydim… ıslık çalamaz!"
"…Ne?"
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı