“Yemin ederim! Bu hanımın zayıflığı! Avlanmayı zor buluyor ve sosyalleşmek ona göre değil.”

Elbette ıslık çalmak daha büyük bir meseleydi ama Sarah bunu açıklama zahmetine girmedi.

Kallen, onun hızla sakin bir tavır takındığını fark etmeden küfürlerini yuttu.

“Bu son şansın. Bana işe yarar bir şey söyle.”

“Özür dilerim! Lütfen beni bağışlayın!”

Sarah dehşet içinde titredi.

“Sana her şeyi anlatacağım! Hanımım sabahları çok uyur! Uykusu çok ağırdır. Bu da yararlı bir bilgi sayılır değil mi? Ve… tatlı patates, salatalık ve soğandan hoşlanmaz! Eğer yemeğini zehirlemeyi düşünüyorsanız… bilin ki bunlardan uzak duracaktır.”

Gereksiz bilgilerle dolup taşan Kallen, içten içe sinirlenerek kendi kendine düşündü.

'Onu öldürmeli miyim?'

Maevia’nın insanlarına değer verdiğini zaten biliyordu ancak bir hizmetkâr, her an değiştirilebilecek kadar önemsiz bir varlıktı. Kiralanabilir, harcanabilir… ve nihayetinde unutulabilirdi.

Maevia ise doğduğundan beri bir soyluydu.

Daha da önemlisi, Sarah en sevdiği hizmetçiydi.

Ve… o çılgın kadının hizmetçisiydi.

Kallen bir kez daha tereddüt etti.

Maevia… O, bahar tanrıçası gibi güzeldi. Öyle güzeldi ki, akıl almaz deliliğini bile gölgede bırakıyordu. Daha da kötüsü, bir gün Büyük Düşes Kallakis olma ihtimali vardı.

Ona evlenme teklif eden herkes, Maevia’nın seçici zevkini çok iyi biliyordu. Ancak Büyük Dük’ün ondan hoşlanması gibi bir mucize de tamamen imkânsız değildi. Hele ki ikisinin imparatorluk balosunda birlikte dans ettikleri gerçeği göz önüne alındığında…

Başlangıçta Kallen, Maevia Morgana hakkındaki söylentilere inanmamıştı. Onu Gilbert kadar gülünç bulmuş, fazlasıyla hafife almıştı.

Ancak, bizzat prensi eğittiğini gördüğünde, artık gerçekleri inkâr edemezdi.

O, daha alt sınıf bir soylu olarak her türlü aşağılanmaya katlandıktan sonra büyük bir mücadeleyle imparatorluk sarayına ilk adımını atmıştı. Ama Maevia? O, imparatorluk ailesinin tek kutsal ağacının altına bir hasır serip piknik yapıyordu.

Ve işin en trajik yanı, yangına körükle giden prensin, ona bizzat kendi elleriyle yemek yedirmesiydi. Üstelik Maevia, gözlerini bile kırpmadan ağzını sonuna kadar açıyordu.

**

“Nasılsınız, Leydi Maevia? Kutsal ağacın gücü etkili mi?”

“Yavaş yelpazeliyorsun. Ne kadar aşağılayıcı. Bunu bile beceremiyor musun?”

“Hayır! Alakası yok!”

**

Kallen dişlerini sıktı. Benimle dalga mı geçiyorsun?

Seçeneklerini zihninde tek tek değerlendirdi. En sonunda mantıklı bir karar verdi.

Yüzünü kapalı tutarsa Gilbert’in hizmetkârı gibi davranabilirdi. Onu tehdit edebilir, sonra da serbest bırakabilirdi. Ne de olsa Gilbert, şu anda Grandük’ün konutundan bile dışarı adım atamıyordu.

Eğer rolünü iyi oynarsa, fark edilme ihtimali yoktu.

Bu düşünceyle omuzlarını gevşetti, gerginliğini azaltmaya çalıştı. Ancak tam o anda—

Pok!

Bir darbe midyesini söküp atan dalga gibi isabet etti.

Ve hemen ardından, Sarah’nın tiz çığlığı duyuldu.

“Bayan!”

Kallen, yüzünü buruşturarak yere yuvarlandı. Neler olduğunu anlayamadan sırtına sert bir acı saplandı. Ancak gözleri yukarı kaydığında, ifadesi anında değişti.

Biraz önce öfkeyle parlayan gözleri şimdi uysal bir kuzununkine dönmüştü. Titrek bir sessizliğe gömüldü.

Çünkü ona tepeden bakan o soğuk, keskin bakışların sahibi Grandük Kallakis'ti.

Kallen’in kafası karıştı. Aralarındaki mesafe oldukça fazlaydı. Öyleyse, onu kim tekmelemişti?

Ama hemen ardından fark etti—

Ona en yakın kişi, Maevia Morgana’ydı.

Kallen, kapüşonunun açıldığından habersiz, şaşkın gözlerle karşısındaki kadına baktı. Ancak Maevia, ona en ufak bir ilgi bile göstermedi.

Sanki Kallen orada bile değilmiş gibi Sarah’ya doğru ilerledi.

“Hadi, geri dönelim Sarah.”

Hizmetçi, tek bir kelime bile etmeden arkasına takıldı.

Kallen’in içini tuhaf bir his kapladı. Bu, tamamen göz ardı edilmenin verdiği bir boşluktu.

Ama şikâyet edemedi. Çünkü gözlerini ne zaman Grandük’e çevirse, tüm dünyası kendi içinde çökmeye başlıyordu.

Sadece gözlerindeki bakış bile çevredeki atmosferi değiştirmişti.

Kallen kendini derin bir akıntıya kapılmış gibi hissetti.

Bilinmez bir girdap onu yavaşça içine çekiyor, derinliklerde boğulmaya zorluyordu.

Bir uçurumdan aşağı düşmek bile, bu çaresizlik karşısında daha fazla umut vadedebilirdi.

Çünkü Grandük Kallakis, şimdiye kadar tanıştığı hiçbir insana benzemiyordu.

Hayır— o, "insan" bile değildi.

Kallen, saf korkunun altında ezildi. İki duvar arasında sıkışmış gibiydi; nefes almak bile zorlaşmıştı.

Tam o anda—

“Tsk”

Birinin dil şaklatması, sessizliği kesti.

Bu küçücük ses bile, onu o görünmez kıskacın içinden çekip çıkarmaya yetti.

Kallen, bıçak sırtında yürüyen biri gibi titreyerek zar zor nefes alabildi.

“Öhö, öhö…”

Görüşü bulanıklaştı. Kallen, göğsü hızlı hızlı inip kalkarken, kanında hâlâ yankılanan korkuya rağmen oturmayı başardı.

Ama o sırada…

Sarah, gözleri başka hiçbir şeyi göremezmiş gibi, Maevia’ya sıkıca sarıldı.

“Leydim, ağlamamı durduramıyorum…”

Sarah’nın sesi, gecenin sessizliğinde yankılandı. Omuzları hafifçe titriyordu, gözyaşları yanaklarından süzülerek elbisesinin yakasını ıslatıyordu.

Maevia, ona kısa bir bakış attıktan sonra, nazik ama kararlı bir hareketle omzunu sıvazladı.

"Özür dilerim. Bu karmaşayı halledeceğim."

Maevia Sarah'nın omuzlarını okşadı ve Kallen'in yanından geçti.

Maevia, ağır adımlarla yanından geçerken, karanlığın içinde bile gözleri bahar gecesindeki yıldızlar gibi parlıyordu.

Başının dönmesine rağmen onun yüzünü hâlâ net bir şekilde görebiliyordu.

Hissettiği baskı, tek bir an bile azalmadı. Tüm vücudundan akan kanın soğuduğunu hissetti.

Sanki aşkın bir varlık, ruhunun en derinlerine işleyen görünmez bir gölge gibi yanından geçip gitmişti.

Gerçek korkunun, nefesini sıkan bir el gibi boğazına oturduğunu fark etti.

—✧—

Aedis, Sarah ve beni Marki'nin malikanesine geri götürdü. Gece olduğu için evine dönmek üzere bir araba çağırdı.

Evlilik raporunu alamamak endişelerimden biri değildi ama yine de içimde bir huzursuzluk vardı.

Aedis’in bir yıl içinde yapması gereken fiziksel aktivitenin tamamını sadece birkaç gün içinde tükettiğinden endişeliydim.

İşler böyle devam ederse… Kuzeye vardığımızda da kendini izole etmeye devam edecekti.

Ama şu an bunun sırası değildi.

Önce Sarah’ya biraz dinlenmesini söyledim. Sonra, annemi görmek için yola koyuldum.

—✧—

Limon rengi saçlarını özenle toplamış olan annem, gözleri bir belgeye odaklanmış halde bana seslendi.

“Maevia.”

“Evet, anne.”

“Ne zaman gidiyorsun?”

Çok basit bir soruydu.

Oturduğum anda, bir hizmetçi yanıma yaklaştı ve yüzeyinde minik buz parçalarının dans ettiği bir bardak içki bıraktı.

Buz küpleri, bardağın kenarına çarpıp hafif bir tını bırakarak hareket ediyordu.

"Bugünden itibaren Grandük’ün başkentteki konutunda kalmayı düşünüyorum. Ayrılmadan önce vedalaşacağım."

Gilbert, elinde evlilik sözleşmesiyle başkente geldiğinde, aileme onunla evlenmeye niyetim olmadığını söylemiştim.

Aileme o lanet adamla evlenmeye niyetim olmadığını, onun yerine Grandük'ü istediğimi söylemiştim.

Tabii ki çıldırmıştılar.

Onlara, söylentilerde anlatıldığı gibi ölmek üzere olan yaşlı bir adam olmadığını açıklamak zorunda kalmıştım.

Bana inanmamışlardı. Bunun yerine, kuzeye casus göndermişlerdi.

Gerçekleri öğrendiklerinde bile, Grandük hakkında bilgi sahibi olamamışlardı.

En azından aslında yaşlı bir adam olmadığını öğrenmişlerdi.

O zamandan beri ailem bu evliliği önemsemeyip ne istersem yapabileceğimi söylemişlerdi.

Yine de annemin benim için endişelendiğini biliyordum.

Gözlerini belgelerinden ayırıp bana çevirdi.

“Marki’nin malikanesinde bir sürü yetenekli insan var. Neden yanında birkaç kişi götürmüyorsun?”

"Sadece Sarah'ı alacağım."

Annem, gözlerini kıstı.

"Hayır, değil."

Sesindeki sertlik, odadaki havayı soğuttu.

"Kuzey bölgesinin tamamı Grandük’e ait olsa bile, başkente hâlâ çok uzak. Gönderdiğimiz ulak[1] ne kadar hızlı olursa olsun, haberi ulaştırması bir hafta sürer. Senin iyi olup olmadığını bilmezsek nasıl rahat uyuyabiliriz?"

Başımı eğerek hafifçe mırıldandım.

“Nasıl yani? Gelmeyecek misin?”

Annem gözlerini kırpıştırdı.

“Ne?”

"İlkbahar, yaz, sonbahar, kış… Her mevsim sizi davet etmeyi düşünüyordum."

Kısa bir sessizlik oldu.

Sonra, onun derin bir iç çekişini duydum.

Annem elindeki tüm kâğıtları bıraktı.

“Öyleyse yap.”

Kaşlarımı kaldırdım.

“Anlamadım?”

“Bizi davet et.”

Cevabı… fazla hızlı gelmişti.

Sanki kuzeye gitmesi için hiçbir neden yokmuş gibi görünse de bunu duyduğu an kararını vermişti.

İçkimden bir yudum alıp, şakacı bir şekilde güldüm.

"Ama düşün, annemin yılda dört kez kuzeyi ziyaret etmesi sıkıcı olmaz mı?"

"Bunu yapmak için zaten yeterince paramız ve gücümüz yok mu?"

Haklıydı.

İster para ister güç olsun… Onları sık sık kullanmazsanız paslanırlardı.

"Orası sandığınız kadar kötü bir yer değil."

“Umarım öyledir.”

Konuşmamız bitmesine rağmen, annem hâlâ belgelerine geri dönmemişti.

Bunun yerine, şarabını kaldırıp bana baktı.

“Peki Maevia, neden mutsuzsun?”

Annemden beklendiği gibi.

Yüzümdeki gülümseme silindi.

Başkenti terk ettikten sonra bile, Kallen’i rahatsız etmeye devam edecektim.

“Gilbert'in Kallen adında bir astı var ve… köpekten bile değersiz....”

Anneme her şeyi anlatacağım için heyecanlıydım.

—✧—

O gece Aedis'in gönderdiği arabayla Grandük'ün malikânesine doğru yola çıktım.

Yanıma aldığım tek şey basit bir valizdi. Geri kalan eşyalarım, sabah hizmetçiler tarafından getirilecekti.

Arabadan indiğimde Grandük'ün adamları bana yardım etti. Tatile çıkmayı ya da maaşına zam yapılmasını reddeden ve 'eğitimli bir insan olmamasına rağmen üç kez affedildiği için' zaten mutlu olduğunu söyleyen Sarah yüksek sesle soludu.

Araba Grandük'ün malikanesinin girişinde durdu.

Önümde, koyu kırmızı bir halı serilmişti.

Halının iki yanında, simsiyah üniformaları içinde, dimdik duran muhafızlar vardı.

“Leydim?”

Telaşlı Sarah'ya bundan sonra bana 'ekselansları' diye hitap etmesini söylemek yerine ilerledim.

Önüme serilen halının üzerinde rahat bir şekilde adımlarımı attım.

Bütün bunların Aedis’in emri olmadığını tahmin edebiliyordum.

Öyleyse…Kimdi?

Uzun süre düşünmeme gerek kalmadı. Girişte, iki adam beni bekliyordu.

Biri yetişkin gibi görünürken diğeri benden daha genç görünüyordu.

Ve ikisi de aynı anda, tek dizlerinin üzerine çökerek başlarını eğdiler.

"Sizi ilk kez selamlıyorum, ekselansları. Adım Vega ve geçici olarak Grandük'ün konutundan sorumluyum."

“Benim adım Prokeon ve bu yıl yeni şövalye oldum! Lütfen içeri girin. Hayatımı size rehberlik etmeye adayacağım.”

Bu ilk görüşmemiz ama şimdiden hayatını bana adıyorsun...

BÖLÜM NOTU

[1] ulak: haber veya mesaj taşıyan kişilerdir. Eski zamanlarda genellikle hükümdarlar, devlet adamları veya önemli kişiler arasında haberleşmeyi sağlamak için kullanılırdı.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu