Yağmur şiddetli bir şekilde yağıyordu.
Bir alev uçsuz bucaksız bir ovayı sarabilir ama tek bir kordan başlamalıdır; bir nehir ağzına kadar dolup taşabilir ama tek bir damlacıktan başlamalıdır.
Bir alev olmayabilirim ama kor olabilirdim; kendime nehir diyemeyebilirim ama bir damlacık diyebilirim.
“Hmm.”
Yağan yağmurun ortasında, yaşlı adam akan suyun ortasında durdu.
Bana doğru hafifçe başını salladı.
“Hadi birlikte savaşalım, genç adam.”
En üst sralamadaki avcı.
Kılıç Azizi.
İmparatorluk Şövalyeleri'nin komutanı.
Savaşa katıldı.
“Ahaha!”
Yağmur devam etti.
“Üzgünüm geciktim!”
Su birikintilerinin arasından sıçrayan bir ses kahkahalarla yaklaştı.
“Daha erken gelebilirdim, lakin koca bir birliği yönetmek göründüğü kadar basit değil!”
Sesin sahibi tek kolluydu. Kırmızı ışığın süpürdüğü, sadece su birikintilerinin kaldığı sokakta tek kollu rahip dimdik duruyordu.
“Teşekkür ederim, Avcı Kim Gong-Ja.”
Sapkın Soruşturmacısı kalan eliyle şapkasını düzeltti.
Yağmur yağıyordu.
Bulanık yağmurun arasından, Sapkın Soruşturmacısı’nın arkasından bir şey fırladı. Yağmur suyunu yararak ileri doğru fırladı.
“Bize kazandırdığınız zamanı iyi kullanacağız.”
Binlerce asker.
Yıkılmış binalardan kaçan, batık çukurların üzerinden atlayan, su birikintilerini yaran İmparatorluk askerleri hızla toplanıyordu. Sadece askerler değil - başkaları da vardı. Zırhsız vatandaşlar, miğfersiz İmparatorluk halkı. Neredeyse çıplak vücutlarıyla akın akın geliyorlardı.
“Büyük General'in emriyle, herkes.”
Sapkın Soruşturmacı genişçe gülümsedi.
Binlerce asker ve on binlerce sivil bağırdı.
“İmparatorluğa dişlerini gösteren piçleri katledin.”
Dördüncü sıradaki avcı.
Her Şeye Gücü Yeten Tanrı Tapınağı'nın Efendisi, Sapkın Soruşturmacısı.
İmparatorluğun Büyük Generali.
Takviye kuvvet getirmişti.
“Oooooo!”
Yağmur yağmaya devam etti.
Damlacıklar birleşerek bir nehir haline geldi.
Bir zamanlar korkunç bir gelgit gibi üzerimize gelen canavar ordusu şimdi durmuştu. Yerinde donmuş yüksek bir gelgit gibi, canavarlar kapıda tereddüt etti. Gelgit tersine dönmüş, sel çekilmiş ve kırık kapıda akıntı geriye doğru akmaya başlamıştı.
“Tanrılar bizimle!”
Yağmur yağdı.
“Çok yaşa Aegim İmparatorluğu!”
Yağmur yağdı.
‘Ah.’
Yağmur suyu tarafından akıntıya ne zaman kapıldığımı anlayamadım. Zaman yavaşladığı için miydi? Aniden, taşan deredeki ilk damla haline geldim ve akmaya başladım.
Bir sınır krallığından gelen bir mülteci yanımda mızrağını salladı. Şimdi yok olmuş bir İmparatorluk köyünden bir çiftçi sağımda bir çapa sallıyordu. Arkama baktığımda, benden pekte farklı olmayan bir avcı kılıcını kaldırdı.
Sürekli bir şeyler söylüyorlardı,
“----.”
“------!”
Ama anlayamadım.
Yağmurun sesi miydi? İnsanların bağırışları mı? Canavarların çığlıkları mı? Zaman yavaşladığı için miydi? Yoksa ben de onlarla birlikte sürüklenip giden bir damlacık haline geldiğim için miydi?
Yoksa kılıcımı salladığım için miydi?
“-----!”
İlerledim.
“------.”
Daha da fazla.
Ateş her alanı yakana ve su her köşeyi basana kadar.
Biraz daha, biraz daha ileri.
“Hey.”
*Dokunur*
Bir şey bana dokundu. Omzuma dokundu. Milyonlarca yağmur damlasının gürültüsünü ve binlerce kişinin sesini yararak benimle konuştu. Tek gözlü bir figürdü, göz bandı takıyordu.
“Aferin sana. Daha erken gelmeliydim. Ugh! hem kraliyet muhafızlarımı, hem lonca üyelerimizi de toplamak zaman aldı. Ama merak etmeyin. Bize neden Chun-Moon Loncası dendiğini size göstereceğiz.”
Figür aniden durakladı.
“......”
Birden konuşmayı kesti ve tek gözüyle yüzüme baktı.
“Dinlemiyorsun. Kendini kaptırmışsın, ha? Güzel. Bunu sevdim.”
Figür hafifçe kıkırdadı.
“Hey, benim adım Liǎofàn. Muhtemelen duyamıyorsundur ama sorun değil. Kabul salonunda hayatımı kurtardın. Bir borcumu bile ödeyemiyorsam Chun-Moon Lonca Lideri olmanın ne faydası var? Sadece önünüze odaklanın. Ben sol tarafla ilgileneceğim. Bunu büyük bir ayrıcalık olarak kabul et.”
Kılıcını çekti.
“Sağ tarafımda hiç kimse ölmedi.”
Yağmur yağdı.
“Devam et, yükselen yıldız.”
Kılıcımı salladım.
“Seni koruyacağım.”
Akıntı şiddetlendi.
Daha şiddetli akıyordu.
“Üzgünüm, geciktim! İmparatorluk İmparatoru'nu aramakla meşguldüm. Onu buldum ama çoktan zehir içip intihar etmişti. İmparator'un otoritesini kullanarak güç toplamak zor görünüyor. Özür dilerim.”
“Sorun değil. Burada daha fazla güç toplamaya gerek yok. Aksine, Genç bayan Paladin, savaşa katılın.”
“Elbette. Hm? Avcı Kim Gong-Ja neden...?”
“Onu şimdi rahatsız etmeyin.”
Yağmur yağdı.
“Şu adam. En iyi zamanının tadını çıkarıyor.”
Yağmur yağdı.
“Acınası varlıklar.”
“Size emanet edilen zamanın cidden size ait olduğunu mu sanıyorsunuz?”
“Sizinle ilgilenen tanrıçanın gücü azalıyor. Artık İmparatorluk'ta tanrıça yok. Şimdi kime sığınacaksınız? Yoksa Kendiniz mi karşı koyacaksınız? O zaman öyle olsun.”
Alaycı kahkahalar yağmurla birlikte akıyordu.
“Gelin bakalım.”
Kırmızı bir parıltı.
Ama yolumu kesen şeyler vardı.
Hem de bir sürü.
“Hey, Cadı! Çabuk aynayı kaldır!”
“Biliyorum. İlkini kaçırdım ama ikinci olmayacak.”
“İhtiyar! Cadı ışını dağıttığında, onu birlikte keselim!”
“Ben tek başıma yeterim.”
“Geliyor, millet!”
Yağmur yağdı.
“-Dağıl.”
Aynalar altı ışık huzmesiyle parladı. Kırmızı ışın ilk aynaya çarptı ve hafif kaydı. *Parçalanır!* Birinci, ikinci ve üçüncü aynalar paramparça oldu. Ancak dördüncüsü kırılmadı ve kırmızı ışını tamamen saptırdı.
“Kılıç Azizi! Engerek!”
Birisi bağırdı.
“Hahh.”
Bir nefes alma sesi.
“Huhh!”
Ve nefes verilme sesi duyuldu.
Gökyüzü yarıldı.
Nefes alma ve verme arasındaki anda gökyüzü yarıldı. Kırmızı ışın bile ikiye bölündü. Sanki uçsuz bucaksız bir denizin iki tarafa ayrılması gibiydi.
Geniş açık su yolu.
Beş ses kendi tarzlarında konuşuyordu.
“Bak! Bak! Bak! Bende daha iş bitmedi!”
“Zırvalamaya devam ediyorsun..”
“Şimdi bizim şansımız!”
İçlerinden bir ses fısıldadı.
“Bizi anında İblis Kral'ın önüne ışınlayacağım. Herkes benimle kalsın!”
“Acele edin! Eğer İblis Kral daha fazla canavar çağırırsa, her şey boşa gidecek!”
Beş ses birbiri ardına yükseldi.
Tek bir yerde toplandılar.
Ve sonra.
“Kim Gong-Ja!”
Biri elini uzattı.
Yağmur o kişinin yüzünden aşağı aktı.
“Elimi tut!”
“......”
“Zamanımız yok, acele et!”
Aniden.
Sonsuzluk gibi gelen an yavaşladı.
Etrafımdaki insanları görebiliyordum.
Yakınımdaki sesleri duyabiliyordum.
Sadece o da değil. Nerede olduğumu, buraya nasıl geldiğimi, her şeyi bir anda hatırladım.
Bir savaş alanının ortasındaydım.
İmparatorluk ordusu ve vatandaşları canavarları açıkça geri püskürtüyordu. Yıkılan kapıdan sonsuz bir avcı akını vardı. Sonunda, 12. kat aşamasının durumunu fark eden avcılar savaşa daldı.
“Avcı Kim Gong-Ja!”
Sayısız insan arasında en önde biz vardık.
İblis Kral'a giden yol bomboştu çünkü İblis Kral'ın kızıl saldırısı canavarları bile silip süpürmüştü. Canavarlar yakında çoğalacaktı ama henüz değil.
“Acele edin!”
Üst sıradaki avcılar tek bir yerde toplanmıştı.
Biraz komik görünüyordu.
Sapkın Soruşturmacısı Engerek’in sırtını atlamıştı. Engerek şiddetle yüzünü buruşturarak Kılıç Azizi'nin ön kolunu kavradı. Kaşları daha da çatılmış olan Kılıçlı Aziz elini Paladin’in omzuna koydu. Paladin ise duygusuzca Cadı'nın sol elini tuttu.
'...Eğer bunun fotosu internete düşseydi kesin viral olurdu.’
O kadar korkunç ve muhteşem bir sahneydi ki, Cadı bağırdığında absürt fanteziler içinde kaybolmuştum.
“Hadi! Eğer şimdi tutmazsan, seni burada bırakacağım!”
Cadı sağ elini bana doğru uzattı.
‘Ah.’
Ve sonra fark ettim.
Bu sahne yok olmak üzereydi.
Kılıç Azizi ile yaptığım keskin takas.
Kılıç Azizi'nin Paladin tarafından ikna edilerek kılıcını isteksizce nasıl çektiği.
Kılıç Azizi'nin benden özür dilemesi.
Üç avcının Sapkın Soruşturmacısı tarafından vahşice öldürülmesi.
Yaptığımız kavgalar.
Ateşkes.
Birlikte savaşışımız.
‘Hepsi yok olacak.’
Hepsi.
Öylece akıp giden yağmur suyu gibi.
‘Hatırlamayacaklar.’
Ama...
-Ne yapıyorsun, ortak?
Hepsi bu kadar.
-Şimdi patronu avlama zamanı evlat.
Hatırlanmasa bile, bu yaşananları yok olacak değil.
Kılıcım yanımda.
Burada 1. katta ölen bir insan ve 99'uncu katta ölen bir hayalet var. Kimse onların ölümünü bilmiyor ama biz ikimiz buraya kadar geldik.
“Pekala.”
Döndüğümde hiçbir şey değişmemiş olacak.
Kılıç Azizi benden şüphe etmeye devam edecek ve ödülleri seçme zamanı geldiğinde avcılar yine şüphe edecek ya da birbirlerini öldürecekler.
“Hadi gidelim.”
Ama ben güçlendim.
Artık masum insanların ölmesine izin vermeyeceğim. Kontes, Sang-Ryun'un liderinin ölmesine ve dış dünyanın Kule ile bağlantısını kaybetmesine seyirci kalmayacağım. Hainin kim olduğu hakkında oldukça iyi bir fikrim var. Emindim.
Daha iyisini yapacağım.
“Pekâlâ!”
Cadı elimi sıkıca tuttu.
“Işınlanma!”
Bir sonraki anda, gökyüzünden yoktan belirdik ve aynı anda yere indik. Önümüzde kılıcını tutan görkemli İblis Kral duruyordu.
-İlginç.
İblis Kral insan şekline bürünmüş bir gölge gibiydi.
-Tanrıçanın kahramanları, değil mi?
Yüzü vardı ama ifadesi yoktu. Kolları vardı ama elleri yoktu. Bacakları var ama ayakları yok. Sanki Şeytan Kral gerçekten yerde durmuyordu da yere batmak üzereydi.
Hayır. Aslında batıyordu. İblis Kral'ın vücudu sürekli aşağı doğru akıyordu. Derisi kirli bir su gibi bulanıktı, akıyor ve yeniden yükseliyordu.
Kâbusların efendisi.
Hareket eden bir gölge.
Sonsuza dek akan bir karanlık.
-Kahramanlar, aranızda bir hain olduğunu biliyor musunuz? Elbette biliyor olmalısınız. Yine de umutsuzca birbirinize güveniyor, parçalanmış parçaları bir araya getirmeye çalışıyorsunuz. Bu paçavraların sizi koruyacağını mı sanıyorsunuz?
Daha fazla dinlemeye gerek var mıydı?
En azından bana göre yoktu.
Elimde bir kılıçla saldırdım.
“Kim Gong-Ja!?”
Paladin'in telaşlı sesi arkamdan geldi.
“Hayır! Bekle! Tek başına saldırma! İşbirliği yapmalı ve ortak bir saldırı başlatmalıyız.”
Özür dilerim.
Bir sonraki hayatta görüşürüz.
Bugünü hatırlamayacaksın.
-Ho.
İblis Kral tek başıma saldırmamı izlerken kıkırdadı.
-Aptal.
Garip bir gülüştü. İblis Kral'ın yüzünde göz ya da ağız yoktu, bu yüzden kahkaha derisinden akıyor gibiydi. Gölgemsi, bulanık madde akıyor, kabarıyor ve kahkahaya dönüşüyordu.
-Beni öldürmeye mi geldin kahraman?
İblis Kral kılıcını savurdu.
O anda kesinlikle durduramayacağım bir saldırıydı bu.
Kılıç boynumu kesmek için bana ulaşmadan hemen önce.
“Hayır.”
Kutsal kılıcımla engellemeye çalışmadım.
Bu gereksizdi.
Bunun yerine, saygılı bir şekilde orta parmağımı kaldırdım.
“Sana ölmeye geldim, piç kurusu.”
Bunu bir sonraki hayatta halledelim.
İblis Kral'ın kahkahasının bir anlığına donduğunu açıkça gördüm.
“-----!”
“---Ja, ---!?”
Kısa süre sonra hiçbir şey duyulmadı.
Bilinç kayboldu.
Görme, duyma, dokunma, çeşitli duyular anında kapandı.
Sadece yüzüme düşen yağmur sonuna kadar hissedildi.
Ve sonra.
[öldün.]
Bir ses duyuldu.
[Becerinizin koşulu ölümünüzle yerine getirildi.]
[Canavar Güz Yağmurunun İblis Kralı'nın becerileri rastgele kopyalanabilir.]
İşte başlıyoruz.
[Beceri kartları oluşturuluyor.]
Şimdi 2. Tura geçme zamanı.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı