Bir söz vardır.
Koşan birinin üstünde, uçan biri vardır.
Başka bir deyişle.
Kılıç kullanan bir avcının yanında, askerlere komuta eden bir avcı vardır.
Bunlar Efendi Konfüçyüs'ün sözleridir.
*Gong-ja Korece'de Konfüçyüs demektir. Kelime oyunu.
“Hey, bu da ne!”
“Uh? Görünüşe bakılırsa, bu bizim avcılardan biri değil mi?”
Savaşın ortasında. Kılıçlarını savurmakla meşgul olan avcılar başlarını çevirdi. Canavarlarla savaşın ortasında dikkatlerinin dağılması tehlikeliydi. Neyse ki avcılar bir an için gözlerini kaçırmayı göze alabiliyorlardı.
Bu fırsatı bizzat ben yarattım.
“Kahraman!”
General arkasına baktı ve bağırdı.
“Bu doğru yön mü?”
Generalin vücudu sarsıldı. Benimki de öyle. Bunun nedeni ikimizin de aynı ata binmesindendi. General atını mahmuzlarken ben de onun arkasında oturuyordum.
Yolculuk korkunç derecede rahatsız edici olsa da, bu duygu heyecan vericiydi.
“Evet. Düz gitmeye devam et ve sağa dön - orada İblis Kralın lejyon komutanını bulacaksın. Etrafta bazı canavarlar var ama endişelenme. Onlardan kurtulabiliriz.”
“Oh! Anlaşıldı!”
nasıl mı kendimden bu kadar eminim? Çünkü generalin ve benim arkamdan bin asker geliyordu.
“Askerler, beni takip edin!”
General kılıcını kaldırdı.
“Tanrıça tarafından gönderilen kahraman, bizi koruyacak!”
“Uoooh!”
Askerler kükredi ve generali takip etti. İlk Karşı saldırı böylece başladı! Şimdiye kadar savunmada olan askerler canavar sürüsünün içine daldı. Goblinler ve orklar zahmetsizce yere serildi.
“Heh.”
Bütün bunlar mini harita sayesindeydi.
Generale canavarların daha az olduğu bölgeleri hedef almasını tavsiye etmiştim.
“Ah. Buradan sağa dön.”
“Anlaşıldı! Kahraman!”
Elbette generalin güvenini kazanmak sadece mini haritayla olmamıştı. Bugünün tekrarlanması sayesinde birkaç ön hazırlık yapmıştım.
Beceriyi kazanırken generalin yaşadığı travmaya tanık olma konusuna gelince bunu başka bir zaman konuşalım.
‘Durum Penceresi.’
Şimdi önümüzdeki savaşa odaklanma zamanı.
İlk olarak, beceri. Edindiğim beceri aşağıdaki gibiydi:
İsim: Kim Gong-Ja
Derecelendirme: E
Beceriler (5/5)
1. Tıpkı Senin Gibi Olmak İstiyorum (S+)
2. Geri Dönenin Kurulu Saati (EX)
3. Kılıç Takımyıldızı (A+)
4. Goblin Yüksek Sosyetesi (F)
5. Savaş Alanı İçgörüsü (B)
‘Yeni beceri savaşla ilgiliydi.’
[Savaş Alanı İçgörüsü], adından da anlaşılacağı üzere, savaş alanını değerlendirme yeteneğiydi. Tarafımızın avantajlı mı yoksa dezavantajlı mı olduğu, bir karşı saldırı için düşmana nereden saldırmamız gerektiği - tüm bunlar sezgisel olarak netleşti.
Kısacası, bir uzman olarak oldukça ikna edici bir şekilde rol kesmemi sağladı.
‘Ama sadece becerilerle her şeyi halledemezdim.’
Sırıttım ve kılıcımı kaldırdım.
Sıradan bir kılıç değildi. İntihar için kullandığım hançer de değildi. Kutsal bir ışık yayan, kabzası bir aslanın açık ağzıyla süslenmiş bir kılıçtı. Kılıcı çektiğimde etraftaki askerler huşu içinde nefeslerini tuttular.
“Tanrıça bizi ışığıyla kutsadı!”
“Atalarımızın kutsal kılıcı... Ah, tanrılar imparatorluğumuzu terk etmedi!”
“Çok yaşa imparatorluk! Çok yaşa kahraman!”
Gerçekten de öyle.
Bu kılıç, orduya komuta etmek için yapbozun gereken son parçasıydı.
Ticaret Tanrısının kutsamasıyla seçilmiş bir eşya.
[Leafanta Aegim'in Koruyucu Kutsal kılıcı]
Nadirlik: Efsanevi
Açıklama: ‘Kutsal kılıcı ele geçiren, kıtayı fethedecektir.’ Aegim'in atalardan kalma efsanevi kılıcı, Tanrıça tarafından Aegim İmparatorluğunun kurucusuna bahşedildiği söylenir. ‘Kıtayı fetheden kişi, kaderinden kaçamayacaktır.'
Kurucu halefini seçtikten sonra ortadan kayboldu. İntihar mıydı? Yoksa İhanete mi uğramıştı? Efsane ve tarihin henüz birbirinden ayrılmadığı bir zamanda, nerede olduğu bilinmez hale geldi ve kutsal kılıç iz bırakmadan ortadan kayboldu. Geride sadece bir kehanet bıraktı.
‘Büyük gün geldiğinde, kılıç da sahibini bulacak.’
Koruyucu Kutsal kılıcın sahibi Aegim İmparatorluğundan mutlak destek ve güven alır.
Efsanevi eşya olağanüstüydü.
“Çok yaşa imparatorluk! Çok yaşa kahraman!”
“Ey Tanrıça, koru bizi!”
“Saldırın! O iğrenç canavarların hepsini yok edin!”
Askerler yenilenmiş bir cesaretle hücuma geçti.
“İnanılmaz.”
Askerler için ben efsanevi bir kahramandan başka bir şey değildim. Gerçek komutan NPC generaliyken, ben sadece bir danışman olsam da... Sanki askerler üzerinde doğrudan hükmeden bir komutanmışım gibi hissediyordum.
Moralim yükselmişti.
'İşte bu. İşte bu his. Ah, bu harika. Sadece böyle bir sahneye tanık olmak bile gizli aşamayı temizleme çabasını değerli kılıyor, sence de öyle, değil mi?
-Seni pislik, böyle bir eşya kullanıyorsun!
Ben yükselirken, Kılıç İmparatoru söyleniyordu.
-Bu sadece sağlam, parlak bir kılıç!
“Tsk tsk. Bir hayaletten ne kadar kasvetli bir bakış açısı. Bu, NPC'leri 11. kattan 20. kata kadar çıldırtan sağlam, parlak bir kılıç. Anladın mı? NPC'ler sadece görev vermek için kullanılan araçlar değildir.
Bakış açısında basit bir değişiklik.
‘Onlar görevlerin tamamlanmasında kullanılacak varlıklardır!’
Ve bu bakış açısı gerçekten de işe yaradı.
Diğer avcılar savaşta ter dökerken ve mücadele ederken, ben generalle birlikte savaş alanında keyifli bir gezintinin tadını çıkarıyordum.
“O da ne...?”
Avcıların yanından her geçişimizde birileri şaşkına dönüyordu. Şok olmuş bakışlar bile vardı.
“Neden generalle yalnız?”
“O bir NPC mi?”
“Vay canına. Bekle. Generale emir veriyor gibi görünüyor...”
“Hayır, kıyafetlerine bak. O bir avcı!”
“Kim bu kişi...?”
Şaşkınlık, şüphe, kıskançlık ve haset sesleri.
İnsanların başka bir insana baktığında verdikleri tipik tepkiler.
‘Ah.’
Sarhoş olmuştum.
'İşte bu. Aradığım şey buydu. Ah, bu inanılmaz.'
-...Ulan. Sana Aura’yı işitme duyunu geliştirip de dedikoduları dinleyesin diye değil, kılıç kullanmada ustalaşasın diye öğrettim lan. Gong-ja, sen gerçekten tam bir zombisin... İlgi manyağı bir zombi.
‘Hadi ama, bundan zevk almanın nesi yanlış!’
Saldırı başarılı oldu. Canavar ordusu hızla düşüyordu.
Bizi durdurmak için umutsuzca son direnişlerini yapıyorlardı...
“Huff!”
Solumuzda, bir grup yetenekli avcıya liderlik eden Kılıç Azizi orkları katlediyordu.
“Ahaha! Oh, ne dokunaklı bir gün! Yeni bir savaş! Yeni bir çağ! Ne kadar-”
“Kapa çeneni! Çene çalacak vaktin varsa, başka bir goblin öldür!”
Sağımızda, Sapkın Soruşturmacısı, Engerek ve büyük loncalardan üyelerle önemli bir rol oynuyorlardı.
Düşmanın kanatları parçalanmıştı ve İlerleyişimizi durduracak hiçbir yedek kuvvet kalmamıştı. Çıng! Klang! Goblinlerin kafaları atlı süvarilerin toynaklarının altında ezildi ve orklar mızraklardan geçirildi.
“Kazanabiliriz!”
“Generali takip edin! Kahramanı takip edin!”
Hücum! Ve bir hücum daha!
Çok geçmeden düşman hattında bir boşluk açıldı. Neredeyse İblis Kralın lejyon komutanının bulunduğu yere ulaşmıştık. Mini haritada lejyon komutanı belirgin bir kırmızı bir nokta ile işaretlenmişti.
-Gurgle.
Generalin omzunun üzerinden ileriye baktığımda, uzakta tereddüt eden bir Goblin Kralı gördüm.
‘Huh.’
İçimden alay ettim.
'Düşman komutanı Goblin Kralı mı? Gerçekten mi?
Elbette, 5. katta öldürdüğüm Goblin Kraldan daha güçlü olmalıydı. Binlerce canavardan oluşan bir sürüye komuta ediyordu. Ama bir goblin ne kadar güçlü olursa olsun, yine de sadece bir goblindir. Bir süvari hücumu onu kolayca yok edebilir.
Ayrıca...
[Beceri etkinleştiriliyor.]
Goblinler için özel bir yeteneğim vardı.
-Gurgle! Gur!
Goblin Kral asasını kaldırarak yakındaki canavarları bir araya topladı. İnsan dilinde şöyle bir anlama geliyordu: 'Engelleyin şu piçleri! Aptallar!’
Gobline Kralına doğru bağırdım.
“Gurrle!”
Mükemmel bir Goblince ile!
-Gurk?
“Grrrle!”
-Gurk?
Goblin Kralının kafası gözle görülür bir şekilde karışmıştı. Lider bocalarken, etrafındaki canavarlar kaosa sürüklendi. Bu sırada bizim taraf hücuma devam etti. Bizi durdurmak için son umut olabilecek şey de yok oldu. Çing! Kleng! Bir kere daha goblinlerin kafaları atlı süvarilerin toynaklarının altında ezildi ve orklar mızraklardan geçirildi.
-Gorrle!?
Goblin Kral çılgınca hareket etti. Kandırıldığını fark etmiş gibiydi.
Ama artık çok geçti.
Kutsal Kılıcı şiddetle savurdum ve aura ile doldurdum.
“İyi bir gurrle!”
Kutsal kılıç, goblini tofuyu keser gibi kesti. Ding! Kılıç bir anlığına bir şeye takıldı, muhtemelen canavarın boyun kemiğiydi. Goblin kafası uçarken doğru düzgün bir çığlık bile atamadı.
“Ooh!”
General atını yavaşlattı ve bağırdı.
“Kahraman canavarı öldürdü!”
Bu bana yönelik değildi. Askerlerin duyması içindi. General sesine aura katarak gürültülü savaş alanında bile yankılanması için çabaladı.
Bizimle birlikte gelen emir subayları generalin niyetini hemen anladılar.
“Canavar öldürüldü!”
“Tanrıça tarafından gönderilen kahraman düşman liderini yendi!”
Generalden emir subaylarına, emir subaylarından alay komutanlarına ve onlardan da askerlerine kadar sesler yankılandı ve yankılar savaş alanında gürledi.
“Uoooh!”
Askerler karşılık olarak bayraklarını salladı. Alkışlar ve sevinç gösterileri. Yoldaşların düştüğü ve canavarların akın ettiği savaş alanında, askerler sonunda sevindi.
“......”
Attan indim ve etrafıma bakındım.
Gözlerim bir sancaktarla buluştu. Savaşın sıcağında sol kolunu kaybetmiş gibi görünüyordu. Kalan sağ koluyla bayrağı dalgalandırıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda, tek kollu sancaktar genişçe gülümsedi ve bayrağı daha da yükseğe kaldırdı.
Güneş ışınları bayrağın üzerine dökülüyordu.
“Çok yaşa Aegim İmparatorluğu!”
Kazanmıştık.
“Kalıntıları temizleyin!”
“Saldırın! Saldırın! Saldırın! Tek bir kişinin bile kaçmasına izin vermeyin!”
İşler tamamen tersine dönmüştü.
-Keurk, keurr...
-Grrr!
Bir zamanların vahşi canavarları, kaçmaya başladı.
“Huh?”
“Şu adamlara bak.”
O anda avcıların gözleri değişti. Ordular arasında bir savaş olsaydı durum farklı olabilirdi ama dağınık canavarları kovalamak bir avcının uzmanlık alanıydı. Avcılar dişlerini gösterip goblinlerin ve orkların üzerine atladı.
“Hepsini öldürün!”
Avlanma vakti gelmişti.
Katliam uzun sürmedi.
Kısa bir süre sonra, savaş alanındaki yankılanacak kadar geniş ve net bir ses kafalarımızda yankılandı.
[Aşama Temizlendi!]
[Bugün, 11. kat aşaması temizlendi.]
Bu zaferimizin kanıtıydı.
[Bir kez daha herkese duyurulur.]
[Bugün, 11. kat aşaması temizlendi.]
Alkışlar patladı.
“Vay canına! Bu gerçek mi?”
“Çok güçlü değil miyiz?”
“Çok yaşa Kara Ejderha Loncası!”
Bu kez askerler değil, avcılar sevinç çığlıkları attı. Tıpkı meydanda olduğu gibi, bazı avcılar şapkalarını havaya fırlattı, bazıları da birbirlerine sarıldı.
11. katı bir günden kısa bir sürede temizlemek!
Bu inanılmaz bir başarı ve gelgit gibi bir ilerlemeydi.
[Baskın katılımcıları değerlendiriliyor... Değerlendirme tamamlandı.]
[Baskın katılımcı sınırını aştı.]
[En iyi 10 katılımcı seçiliyor.]
Avcılar yukarı baktı.
İsimler gökyüzüne ışıkla kazınıyordu.
[Baskın Katkı Sıralaması]
1. Kim Gong-Ja
2. Kılıç Azizi
3. Sapkın Soruşturmacısı
4. Engerek
5. Paladin
6. Kara Cadı
7. Kontes
...
...
...
Tanıdık isimler birbiri ardına ortaya çıktı.
Ancak, liste tamamlanmaya yaklaştıkça, avcılar yoğun bir şekilde mırıldanmaya başladı.
“Ha? İlk sıradakinin takma adı yok mu?”
“Kılıç Aziz ikinci mi?”
“Kim Gong-Ja...?”
İsmim uzun süredir medyada yer almıyordu. İnsanların şaşırmış olması anlaşılabilir bir şeydi. Ama kafa karışıklığı kısa sürdü. Kalabalıktan biri bağırdı.
“Ah, bu 10. kat fatihi!”
“Bu doğru! 10. katın fatihinin adı Gong-Ja'ydı!”
“Yine ilk sırayı kuleden takma ad almayan bir avcı mı kaptı?”
“Bir tür münzevi uzman falan olabilir mi?”
İnsanların fısıltılarını duyan Kılıç İmparatoru şaşkın görünüyordu.
-Şuna bak hele. Münzevi bir uzman mı? Sadece entrikalarda iyi olan sinsi bir adam...
“Bunun artık beceriye dayalı bir oyun olduğunu kabul ediyorsun, değil mi?’
-Hayır! Asla kabul etmeyeceğim!
Kılıç İmparatoru, kılıç kullanmadığım için üzülmüş gibi görünerek arkasını döndü. Bu hayalet hakkında ne diyebilirim ki? Temel becerileri becerilerden daha üstün tutuyordu.
Acı bir gülümseme takındım.
“20. katı bitirmeden önce kılıç eğitimi alacağım, o yüzden sakin ol.”
-Gerçekten mi?
Kılıç İmparatoru canlandı.
'Evet, elbette. Neden yapmayayım ki? Kılıç İmparatoru'na eşlik ediyorum. Hiçbir şey öğrenmeden nasıl durabilirim ki? Bana kılıç kullanmayı öğretmen için sana yalvarmalıyım.
-Bu doğru!
Kılıç İmparatoru canlanmış bir şekilde havada dönmeye başladı.
-Sonunda değerimi anladın, Zombi. Tırmandığın kule benimkinden biraz farklı olsa da, ben kendi dünyamda o kuleden süzülerek geçtim. 11. kat benim için sadece hafif bir ısınma egzersiziydi.
Ah, kolaymış.
Bu hayaleti yatıştırmak çok kolaydı.
Nasıl bu kadar kolay olabilir?
“Tanrıça tarafından gönderilen kahraman.”
Kılıç İmparatoru'nun süzülüşünü izlerken general yaklaştı. Her tarafı canavar kanıyla kaplıydı ama yüzü temizdi ve düzgün bir gülümsemesi vardı.
“Sayenizde kazanmayı başardık. Size içtenlikle teşekkür ediyorum.”
“Önemli değil. Kazanmak için hep birlikte çalıştık.”
“Ahaha.”
General garip bir şekilde yanağını kaşıdı.
“Boşuna endişelenmişim.”
“Pardon?”
“Uzun zaman önce tapınaktan bir kehanette bulunmuştu. İblis Kral gelecekti ama başka bir dünyadan gelen kahramanlar da gelecekti, o yüzden endişeliydim... Şüpheciydim. Bu dünyadan bile olmayan kahramanlar bizim için gerçekten savaşır mı?”
General gülümsedi.
“Ama bu gereksiz bir endişeydi. Tekrar minnettarlığımı ifade etmeme izin verin.”
General elini uzattı.
Bir el sıkışma. Farklı dünyalara rağmen, birbirinin elini sıkmanın anlamı benzer görünüyordu. İster bu dünyada ister bizim dünyamızda olsun, insanların iki eli vardır, değil mi?
“Etkileyici performansınızın devamını dört gözle bekliyorum.”
“Elimden geleni yapacağım.”
El sıkıştık.
[Net ödüller değerlendiriliyor... Değerlendirme tamamlandı]
[En çok katkıda bulunanlar ödüllendiriliyor.]
Sonra, sesle birlikte bir ışık beni sardı.
Sadece beni değil. Savaş alanında oradan buradan ışıklar yükseldi. Bir, iki, üç, dört... On ışık huzmesi gökyüzüne yükseldi.
[En çok katkıda bulunanlara 12. kata erken giriş hakkı verilecektir.]
[En çok katkıda bulunanlar ödüllerini alana kadar, geri kalan katılımcılar 12. kata giremezler].
[Bir kez daha herkese duyurulur. En çok katkıda bulunanlar...]
Beklendiği gibi.
Baskına en çok katkıda bulunan 10 kişi ödüllerini ilk olarak aldı. 11'inci veya 12'nci sırayı kıl payı kaçıran avcılar için üzüldüm ama oldukça makul bir sistemdi.
Tamamen ışığa gömülmeden hemen önce general şöyle dedi.
“Lütfen imparatorluğumuza iyi bakın.”
Ve sonra, 12. kata çağrıldık.
Kılıç azizi bizi öldürmez dimi o kdr yanımızda adam var