4048 gün.
[öldün.]
4047 gün.
[öldün.]
4046 gün.
[Öldün.]
Bu, bir kişinin geçmişini, kulenin hafızasına sonsuza dek kazınmış gibi görünen bir efsaneyi, silme süreciydi. Roma nasıl bir günde inşa edilmediyse, Alev İmparatoru'nun efsanesi de birkaç günde yaratılmamıştı. Doğal olarak hepsini silmek zordu.
Ama imkânsız da değildi.
“Lanet olsun...!”
Kendimi öldürürken lanet ettim.
Vazgeçmek istediğimde, Alev İmparatoru’nun bedenimi ateşe verdiğinde hissettiğim acıyı, adaletsizlik duygusunu, içimdeki öfkeyi ve Mahalleyi ateşe verdikten sonra kayıtsızca geri dönüp “Bunda benim çıkarım ne?” diye sorduğu zamanki yüz ifadesini aklıma getirdim.
Bana bir böcekmişim gibi bakan o yüz ifadesi aklıma geldi.
“Seni geberteceğim!
slap!
Dişlerimi sıktım ve bıçağı boynuma sapladım.
'Seni öldüreceğim, Yoo Soo-Ha!'
Bu kendimi öldürme göreviydi.
Ama asıl hedef, Alev İmparatoru'nu öldürmekle ilgiliydi.
[öldün.]
[24 saat öncesine döneceksin.]
4040 gün.
4039 gün.
4038 gün.
4037 gün.
...
...
...
Kendimi kaç kez öldürdüm?
Akmayan bir kum saati gibi, görevim hiç bitmeyecekmiş gibiydi. Alev İmparatoru'nun başarıları bir piramit gibi yıkılmaz görünüyordu.
Sonra o piramitte çatlaklar belirmeye başladı.
「Alev İmparatoru 39. katı tek başına halletti!」
「Tek başına 38. katı fethetti! Alev İmparatorundan bir efsanevi başarı daha!」
「37. Kat başarılı bir şekilde zapt edildi! 」
「Avcı Yoo Soo-Ha. Dünya sıralamasında 1. sıraya ulaşan ilk Koreli.」
...
「Kılıç Azizi'nin gidişiyle 1. Sıra tahtına kim oturacak? Yabancı uzmanlar 'Koreli Yoo Soo-Ha’ en olası isim diyor. 」
「Esrarengiz kahraman 10. Katı aştı. Kim bu kahraman? 」
「Kılıç Azizi 22 gündür kayıp. Bu Avcı sektörü için en büyük kriz mi olacak? 」
...
Odamın duvarında Alev İmparatoru'nun tarihini gösteren gazete kupürleri teker teker kayboluyordu.
Teker teker.
「Tek başına 38. katı fethetti! Alev İmparatorundan bir efsanevi başarı daha!」
「37. Kat başarılı bir şekilde zapt edildi! 」
「Avcı Yoo Soo-Ha. Dünya sıralamasında 1. sıraya ulaşan ilk Koreli.」
「Kılıç Azizi'nin gidişiyle 1. Sıra tahtına kim oturacak? Yabancı uzmanlar 'Koreli Yoo Soo-Ha’ en olası isim diyor. 」
「Esrarengiz kahraman 10. Katı aştı. Kim bu kahraman? 」
「Kılıç Azizi 22 gündür kayıp. Bu Avcı sektörü için en büyük kriz mi olacak? 」
Kayboldular.
Her seferinde tek bir parça
‘Sonunu görebiliyorum!’
Sona yaklaşmıştım.
Hala uzun bir yol var, ama... sorun değil. Dayanabilirim. Bir zamanlar ölümsüz ve yok edilemez görünen Alev İmparatoru, ne ebedi ne de yenilmezdi. Sadece bu gerçekten emin olmak bile benim için yeterliydi.
‘İmkansızı başarabilirim!’
Bıçağı salladım.
Bu savuruşla, Alev İmparatoru'nun 37. katı fethettiği zamanı öldürdüm.
「Avcı Yoo Soo-Ha. Dünya sıralamasında 1. sıraya ulaşan ilk Koreli.」
「Kılıç Aziz'in gidişiyle 1. Sıra tahtına kim oturacak? Yabancı uzmanlar 'Koreli Yoo Soo-Ha’ en olası isim diyor. 」
「Esrarengiz kahraman 10. Katı aştı. Kim bu kahraman? 」
「Kılıç Azizi 22 gündür kayıp. Bu Avcı sektörü için en büyük kriz mi olacak? 」
Bıçağı tekrar salladım.
Onu sallayarak Alev İmparatoru'nun dünyanın zirvesine ulaştığı zamanı öldürdüm.
「Kılıç Aziz'in gidişiyle 1. Sıra tahtına kim oturacak? Yabancı uzmanlar 'Koreli Yoo Soo-Ha’ en olası isim diyor. 」
「Esrarengiz kahraman 10. Katı aştı. Kim bu kahraman? 」
「Kılıç Aziz 22 gündür kayıp. Bu Avcı sektörü için en büyük kriz mi olacak? 」
öldürdüm.
「Esrarengiz kahraman 10. Katı aştı. Kim bu kahraman? 」
「Kılıç Aziz 22 gündür kayıp. Bu Avcı sektörü için en büyük kriz mi olacak? 」
Tekrar öldürdüm.
「Kılıç Aziz 22 gündür kayıp. Bu Avcı sektörü için en büyük kriz mi olacak? 」
Sonunda,
[öldün.]
Eski bıçağım artık yeni gibi parlıyordu.
Ellerimde daha az kırışıklık vardı. Sık sık taşındığım için odamda az eşya vardı. Gençlik günlerime geri döndükçe hayatım daha da fakirleşti. Ara sıra mola vermek için banyoya gittiğimde, aynada gençleşen yüzümü görebiliyordum.
Ve sonunda.
“Ah...”
Gitmişlerdi.
Duvarımda hiçbir şey yoktu.
Sayısız gazete makalesi ve dergi röportajı yok olmuştu. Odamın duvarlarında kağıt parçaları yoktu.
Bir boşluk.
Alev İmparatoru adlı tarihi silmiştim.
“Başardım.”
Bilinçsizce mırıldandım.
“Geri döndüm...”
11 yıl önce , 6 Mayıs.
Alev İmparatoru - Yoo Soo-Ha'nın uyanışından bir ay önceye kadar gerilemiştim.
‘Tereddüt etmeye gerek yok.’
Eski püskü kıyafetler giymiştim.
‘Beklemeye gerek yok.’
Yirmili yaşlarımın başında sahip olduğum her şey, sade bir kapüşon ve eşofman altıydı. Yetersiz eşyalarımı zırh yaparak dışarı çıktım.
Geçmişte olmanın heyecanı yoktu.
‘Yoo Soo-Ha.’
Onu öldürene kadar.
‘Rahatlayamayacağım.’
4090 kez.
Bugüne dönmek için kaç kez öldüğümün sayısıydı.
Başlangıçta hesapladığım 4050 kereden daha fazla. Binlerce intihar ve mola için harcanan zamanı da sayarsak, bu sayıya ulaşıyordu.
Ama hepsi bu değildi.
Yoo Soo-Ha hakkındaki her şeyi, her bilgiyi topladım.
Bugünü, 6 Mayıs'ı 10 kez tekrarladım.
‘Sabah saat 11.’
Yoo Soo-Ha neredeyse her zaman sabah 11'de uyanır. 6 Mayıs'ta da aynı saatte uyandı, belki de bir gece önce içtiği dört bira yüzünden yüzünü buruşturuyordu.
‘Öğleden sonra saat 14:00.’
Yoo Soo-Ha avlanmak için yaşadığı kiralık daireden ayrıldı. F-sınıfı avcıların sık sık kaldığı bir yer. Avlanırken sık sık ölmelerinden faydalanan ev sahibi, kiraları düşük tutuyor ancak yüksek depozito talep ediyordu. Kurnazca bir iş.
‘Öğleden sonra saat 15:00.’
Yoo Soo-Ha kulenin 2. katında sümüklüböcek avlıyordu. Ancak sümüklüböcekler tek başına iyi bir günlük kazanç sağlamıyordu. Saat 15:11'de, Yoo Soo-Ha kendi kendine homurdandı,
“Ah, kahretsin. Ne zaman Kılıç Aziz gibi para içinde yuvarlanacağım?”
Dört dakika sonra, saat 15:15'te mırıldandı,
“ah be, sümüklüböcek avlamak çok sıkıcı.”
Tipik bir F-sınıfı avcı.
Altın bileti bekleyerek yaşanan bir hayat.
Bu 21 yaşındaki Yoo Soo-Ha'ydı, 32 yaşındaki Alev İmparatoru değil.
“Keşke piyangoyu kazanabilseydim...”
Kısa süre sonra, 21 yaşındaki Yoo Soo-Ha bu dileğini gerçekleştirecekti.
Yoo Soo-Ha, Geri dönen becerisini kazandıktan sonra bunu piyangoyu kazanmak için kullandı.
Sang-Ryun olarak bilinen Tüccar Birliği, kulede bunu yapan tek lonca olarak her hafta piyango bileti düzenliyordu. Kayıtlara geçen kazananlar arasında daha sonra Alev İmparatoru olarak bilinecek olan genç adam da vardı.
Üst üste iki kez büyük ikramiyeyi kazanmıştı.
‘Önümüzdeki üç veya dört hafta içinde olacaklar bunlardı.’
Ama...
21 yaşındaki Yoo Soo-Ha'nın böyle bir geleceği olmayacaktı.
‘Bugün burada öleceksin.’
6 Mayıs, 17:31.
Yoo Soo-Ha, belki de sadece sümüklüböcek avlayarak hayatta başarılı olamayacağını düşünerek 2. kattaki avlanma alanını terk etti. Acemi avcıların daha az uğradığı, daha zorlu bir bölgeye geçti.
Uzak ve tehlikeli bir yer.
'...Geldi.’
Onu orada bekliyordum.
‘Bu o.’
Yoo Soo-Ha, esniyor ve salına salına yürüyordu. Aradan 11 yıl geçmiş olmasına rağmen onu hemen tanıdım. Özellikle sezgilerim kuvvetli olduğu için değil. Sadece Yoo Soo-Ha 11 yıl sonra nasıl görünüyorsa şimdi de aynı görünüyordu.
‘Muhtemelen daha sonradan bir yerlerde gençlik İksiri bulup içmiştir. Her neyse’
Böyle açgözlü bir domuz olduğun için!
Teşekkürler.
‘Gel hadi.’
Kalbim çılgınca çarpıyordu.
Gerginliğimi bastırdım ve seslendim.
“A-Affedersin, Avcı! Lütfen kurtar beni...”
“Ne?”
Yoo Soo-Ha bana doğru baktı.
“Kurtlar tarafından saldırıya uğradım... Lütfen, kurtar beni. Lütfen bana bir iksir ver...”
Kan içindeydim. Benim değildi, daha önce avladığım canavarların kanıydı. Başkalarına göre, ölümden birkaç santim uzakta, acemi bir Avcı gibi görünüyordum.
“Ah, kahretsin. Bu da ne böyle?”
Yoo Soo-Ha da muhtemelen beni öyle gördü.
“Buradaki canavarlara çoktan bulaştın mı? Lanet olsun. Bugünkü avım mahvoldu.”
“Lütfen... bir iksir...”
“Ne iksiri? Pahalı iksirimi bir yabancıya bedavaya vermeyeceğim. Bu delilik olur.”
Yoo Soo-Ha plastik bir şişe çıkarıp önümde salladı. İçindeki kan kadar kırmızı sıvı çalkalanıyordu. Simya Kalesi'nden alınmış, dükkânda 20 altına satılan bir iyileşme iksiriydi.
“Bunun için… sana... yirmi altın veririm...”
“Vay canına. Gerçekten açgözlüsün, değil mi?”
Yoo Soo-Ha göz hizama kadar eğildi.
“Anlamıyor musun? Ölmek üzeresin. Ve sen sadece 20 altınla hayatını mı kurtarmak istiyorsun? Hayatın bundan daha değerli değil mi?”
“Uh...”
“Bunu bir düşün. Eğer şimdi gidersem, ölürsün. Ölmek istemiyorsan, hayatın için doğru bedeli ödemeye istekli olmalısın.”
“...”
Evet.
Biliyordum.
“Sana... kırk altın vereceğim...”
“Unut gitsin. Sadece sahip olduğun her şeyi ver.”
Onun böyle bir adam olduğunu biliyordum.
“Ah, doğru. Daha fazlasını vermek istiyorsun ama ellerini bile oynatamıyorsun, değil mi? Merak etme. Senin için toplayacağım. O kadar da cömertimdir.”
Yoo Soo-Ha ceplerimi karıştırdı. Gömleğimin, kapüşonumun ve pantolonumun içini. Sonunda deri cüzdanımı buldu ve sırıttı.
“Bakalım. 1 altın, 2 altın, 3 altın... Hmm. Yaklaşık 60 altın mı? Neden bu kadar fakirsin? Yanında daha fazla para taşı.”
“Uh, bu... tüm sahip olduğum...”
“Merak etme. İyi harcayacağım.”
Yoo Soo-Ha cüzdanımı cebine koydu ve başımı okşadı.
Tıpkı 4050 gün sonra beni diri diri yakarken yaptığı gibi.
“Hayat böyledir, değil mi?”
Elini cebine attı, istediğim iyileşme iksiri için değildi, başka bir şey içindi. İksir yerine bir bıçak çıkardı.
Bir bıçak.
Hayat kurtaran bir alet değil, ölümcül bir silah.
‘Hah.’
Yoo Soo-Ha'ya baktım. Öfkeden değil, sadece inançsızlıktan. Ama belki de bakışımı farklı yorumlayan Yoo Soo-Ha omuz silkti.
“Hey, bana öyle bakma. Sana iksiri vermeyi düşündüm ama ya sonra intikam almak istersen? Buna izin veremem. Gelecekte sorun çıkartacak şeyler olmadan yaşamalıyım. Yüzümü gördüğüne göre...”
Yoo Soo-Ha gülümsüyordu.
“Ölmelisin.”
Televizyonda sadece arkadan gördüğüm Avcı. On yıl boyunca bir kahraman olarak hayranlık duyduğum, başarısını kıskandığım kişinin.
Kahramanın gerçek yüzü iğrençti.
Hayal ettiğimden çok daha korkunçtu.
'Güzel.'
Yoo Soo-Ha'nın bıçağı tutuşunu sessizce izledim.
‘Pişmanlık duymama hiç gerek kalmadı artık.’
Bıçağı yavaşça kaldırdı.
Ve sonra.
Sağ ayağımla kasığına tekme attım.
“Argh!?”
Sendeleyen Yoo Soo-Ha'nın duruşu kısa bir an için bozuldu. Ama ihtiyacım olan tek şey buydu. Bıçağının yörüngesinden kıl payı sıyrıldım ve…
“Ha?”
Kılıcımı boğazına sapladım.
“..., ...!”
Ben Yoo Soo-Ha gibi değildim. Avımla veya ortadan kaldırılması gereken hedefimle yüzleşirken, anlamsız konuşmalarla vakit kaybetmezdim. Onu boynundan bıçakladıktan hemen sonra kılıcı bükerek çenesinin altından kestim.
“Krh, huuh...!”
Kan patlamış fıskiyeden çıkar gibi fışkırdı. Ellerim çabucak ıslandı. Yoo Soo-Ha yerde acı içinde kıvrandı, sonra bir çığlık attı.
“Aaaaaah!”
Ama kısa sürdü. Çok geçmeden boğazı kan köpüğüyle tıkandı.
“eup, kuuhuh…! Ah…!”
Saniyeler geçtikçe Yoo Soo-Ha’nın yüzü solgunlaşıyordu.
İçgüdüsel olarak, ölmekte olduğunu anlamış gibiydi. Yoo Soo-ha yerde kıvranıp durdu. İki eliyle boynundaki yaraya bastırdı. Ama kan durmadı. Sadece parmaklarının arasından, öncekinden daha da yoğun bir şekilde aktı.
“Güzel.”
Yoo Soo-Ha'nın boğazına bastım.
“...!”
Gözleri büyüdü. Neden? Nasıl? Bakışlarında bu tür sorular ve öfke görülüyordu. Yakında kaybolacak bir bakış için cevap verme zorunluluğum yoktu.
“Bunu değerli bir deneyim olarak düşün.”
Hançeri aldım.
Beni 4090 kez öldürmüş olan hançeri.
Ve savurdum.
Canavarı öldürmek için.
Aynı hançeri nerden buldun aw 11 yıl önce de mi vardı o hançer ki hiç geçmişte nereye koyduğunu fln unutmadın mi yani şıp diye biliyorsun