“Tanrıça...”
Parıldayan ışık göğe yükseldikten sonra kırmızı yağmur damlaları kesilmişti.
Yağmurun tamamı durmamıştı.
Sadece kutsal kılıcın ışığının parladığı yerde yağmur durmuştu.
Küçük bir duraklama. Soluk bir ışık.
“Tanrıça...”
“Tanrıça imparatorluğumuzu koruyor!”
Bazen küçük şeyler yeterliydi.
Özellikle de elinde çok az şey kalan insanlar için.
İmparatorluğun insanları için bölgeleri, geriye kalan bir avuç topraktan ibaretti. Tarih, geriye doldurulması gereken son sayfası kalmış bir kitaptı. Bu, krallığın vatandaşları, askerleri, memurları ve soyluları tarafından biliniyordu.
Bu yüzden Kabul salonunda tek bir NPC bile yoktu.
Bu yüzden Başbakan yönetimi terk etti.
Bu yüzden Büyük General ordudan vazgeçti.
Bu yüzden İmparatorluk Muhafızları artık imparatoru korumuyordu.
Bu yüzden Şövalyeler görevlerini yerine getirmedi.
Herkes tarafından terk edilmiş bir imparatorluk.
Bu nedenle kule, imparatorluğu kat olarak seçmişti.
Tıpkı 10. kattaki malikanede terk edilen çocuklar gibi.
“Ayağa kalkın!”
Kara Ejderha Lonca Lideri haykırdı.
Askerler teker teker ayağa kalkmaya başladı. Bazıları ayakta durmak için duvarlara, bazıları mızraklarına yaslandı, bazılarınaysa yoldaşları yardım etti.
“Ayağa kalkın!”
Cadı onlara imparatorluğun son duvarları olmalarını emretti. Haykırışı duvarlarda yankılandı ve imparatorluğun her askerine ulaştı.
“Ayağa kalkın!”
“Başbakan burada! O bizim yanımızda!”
“Kurucunun Kılıcı bizi koruyor!”
Böylece duvarlar duvar, mızraklar mızrak ve askerler asker oldu.
“Ayağa kalkın, çabuk!”
“Başbakanın önünde nasıl böyle bir rezalet sergileriz!”
Teğmenler askerlerin sırtına vurarak etrafta koşuşturdular. Askerler gerçekliğe geri döndüler ve miğferlerini düzelttiler.
Kırmızı yağmur damlaları miğferlerinin uçlarından yuvarlandı. Ama yağmur artık askerleri kör etmiyordu. Dosdoğru önlerine baktılar.
“Huh...”
Kara Ejderha Lonca Lideri küçük bir iç çekti.
Ondan yayılan siyah aura yavaş yavaş azaldı. Belki de aurayı kullanırken kendini aşırı zorlamıştı. Alnında sadece kırmızı yağmur damlaları değil, boncuk boncuk terler de görülüyordu.
“...Ne oldu?”
Cadı bana döndü.
“Hiç konuşma yapan bir Ukraynalı görmedin mi?”
“Uh...”
“Bizim ülkemizde çok fazla komünist vardı.”
Cadı ağzının kenarlarını hafifçe kaldırdı.
Gülümsediğini geç de olsa fark ettim.
“Komünistleri sevmem ama iyi konuşmalar yaparlar. Onlardan öğrenilecek birkaç şey var.”
“Öyle mi?”
“...Her neyse.”
Yüz ifadesi tekrar duygusuz bir hal aldı. Ağzının kenarları düştü. Kara Ejderha Lonca Lideri ne demek istiyordu?
-Bekle.
Kılıç İmparatoru araya girdi.
-(Soğuk espirisi)Baba şakası[1] tutmadığı için utanmış gibi görünüyor.
“Eh? Bu bir şaka mıydı?'
-Bilmiyorum. Bağlamdan öyle görünüyor. Ama az önceki gibi tepki verirsen... Boş ver. Zombi, asla bir gruba katılmamalı ve üstlerinle kaynaşmamalısın. Şu anki gibi avcı yolunda yürümeye devam et, tamam mı?
Anlamamıştım.
Ama bir şey açıktı.
“Kim Gong-Ja, şimdi ne yapacaksın?”
Cadı'nın son konuşması durumu biraz tersine çevirmişti.
“Şimdilik surlara güvenmemiz gerekiyor.”
“Bu doğru.”
Kızıl ufka baktım.
Sayısız canavar İblis Kral'ın etrafını sarmıştı. Cadı'nın S-dereceli yeteneği Işınlanma becerisini oraya gitmek için kullansam bile İblis Kral tarafından öldürülmeyeceğimin bir garantisi yoktu. Muhtemelen göz açıp kapayıncaya kadar canavarlar tarafından kuşatılır ve öldürülürdüm.
İlk olarak, İblis Kral ile teke tek bir durum yaratmam gerekiyordu.
“NPC askerler hattı tutarken avcıları buraya getirmeliyiz. Böylece savaşta geri püskürtülmeyiz. Eğer İblis Kral duvarda bir gedik açmak için daha fazla canavar konuşlandırırsa...”
“Ya yaparsa?”
“O zaman beni İblis Kral'ın önüne ışınla.”
Cadı yüzüme baktı.
“İntihar timi demek.”
“Evet.”
“Ölmeye hazır mısın?”
Doğal bir şüphe.
Hâlâ sadece E-sınıfı bir avcıydım. İblis Kralı ne kadar güçlü olursa olsun, yalnızca E-sınıfı bir avcı onu tehdit edebilseydi, kıta en başından bu hale düşmezdi.
Hangi sıfatlar kullanılırsa kullanılsın, dezavantajımı tam olarak tarif etmek zordu.
Ama benim için ölüm yenilgi anlamına gelmiyordu.
“Kazanmaya niyetliyim.”
Ölümüm zafere giden bir adımdı.
“Benim de bir kozum var. Güven bana.”
Cadı iç çekti.
“Pekâlâ. Her avcının bir sırrı vardır. Umarım kılıcın o patron canavarı öldürecek kadar keskindir.”
Tabii ki niyetim buydu.
-Tanrıça oldukça eğlenceli bir plan hazırlamış.
Sonra olan oldu.
-Ne acınası bir son mücadele. Işık, ha? Yarının tahıllarını toplayamayanlar için ışık ne işe yarar? Bu sefil varlıkları teselli ede ede sen de mi acınacak hale geldin?
İblis Kral'ın sesi savaş alanını yararak geçti.
-O zaman ışığını gösterme sırası bende.
Aniden büyük bir gürültü patlak verdi.
Cadı ve ben tetikte kalıp gözümüzü İblis Kral'dan ayırmadık. Gürültünün ne olduğunu bu şekilde anladık.
Bir kılıçtı.
Yavaşça.
Uzak ufuktan, İblis Kral kılıcını yavaşça savurdu. Zaman yavaşlıyor gibiydi. Sanki Şeytan Kral'ın kılıcından farklı bir zaman akıyordu, sanki kılıç zamanın kendisini kesmeye çalışıyordu.
Fakat İblis Kral'ın kılıcı zamanı değil, gökyüzünü yarmıştı.
Gökyüzünü yararken, kılıç darbesi çoktan kırmızı bir ışık huzmesine dönüşmüştü.
Işın tam olarak şehir kapısını hedef aldı ve onu deldi.
Ardından büyük bir patlama oldu ve bir toz fırtınası yükseldi.
Cadı ve ben içgüdüsel olarak gözlerimizi kapadık. Bunu yaptığımızda etraf tozla kaplandı ve ötelerden çığlıklar yankılandı. Askerler çığlık atıyordu. Bunu çöküş sesleri izledi.
Kısa bir süre sonra.
“Öhö...Öhö...”
Toz fırtınası biraz dindiğinde çığlıkların geldiği yöne doğru döndük. Gözlerimizdeki tozun verdiği acıya rağmen, şok acının önüne geçti.
Cadı öksürdü ve mırıldandı.
“...Bu güç gerçekten zayıflamış hali mi?”
Şehir kapısı parçalanmıştı.
İblis Kral dudak büktü.
-Zavallı varlıklar.
Tozlu gökyüzünden kırmızı yağmur yağdı.
Kahkahalar gökyüzündeki toza ve yerdeki yağmura karışmıştı.
-Buna hala imparatorluk denebilir mi?
Yıkılan sadece sur ve kapı değildi.
Kırmızı ışın, parçalanmış kapının ötesine geçti. Sokaklar mahvoldu, caddenin her iki tarafındaki binalar parçalandı. Sonunda, ulu İmparatorluk Sarayı bile ışına yakalandı.
*Bum!
Sarayın bir kısmı çökmüştü. Buzdağına çarpıp batan bir gemi gibi, görkemli saray eğilip yavaşça yıkıldı.
Uzaktan, imparatorluk sarayının yok oluşunun sesi yankılandı.
[Bir kahraman öldü]
Yakınlarda bir ses yankılandı.
[O İblis Kral'ın kölesi değildi]
Birinin ölümünü duyuran bir ses.
“......”
Kulaklarım çınlıyordu.
Cadı ve ben bir an için birbirimize baktık.
“...Orası kabul salonunun olduğu yerdi.”
Önce Cadı konuştu.
“Kılıç İmparatoru, Sapkın Soruşturmacısı ve Engerek çoktan kabul salonundan çıkmış, şövalyelerini ve muhafızlarını buraya getirmiş olmalılar. Paladin ise emrini üzerine imparatoru aramakla meşgul. Geriye yalnızca...”
Kontes.
“...O kaltak”
Hain, Kontes değildi.
“Benden önce öldü.”
Cadı sessizce mırıldandı.
Hepsi bu kadardı.
Ölen yoldaşını fazla sözle uğurlamadı. Bunun yerine başını birkaç kez salladı, belki de kendi veda etme şekli böyleydi.
“Kara Ejderha Lonca Lideri. Eğer Kontes gerçekten öldüyse, o zaman dış dünya ve Kule...”
“Şimdi zamanı değil.”
Cadı yumuşak bir sesle konuştu.
“Şimdi önümüzde ne olduğuna odaklanalım.”
Kuledeki en güçlü ikinci avcı sadece önüne,
Ufkun ötesindeki avına bakıyordu.
“İblis Kral olsa bile sürekli böyle saldırılar yapmaya devam edememeli. Kim Gong-Ja. Yıkılan şehir kapısını savunmama yardım et.”
Mini haritadaki kırmızı noktalar değişiyordu.
Canavar ordusu geniş bir dalga gibi yaklaşıyordu ama şimdi bız gibi keskinleşmişlerdi.
Yarıp geçmeye mi çalışacaklar?
“Tamam.”
Bız şehir kapısını işaret etti.
Kırmızı ışının yarattığı açıklığı.
“Ben de aynı şeyi düşünüyordum.”
Cadı'nın elini tuttum.
O da başıyla onayladı.
“Işınlan.”
Yıkılmış şehir kapısına ışınlandık.
-Cır cır cır!
-Keck! Ki! Kiik!
-Groooar!
Canavarlar çoktan yaklaşmıştı. Oklar havada uçuşüyordu. Duvarlardaki okçular durmadan ok attı ama kızıl dalgaya karşı çok etkisi olmadı. Goblinler, orklar, iskeletler, her türden canavar saldırırken vahşice uluyordu.
İlk dalganın bize ulaşmasına sadece iki dakika kalmıştı.
-Zombi.
Kılıç İmparatoru'nun sesi geldi.
-Sadece bir dakika ya da 30 saniye bile olsa fark etmez.
Düzinelerce, yüzlerce canavar toz bulutunu yararak hücuma geçti.
Sonra onlarcası, yüzlercesi daha toz bulutunun içinden geldi.
-Hattı tek başına tutmalısın.
Önümde hiçbir müttefik yoktu.
-Bu savaşı kazanmak için herkesin umut ışığı olmalısın.
Bu yüzden cephede tek başıma durdum.
-Hattı koruyun. Sadece 30 saniye bile olsa. Önemli olan bu canavarları tek başına durdurabileceğini göstermek. Kahraman olarak adlandırılan kişi 30 yıl boyunca hayatta kalan kişi değildir. Herkese umutsuzca ihtiyaç duyduğu 30 saniyeyi veren kişidir. İşte o kişi gerçek kahramandır.
Sırt çantamı yere bıraktım.
-Bir kahraman ol.
Sırt çantamdan bir cam şişe çıkardım.
Şişenin içinde geleceğin Usta Simyacısının iksiri vardı.
-Sana yardım edeceğim.
Bir yudum. İki yudum. Üç yudum.
Cam şişedeki tüm iksiri yuttum.
-Sana 20. Kata kadar kılıç kullanmayı öğreneceğine söz vermiştim, değil mi? Biraz erken ama alıştırma zamanı.
Güm.
Kalbim küt küt atıyordu.
-Arka ayağını belli bir açıyla yerleştir.
Kalp atışlarımın aralıkları yavaşlamaya başladı.
-Ön ayağınızı yere sağlam basın.
Kalbim daha hızlı ve daha da hızlı atmaya başladı.
-Şimdi, hemen önüne bak.
Baktım.
-Ön tarafta iki goblin var. Normalde görme yetileri zayıftır, şimdi toz bulutu yüzünden gözlerini kısmışlar. İçgüdüsel olarak, kılıçlarını genişçe sallayacaklardır, herhangi bir şeye vurmaya çalışacaklar. Onlar savuramadan onları bıçakla.
Kalp atış hızım arttı ve 1 saniyem daha uzun geldi.
-Kutsal kılıcınız sadece parlar ama bu rakiplerinizi kör etmek için mükemmeldir. Bir dövüşte, mutlak 1 saniye önemli değildir. Sadece göreceli 1 saniye önemlidir. Rakiplerinizi kılıcınızla kör edin ve o 1 saniyeyi onlardan alın.
Böylece 1 saniyem kalp atışımdan biraz daha hızlı olduğu anda.
-İşte geliyorlar.
Kılıcım 1 saniyemden biraz daha hızlı olacaktı.
-Hadi gidelim, ortak.
Kılıç İmparatoru yanımda durdu.
-Kahraman olma zamanı.
Kılıcımı salladım.
BÖLÜM NOTU
[1]Baba şakası(soğuk espiri)(dad joke) : Baba şakası, genellikle tek satırlık veya soru-cevap şeklinde sunulan bir şakadır, genellikle bir kelime oyunudur.
Elinize emeğinize sağlık