Kral ve tebaası konuşmadan duruyorlardı.

Aksine, ne kral ne de tebaa olan 'Kılıç İmparatoru' saçmalıyordu...

“...Kılıç İmparatoru, böyle bir zamanda bile, her zaman 'Kılıç İmparatoru' olmak zorunda mısın?”

Bu adam her zaman havayı bozma konusunda uzmandır.

Vücudunu bir simit gibi bükerek acı çekiyor gibiydi.

-Evet... Zorundayım... Dürüst olmak gerekirse, istemiyorum. Keşke sizden uzak durabilsem, sizi tanımıyormuş gibi yapabilsem... Ama bunu anlatabileceğim kimsem yok.

“Ah, neden bahsediyorsun?”

-Az önce ne yaptın sen?

Ne demek istediğini merak ettim ama anlaşılan Kılıç İmparatoru'nun anlatmak istediği buydu.

“Ne mi yaptım? Gördüğün üzere......

-Evet. İblis Kralı öldürdün, değil mi? Sonra becerinle onu geri getirdin. Hatta ona bir isim bile verdin. Ah, Tanrım, isim bile. Bir kız için Preta mı? Eğer Preta ismini koyacaksan, en azından sevimli olsun, “Chorong[1] Preta” gibi bir şey.

“Cidden şimdi ismi üzerinde mi tartışacaksın benimle?”

-İsmi unut. Mesele şu ki... neden aniden bir efendi-hizmetçi ilişkisi kurdunuz?

Kılıç İmparatoru sanki çok tuhaf şeyler görmüş gibi beni ve Preta'yı dikkatle inceledi.

-Aranızda bir tür bağ mı var? Senin için anlıyorum, Zombi. O senin avın, değil mi? Hadi seni geçtim “I got u under my skin~’”[2] şarkısından esinlenmişsindir falan filan ama neden sana “Evet, efendim” diyerek boyun eğiyor? Anlamıyorum.

Kılıç Azizi’nin hobilerinden birini öğrendim.

Keşke bilmeseydim dediğim bir şey... ama önemli olan bu değil.

Hmm.

“Preta'nın neden bana sorgusuz sualsiz hizmet etmek istediğini mi merak ediyorsun?”

-Evet. Zombi? Ona ne yaptığını objektif olarak sıralayayım.

Başımı salladım.

-Yolunu kesip “Hehehe, kaçamazsın”ı oynadın, değil mi?

“İşte böyle başladı.”

-İnşa ettiği her şeyi yıktınız ve daha sonra bir hakikat bombasıyla zihinsel durumunu paramparça ettiniz.

“İşte böyle gelişti.”

-Sonra da kelimenin tam anlamıyla kafasını kestiniz. En tepedeki kiraz da reddetmesine rağmen onu Hortlak Reenkarnasyonu ile dünyaya sürüklemek oldu.

“İşte böyle bitti.”

Kılıç İmparatoru dilini şaklattı.

-Gerçekten kalpsizsin. Atardamarların yılanlardan mı yapılmış?

“Belki biraz da kobradan. Söylemeyi unuttun, birinin 'kılıç ustası bile olmayanların kaderini gösterme' tavsiyesine uyarak onun kılıcını da kırdım.”

-Bu gerekliydi ve eğer içinde hala bir kılıç ustası kıvılcımı varsa, bunun için derinden minnettar olmalı.

Kılıç İmparatoru ciddiyetle konuştu.

Bu adamın sadece saçmaladığını sanıyordum, ama şimdi görüyorum ki saçmalamakta baya iyiymiş.

-Her neyse, sana karşı nefret ve öfkeyle dolu olacağını düşünmüştüm. Peki neden diz çöküp boyun eğiyor? Bir dünyayı yutan büyük felaket aslında sadece büyük bir mazoşist miydi?

“Vay......”

Kendimi Kılıç İmparatoru'ndan uzaklaştırmak istemiştim ama şimdi bir adım geri attım.

Onun düşünce seviyesi sadece...

“Kılıç İmparatoru... Çünkü Preta kendi isteğiyle bana boyun eğdi.”

-Neden?

“O biliyor.”

Preta'ya baktım.

“Yakında siz de öğreneceksiniz Kılıç İmparatoru.”

Ağlama sesleri akasya ormanında yankılandı.

“Hic... ah... sob.......”

Preta ağlıyordu. Hayal kırıklığı ve keder gözyaşları. Yürek parçalayan hıçkırıklar damla damla düşüyordu.

Gerçekten de.

Preta her şeyi çok iyi biliyordu.

[20. katta İblis Kral'ın varlığı aranıyor.]

Nasıl bir trajedi yaşanmak üzereydi.

[Bulunamadı.]

Preta'nın omuzları sarsıldı, kasıldı.

[İblis Kral'ın yokluğu teyit edildi.]

Shaaah!

Her yerde ışıklar patladı. Yerden fışkırdılar ve akasya ağaçlarından aktılar. 20. kattaki sahne küçük bir dünyaydı ve hızla bir ışık sürüsü tarafından kuşatıldı.

Kör edici ışığın ortasında.

“Lütfen, hayır... bunun olmasına izin verme...”

Preta titredi ve inledi. Ama ne faydası vardı ki? İnlemeleri hayatını affettirebilirdi ama günahlarını affettiremezdi.

[Zaman Çizelgesi Değişikliği]

Gökyüzü ciddi bir otoriteyle konuştu.

Aptal bir günahkârı yargılayan bir mahkeme gibi.

[20. katın değişiyor.]

Yavaşça.

Önceden belirlenmiş tarih kendini tekrar etmeye başladı.

“Ah...”

Preta ağlamaklı gözlerle akasya ormanının girişine doğru baktı. Bir şey yaklaşıyordu.

Clank! Clank!

Attıkları her adımda zırhları ve miğferleri şiddetle haykırıyordu. Üzerlerinde çeşitli renklerde bayraklar dalgalanıyordu.

“Lütfen...”

Çok sayıda sancak.

Askeri botların, toynakların ve kanat çırpışlarının sesleri.

“Tekrar edecek, köy yanacak... Kül olacak...”

Tarihi olduğu gibi geri getirmek için.

Cenneti yakmak için.

Şimdi, dünyanın dört bir yanından gönderilen müttefik kuvvetler akasya ormanı yoluna girdi.

“Lütfen, hayır... Ah, ah...”

Preta patikaya yığıldı, büzüldü.

Başı ve kenetlenmiş elleri doğrudan bana dönüktü.

“Lordum.......”

Kılıç İmparatoru'nun dediği gibi, benim için o affedilmez bir düşman olmalıydı.

Yine de büyük bir öfke ve kızgınlık hissederek önümde derin bir şekilde eğildi.

“Lordum......!”

Yaptı.

Yapmak zorundaydı.

“Kin tutmayacağım...... İntikam peşinde koşmayacağım.......”

Bana tabi olmak ve beni efendisi olarak kabul etmek Preta'nın tek seçeneğiydi.

Güçsüz bir insanın koruyacak değerli bir şeyi olduğunda, her türlü aşağılanmayı sineye çekebilen bir [3}Preta haline gelebilir.

“Her şeyi yaparım, her emre uyarım...... Hizmetçin, kölen olacağım. Bana ne olursa olsun önemli değil, sadece lütfen.”

Dizlerinin üzerinde yalvardı.

“Lütfen köyümü kurtarın.......”

“Pekala.”

Diye cevap verdim.

“Tamam.”

Fazla bir şey söylemedim.

Bir adım attım.

Benim adımlarımla Kılıç İmparatoru da beni takip etti. Az önce benimle ve Preta'yla gülünç bir ifadeyle dalga geçiyordu ama şimdi yüzü dağ gibi ağırdı.

-Demek öyle.

“Evet, doğru.”

*Adım.*

-Tebaa, hükümdarı takip etmekle yükümlüdür.

“Hükümdarın halkını koruma sorumluluğu vardır.”

*Adım.*

-Alaycı olduğum için özür dilerim.

“Bahsi kaybettin, hatırladın mı? Sadece tazminatı düşün.”

Yanından geçtim.

Derin nefes alarak sesime aura kattım.

Ve bağırdım.

“Bütün birlikler dursun!”

Bir devin yumruğunun yaprakları dağıtması gibi, akasya yaprakları dalgalandı.

Ejder kanatlarının sesi kesildi, zırhların şıngırtısı durdu. At toynaklarının sesi, mızrak ve kılıç şakırtıları, hepsi durdu.

Ben de akasya ağaçlarıyla kaplı yolda öylece duruyordum.

Benimle birlikler arasında sadece yapraklar vardı.

Yapraklar uçuşurken ses çıkarmazlar. Bu yüzden dünyayı kapladıklarında, sanki dünya sessizce uykuya dalıyormuş gibi görünür.

Ama eninde sonunda, dalından ayrılan yapraklar yere düşmek zorundadır.

Boşluksuz deniz rengi zırhını giymiş, göğüs zırhında güneşin mührünü taşıyan, Aegim İmparatorluğu'nun komutanı, öne çıktı.

Onun kim olduğunu biliyordum.

“Ben General Sarbast Aegim! Yolumuzu kesmeye cüret edende kim!?”

Ve tabii ki benim kim olduğum hakkında hiçbir fikri yoktu.

Hmm.

“Peki...”

Sayısız canavarla, binlerce zombiyle karşılaştım. Zirvedeyken İblis Kral olan Preta'nın doğrudan bakışlarına bile maruz kaldım.

Muhtemelen bu kadar korkunç bir gücü benim kadar çok deneyimleyen fazla kimse yoktur ama yine de bir sonraki hamlemi dikkatle seçmem gerekiyordu.

Kılıcımın kabzasını kavradım.

“Böyle ücra bir köyde ne işiniz var?”

General Sarbast Aegim, “Bu Majesteleri İmparator'un iradesidir!” diye kükredi.

Bir tabur asker karşılık olarak mızraklarını şakırdattı. Daha fazla yaprak dökülmedi onun yerine kuşlar ormandan kaçtı, panik içinde uçuyorlardı.

“Burada kıtanın iyi insanlarını yanlış yönlendiren bir cadı olduğunu duyduk! Canavarlar bile onun cazibesine kapılmışken, buna nasıl seyirci kalabiliriz?”

“Eee yani?”

“Kutsal ateşle arındıracağız!”

Sessizce 'mini haritamdaki' mavi noktalara baktım.

“Bu sadece İmparatorun isteği değil!”

Sadece bir ya da iki mavi nokta yoktu. Yüzlerce. Binlerce. Harita onlarla doluydu ve daha fazlası hala bu konuma doğru yaklaşıyordu.

Kim olduklarını biliyordum.

“Papa'nın kendisi buyurdu, kendine azize demeye cüret eden kâfiri cezalandırın, diye!”

Paladinler, 13. katta kurtardığım.

“Ormanın efendisi bu görevi bize emanet etti, tüm ruhlar yolumuzu kutsasın!”

Orman Elfler, 14. katta kurtardım.

“Denizkızlarının şimdiki hükümdarı, bize ruh küresini bahşederek göreve yolladı!”

Şelalelerden Büyücüler, 15. katta kurtarıldı.

“Onurlu yemini korumak için, kadim volkandan ejder şövalyeleri buraya savaşmaya geldi!”

Volkan şövalyeleri, 16. katta kurtarıldı.

“Özgür Şehir Federasyonu'ndan tüccarlar, Sahra Süvarileri ve küçük krallıklardan ve hatta daha küçük bölgelerden askerler, hepsi bize katıldı!”

17'nci kattan silahlı tüccarlar, 18'inci kattan göçebeler ve 19'uncu kattan küçük uluslardan ve bölgelerden askerler.

“Tüm dünya cezalandırmak için birleşiyor!”

11. kattan 19. kata kadar.

Bastığım, üzerinde durduğum ve kurtardığım yerler.

Düzinelerce ile yüzlerce arasında değişen bu aşamaların kahramanları, kendi bayrakları altında toplandılar.

“......”

Hepsini tanıyordum ama onlar beni tanımıyordu, tıpkı Sarbast Aegim'in tanımadığı gibi.

“Tekrar soruyorum!”

Sarbast Aegim kükredi.

“Sen kim oluyorsun da görevimizi engelliyorsun!”

Görev pencereme baktım.

[Zamanı Donmuş Bir Dünyanın Kahramanı]

Zorluk derecesi: Bilinmiyor

Amaç: Kararınızı verdiniz. Tek bir fedakarlığa bile tahammül etmeyeceksiniz.

Kurtardıklarınızdan hiçbir karşılık beklememeye erdem denir. Kurtardıklarınızdan takdir beklememeye fedakarlık denir. Ve kendini adalete adayanlara kahraman derler.

Kahraman!

İmparatorluk halkı yaptıklarınızı bilmeyecek. Fedakarlığınızı anlamayacaklar. Ama yine de, iyilik bilinmese de iyilik, Fedakarlık fark edilmese de fedakarlıktır. Zamanın donduğu bu dünyada kahraman olmaya devam edecek misin?

Şeytan Kral yaralandıktan sonra kaçtı. Çok uzağa gitmedi. İstersen onu takip edebilirsin.

Şimdi geriye sadece seçiminiz kaldı.

Elbette, kararımı çoktan vermiştim.

“General Sarbast Aegim.”

Sarbast Aegim duraksadı.

Alaycı bir ses tonuyla onu işaret ettim.

“İmparatorun emrini yerine getirmek için geldiğini mi söylemiştin?”

“Sen... sen konuşmana dikkat et? Benim, imparatorluk komutasındaki bir general------”

“Hah, ne şaka ama. İmparatorluğun imparatorunun şu anda karşı karşıya olduğu durumu senden daha iyi bilen var mı?”

“Sen nasıl......”

Becerilerini kopyalamak için kendimi öldürttüğümde yaşadığın travmayı gördüm.

Prensler arasında yoğunlaşan güç mücadelesini de biliyordum.

Ben 12. katı özgürleştirdiğimde İmparatorluğun başkentinde dedikodular yok muydu zaten?

Tüm bunları söylemek yerine, sert bir bakışla Sarbast Aegim'e baktım. Müttefik kuvvetlere liderlik eden general çılgınca hükümdar arkadaşlarını taradı.

Az önceki sözlerim imparatorluk ailesiyle ilgili hassas bir sinire dokunmuştu ama şaşkınlığı uzun sürmedi. Ejder şövalyesi kaptanı ve paladin lideri kaşlarını çattı ama diğerleri duymamış gibi davrandı.

Dünyanın en güçlü ulusunun generali boğazını temizledi ve ters ters baktı.

“......Böyle aşağılık bir şeyi söylemeye nasıl cüret edersin! Oradaki cadının başka bir kölesi misin?”

“Aşağılık mı? Ha. Meşru veliaht prensi tahttan indirip yerine üçüncü prensi getirmeyi planlarken alçaklıktan mı bahsediyorsun? Aşağılık sözler söyleyen sensin!”

Sarbast Aegim yine şoke oldu. Bu kez yüz ifadesi şaşkınlığının ağırlığı altında paramparça oldu.

Hesaplı bir ses tonuyla onu kışkırtmaya devam ettim.

“Sen... Bu şekilde yaşamamalısın. İmparator'un senin için ne kadar çok şey yaptığının farkında mısın? Rıhtımda ağ onarmakla görevli bir hiçken şimdi bir imparatorluk muhafızı ve bir general oldun - hepsi Majesteleri sayesinde. Ve sen...... güç yüzünden kör olmuşsun.”

Öfkesini kışkırtmak için düşünerek konuştum.

Sonunda soğukkanlılığını kaybeden general patladı.

“Bu şimdi mantıklı geliyor. Sen Amber Sarayı'ndansın, değil mi? Dünya birliğinin sağlandığı bir toplantıda kamuoyunu etkilemeye çalışıyorsun! Eğer gerçek bir imparatorluk mensubuysan, tek gerçek varisin Ekselansları, üçüncü prens olduğunu bilmen gerekir......”

“Aptal!”

Öfkesini sertçe kestim.

Ve ses tonumu değiştirerek telaşlı Sarbast Aegim'i hazırlıksız yakaladım.

“Amber Sarayı mı? Ha! Sana tahttan indirilmiş bir kraliçenin piyonu gibi mi görünüyorum? Bir yarasa kadar kör! Aptal ve cahil!”

“O zaman seni kim gönderdi......”

“Ben kim miyim, sen söyle!”

Kılıcımı kaldırdım ve cesurca bağırdım.

“Kendin gör!”

Sarbast Aegim'in gözleri dehşetle doldu.

“Bak!”

işte.

“O delikli gözlerinle bile bunu görebilirsin, Sarbast Aegim!”

Leafanta Aegim'in Koruyucu Kutsal Kılıcı'nı kaldırmıştım!

[Leafanta Aegim'in Koruyucu Kutsal Kılıcı]

Nadirlik: Efsanevi

Açıklama: “Kutsal kılıcı ele geçiren, kıtayı fethedecektir. Aegim'in atalardan kalma efsanevi kılıcı, Tanrıça tarafından Aegim İmparatorluğu'nun kurucusuna bahşedildiği söylenir. “Kıtayı fetheden kişi, kaderinden kaçamayacaktır.”

Kurucu halefini seçti ve sonra ortadan kayboldu. İntihar mıydı? Yoksa İhanete mi uğramıştı? Efsane ve tarihin henüz birbirinden ayrılmadığı bir zamanda, nerede olduğu bilinmez hale geldi ve kutsal kılıç iz bırakmadan ortadan kayboldu. Geride sadece bir kehanet bıraktı.

“Büyük gün geldiğinde, kılıç da sahibi bulacak.”

Koruyucu Kutsal Kılıcın sahibi Aegim İmparatorluğu'ndan mutlak destek ve güven alır.

Yüksek sesle ilan ettim.

“Kurucu İmparatorun Temsilcisi, Leafanta Aegim, karşınızda duruyor!”

Sarbast Aegim kontrolsüzce titredi.

Bu titreme imparatorluk armasını taşıyan şövalyelere ve ardından askerlere yayıldı. Tüm imparatorluk ordusu titreyene kadar, onlara bir kartal gibi baktım.

“Sarbast Aegim!”

“Evet------”

“İmparatorluktaki çalkantıların ve pervasız veliaht prensin yanlışlarının farkındayım! İmparatorluk soyuna olan sadakatinden dolayı üçüncü prensin yanında yer aldığını biliyorum! Daha önceki azarlamam sadece dürüstlüğünüzü sınamak içindi! Bunun için kızgın mısın!?”

Sarbast Aegim'in gözleri şimdi duyguyla dolmuştu.

“Kızgın mı? Nasıl olabilirim ki... sadakatimi kabul ediyorsun. Ama aptallığımı nasıl telafi edebilirim? Ah, Kurucu İmparatorun Temsilcisi......”

“Üzülecek bir şey yok! Madem bana böyle hitap etmekten çekinmiyorsun! Neden hala atının üzerinde bana tepeden bakıyorsun!”

“Benim ihmalkârlığım......!”

Sarbast Aegim aceleyle atından inerken tökezledi yere düştü. Ayağa fırlayarak zırhının üzerindeki yaprakları ve çamuru bile temizlemeden diz çöktü.

“Doğan güneşin koruyucusu! Deniz ve kara arasında yaşayan her şeyin koruyucusu! Aegim İmparatorluğu sonsuza dek parlayacak!”

İmparatorluğun generali duygulanarak haykırdı.

“Kurucu İmparatorun Temsilcisi’ni selamlıyorum......!”

Etki hızla yayıldı.

“Sizi Selamlıyoruz!” İmparatorluk şövalyeleri atlarından indi. “Sizi Selamlıyoruz!” Askerler hep birlikte diz çöktü. “Sizi Selamlıyoruz!” Bazıları saygıyla secde etti.

“Kurucu İmparatorun Temsilcisi burada!!”

Dünya ittifakı cadıyı yok etmek için toplandı.

Sekiz gücün en kudretlisi önümde diz çökmüştü.

-Vay canına.

Kılıç İmparatoru içtenlikle hayret etti.

-Kim Zombi... Senin sadece laf kalabalığı ve saçmalamakta iyi olduğunu sanıyordum ama palavra atmakta da ustasın.

‘Bunu şimdi mi fark ediyorsun?’

Kulenin altı sütunuyla karşılaştığım zamanki gibi.

Rakip ne kadar güçlü olursa olsun, kaç kişiyle karşılaşırsam karşılaşayım, hareket tarzım her zaman ikisinden biri olur.

Onlarla savaşmak ya da onları ikna etmek.

Ve tıpkı savaşmanın çeşitli yolları olduğu gibi---

‘İkna etmenin birden fazla yolu vardır.’

Pekala.

Kurtardığım dünyayı kandırmanın zamanı geldi.

BÖLÜM NOTU

[1] Chorong ünlü bir Koreli şarkıcı/söz yazarı/aktris.
[2] TVXQ'nun Mirotic şarkısına atıf.
[3] Preta Sanskritçe'de “Aç Hayalet” anlamına geliyor.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu