Büyük kar taneleri gökyüzünden aşağı süzülüp Ruan Qiuqiu’nun saçlarına düşüyordu. Birer birer, nefesiyle eriyerek soğuk su damlalarına dönüşüyordu. Nefes almak gittikçe daha da zorlaşıyordu.
Bacakları aşırı derecede yorulmuştu, artık hareket ettiremiyordu. Hatta kollarını bile kaldıracak gücü kalmamıştı.
Açıkta kalan teni buz gibi olmuştu. Ruan Qiuqiu, titreye titreye elleriyle yerden doğrulmaya çalıştı.
Gökyüzü tamamen karanlıktı. Daha iyi görebilmek için gözlerini zorlayarak açtı ama sadece bulanık gölgeler görüyordu.
Rüzgarın uğultusu kulaklarında yankılanırken, rüzgar sesiyle birleşmiş, hafif ayak seslerini duydu... Bu ayak sesleri düzensiz ve aksaktı. Mağaranın girişinden geliyorlardı.
Ruan Qiuqiu’nun kalbi endişeyle çarpmaya başladı.
Aklından türlü düşünceler geçti. Acaba bu ayak sesleri Bay Gri Kurt’un geçmişte kızdırdığı iblislere mi aitti? İntikam almaya mı geliyorlardı? Yoksa Azrail canını almaya mı gelmişti?
Bir an için, Bay Gri Kurt’un onu kurtarmak için geldiğini düşündü ama bu düşünce kafasında belirir belirmez hemen yok oldu.
O gri kurt iblisinin durumu kendisininkinden çok daha kötüydü. Yaralarını temizlerken, defalarca nefes almayı bırakacağından korkmuştu.
Bu mümkün değildi... Değil mi?
Ancak mantığı bunun imkansız olduğunu söylese de, Ruan Qiuqiu dayanamadı ve deneme amacıyla alçak bir sesle sordu: ''Kocacığım, sen misin?''
Yaklaşan kişi bir an durakladı. Sanki heyecanlanmış gibi görünüyordu. Ayak sesleri öncekinden daha düzensiz hale geldi.
Yaklaşan iblis ya da yaratık hiçbir şey söylemedi. Ruan Qiuqiu daha da gerginleşti. Sol eliyle bir avuç kar aldı, sağ eliyle ahşap leğeni sımsıkı kavradı. Ne olursa olsun vazgeçmeyecekti. Kendini savunacaktı.
Nefesi hızlanırken, kulağının dibinde tanıdık bir hırlama duydu.
Hırlama alçak, zayıf ama gündüzkünden daha aceleci bir tondaydı.
Bu ses, Ruan Qiuqiu'nun sorusunu onaylar bir sesti, fakat oldukça 'isteksiz' bir cevaplama olan bir ses.
Bay Gri Kurt.
Bay Gri Kurt’tu.
Ruan Qiuqiu’nun gözleri hayretle büyüdü ve yanağında utançtan doğan bir sıcaklık hissetti.
O kurt mutlu görünmese de tekrar sordu: ''Kocacığım?''
Bu sefer, Bay Gri Kurt’tan bir hırlama gelmedi. Sadece, büyük bir figürün üzerindeki karın ona ulaşmasını engellediğini hissetti.
Ruan Qiuqiu gözlerini kocaman açtı. Bu soğuk, karanlık gecede, loş ışıkta bir silüet gördü.
Gerçekten Bay Gri Kurt’tu.
Sıcak nefesi yüzünü yalayıp, hafif bir karıncalanma hissi bıraktı.
''…''
''… Auu~''
Tam bir şeyler söyleyecekken, gri kurdun zayıf bir şekilde seslendiğini duydu. Belki onun sessiz kaldığını düşündüğünden, belki de onu rahatlatmak için seslenmişti. Kısa bir sesti ama düşük hırıltısından farklıydı. Beklenmedik bir şekilde… genç mi geliyordu?
Ruan Qiuqiu, kocasının ''Auu'' sesi üzerine düşünürken belinde bir ağırlık hissetti ve bir anda Bay Gri Kurt’un ön patisiyle onu kaldırdığını fark etti.
Burnunun ucu sert tüylere dokundu, ardından yüzünün geri kalanı da sıkıştı. Bu biraz acı vericiydi.
Ahşap leğen elinden düştü. Bir cesaretle, dış dünyanın ''mahvolmuş bir canavar..'' dediği gri kurda talimat verdi: ''Leğen...''
Elinde tuttuğu insandan gelen zayıf sesi duyan gri kurt dişlerini sıktı. Nihayetinde büyük başını eğdi.
''Kırt...-''
Ahşabı dişlerinin kavradığı ses oldukça netti. Bu ses, Ruan Qiuqiu'ya gün içinde sessizce karları çiğneyen gri kurdu hatırlattı ve bu düşünceyle gülmeden edemedi.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı