Bay gri kurt uyanır uyanmaz fiziksel durumunda bir gariplik olduğunu fark etmişti.
Nedenini bilmiyordu ama vücudunda daha fazla ruhsal enerji dolaşıyordu ve bu enerji acısının bir kısmını hafifletmişti. Bu ruhsal enerji, onunla son derece uyumluydu ve enerjiyi hızla özümsemişti. Hatta hasar görmüş iblis çekirdeği bile, bu fazladan ruhsal enerji sayesinde biraz iblis gücü üretebilmişti.
Ancak, bu ruhsal enerji nedeniyle iblis çekirdeğinin hafifçe kararmış gibi göründüğünü fark etti. Bu o kadar önemsizdi ki, hayal görüp görmediğinden emin olamadı.
Ayrıca, ciddi ve hafif yaralarından artık eskisi gibi bir acı değil, kaşıntı hissi geliyordu. Kendisine bile bakmaya dayanamadığı dehşet verici kesik uzvu artık karıncalar tarafından kemiriliyormuş gibi hissettirmiyordu. O dayanılmaz acı hafiflemişti.
Vücudu, soğuk rüzgârı engelleyen yumuşak bir hayvan derisiyle kaplanmıştı.
Burnu çok hassastı ve hemen havadaki kokuları tanıdı. Daha önce topladığı özel odunlardan gelen yanık kokusu, ezilmiş otların ve kanın hafif kokusu...
Bunların dışında, tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir koku da vardı. İnsan kadınındı bu koku.
Demek ki gerçekten… gitmemişti?
Yuan Jue, hayvan derisinin altında ellerini hafifçe sıkarken, kalbinde ezici bir utanç hissi yükseldi.
''Biraz daha kar alıp yemek hazırlamak için ısıtacağım…'' Hafif, kısık bir ses kulaklarına ulaştı. Yuan Jue, iblis bilincini kontrol edemedi ve mağaradaki durumu görmek zorunda kaldı.
Küçük eşi hiçbir kaynağı boşa harcamamıştı. Bilinciyle gördükleri hayal ettiği sahneyle birebir uyuyordu. Rüzgârdan korunaklı bir köşeye küçük bir taş soba kurulmuştu ve sobanın içinde bir ateş yanıyordu. Bu ateş, son birkaç gündür boş ve ıssız olan mağarasını sıcak bir parıltıyla aydınlatıyordu.
İnsan kadın nazik bir ifadeyle, yalnızca kendisine özel olduğu belli olan beş şifalı bitkiyi dikkatlice topluyordu.
Ayaklarının dibinde pis ve kötü kokan suyla dolu iki leğen vardı.
Kadının parmakları kir içindeydi. Kesik uzvunu temizlemekle uğraştığı belliydi.
Kurda ait parmaklar titredi. Ruan Qiuqiu’nun tüm bunları yalnızca kendisini acil durumlar için kullanılacak bir yemek stoğu yapmak için yaptığına artık inanamazdı.
Soğuk bir kış gecesinde, etrafında hiç kimse olmadan yavaşça ölüp gideceğini düşünmüştü.
Ama gitmeyi bırak Ruan Qiuqiu, onun korkunç yaralarını, o çirkin uzvunu bile tedavi etmeye çalışmıştı.
Yuan Jue, iblis bilinciyle Ruan Qiuqiu’yu takip etmeden edemedi. Onun kanlı suyu mağaranın dışına dikkatle taşıyıp attığını gördü. Bunu birkaç defa daha yaparken elleri titriyordu.
Dışarısı neredeyse tamamen karanlıktı. Bu sonsuz karanlık ve soğukta, sıcaklık ve ışık izleri yalnızca onun ardındaki mağaradan geliyordu.
Ruan Qiuqiu dayanamaz hale gelmişti. Vücudu buz kesilmiş gibiydi, dudaklarının rengi yavaş yavaş değişmeye başlamıştı.
Yuan Jue, onun karla kaplı ellerini ve ahşap leğeni temizlerken, sonra yavaşça leğeni taze karla doldururken çömeldiğini gördü.
Ruan Qiuqiu’nun gözleri kararmaya başlamıştı. Kendi kendini avuturcasına, ''Bu, bugün için bu karda ve soğukta dışarı çıkacağım son sefer.'' diye düşündü.
Mağaraya geri dönüp bu karı ısıttığında, yemek pişirip sıcak bir şeyler yiyebilecekti.
Ancak bu sefer ayağa kalkmaya çalışsa bile, defalarca kez denemesine rağmen başarısız oldu.
Ruan Qiuqiu’nun görüşü tamamen kararırken, sağ baldırı kasılmaya başladı. Soğuk rüzgâr, giysilerinin arasından içeri süzülüyordu.
Dudaklarını bastırırken, gözleri hafifçe kızardı.
Kalk, hemen kalk...
Mağaraya dön, daha iyi hissedeceksin.
Kalk!
Ruan Qiuqiu, bir eliyle leğeni tutup diğer eliyle kendini desteklemek için yere bastı. Sıcak mağaraya dönmek için acele ediyordu, ama ayağa kalkmaya çalışırken tekrar yere düştü.
Bu sefer her iki bacağına da kramp girmişti.
Ruan Qiuqiu umutsuzca düşündü; acaba bu karlı gecede donarak mı ölecekti?
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı