Gece...

Gözlerimi açtım ve yataktan kalktım. Boğazımı tuttum. Dayanılmaz bir susuzluk bedenimi ele geçirmişti. Bu kez kendime hâkim olamayacakmış gibi hissettim. Aileme zarar vereceğimden, telafisi olmayan bir hata yapacağımdan korktum.

Pencereyi açtım, kenarına oturdum ve atladım.

Ne kadar güç kullandığımı bilmiyordum ama pencerenin köşesi hafifçe çatlamıştı. Çok geçmeden kendimi gökyüzünde buldum.

Gecenin karanlığında daha güçlü hissediyordum, duyularım keskinleşmişti. Daha önce yalnızca mahalledeki sesleri duyabiliyordum. Şimdi ise sınırlarım yoktu; bütün sesler kulağımdaydı.

Kontrolümü tamamen kaybetmiştim. Ne kadar uğraşsam da içimdeki kan arzusu beni ele geçiriyordu. Sanki bir arabayı sürmeye çalışıyordum ama o kadar sarhoştum ki direksiyonun hakimiyetini kaybetmiştim.

Kan kokusu aklımı başımdan alıyordu.
Kana ihtiyacım var… Kana ihtiyacım var!!

Ağzımda garip bir baskı hissettim; keskin dişlerim ortaya çıktı.

Bir binanın çatısına atladım. Betonun kırıldığını biliyordum ama umursamadım. Kan kokusunun yoğun olduğu yöne doğru koşmaya başladım.

Ne kadar sürdüğünü hatırlamıyordum; bilincim gidip geliyordu. Yine de bilincimi canlı tutabilmek için elimden geleni yapıyordum. Hayvanlaşmayı, susuzluğun beni ele geçirmesini reddediyordum!

Çok geçmeden kendimi karanlık bir ara sokakta buldum. Dünyam yavaş yavaş kan kırmızısına büründü ve o anda dört siluet gördüm.

Üç erkek, bir kadın... İki adam kadının kollarını tutuyordu, diğeriyse kadının boynuna bıçak dayamıştı. Avını izleyen bir yırtıcı gibi, erkeklerin kalplerine dikkatlice baktım. Kalpleri annemin kalbine benziyordu, tek fark ışıklarının daha zayıf olmasıydı.

"Sen kimsin lan? Defol git!" diye bağırdılar ama umursamadım.

Kadına baktığımda bir tuhaflık fark ettim. Kalbinde kırmızı bir ışık yoktu. Işığı boynunda mıydı yoksa? Nedense kadın, erkeklerden daha fazla dikkatimi çekmişti.

Adamlardan biri elindeki bıçakla bana doğru yürümeye başladı. Gözlerimiz buluştuğu an yerinde çakılıp kaldı. İstemsizce yüzümde yırtıcı bir gülümseme belirdi. Gülümsememle dişlerimin normalden çok daha keskin olduğunu fark etti. Köpekbalığını andıran bu dişler, eti ve kemiği zorlanmadan parçalayabilecek kadar sivri ve ürkütücüydü. Bu manzara karşısında üç serserinin yüzü soldu, korkuları gözlerinden okunuyordu.

“C-canavar!” Kadını tutan adam titreyerek konuştu. Korkudan donup kalmıştı.

Adamların korkusunu hissedince gülümsemem ürkütücü bir şekilde büyüdü. Sakin adımlarla onlara doğru yürüdüm. Kaçmaya çalıştılar ama başaramadılar. Çoktan tuzağa düşmüşlerdi; birer kurbanlık domuz gibiydiler.

Olağanüstü bir hızla bıçaklı adamın önünde belirdim. O daha tepki veremeden göğsüne elimi sokup kalbini çıkardım.

Ritmini hissettiğim kalp, nedense bana çekici gelmemişti. Avucumu açtım; kalp ellerimin arasından kayarak yere düştü.

“N-ne…?” diye mırıldandı. Hareketlerim o kadar hızlıydı ki, olanları algılayamadan öldü. Ölmeden önce gördüğü son şey, kırmızı gözlü bir canavarın yırtıcı gülümsemesi oldu.

“Aaah--!” kadını tutan serseri, korkak küçük bir kız çocuğu gibi çığlık attı ve kaçmaya çalıştı ama o da arkadaşı gibi kaçamadı.
Adamın hemen arkasında belirdim. O sırada dünya onun gözünde adeta 360 derece dönmeye başladı. Ölmeden hemen önce kafasının kopartıldığını anladı.

Kafasını elime alıp yüzünden süzülen kanı merakla yaladım. Tadı dilime değdiği anda yüzüm ekşidi. “İğrenç...”

Yere tükürdüm; tadı bayat bir hamburger gibi kötüydü.

Erkeklerin kanına neden ilgi duymadığımı şimdi anlıyorum.

Yaşayan son serseriye baktım. Kolumu bir kılıç gibi kullanarak vücudunu ikiye ayırdım. Gözleri aşağıya kayıp vücudunun yere düşüşünü izlerken hiçbir şey söyleyemedi.

Kan kokusunun ve öldürmenin verdiği hazla düşüncelerim sisin içinde kaybolmuştu. Bilincim uyanıklık ve uyku arasında gidip geliyordu. Her şey bir rüya gibiydi; gerçeklikle hayali ayırt edemiyordum.

“Hahaha...” bir kahkaha yankılandı.

Görüşüm yavaş yavaş normale dönerken karşımda bir kadın gördüm. Uzun, beyaz saçları yere kadar uzanıyordu ve saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Parlak menekşe rengi gözleri, zarif bir vücudu, ölçülü göğüsleri ve siyah elbisesinin gizleyemediği büyük kalçaları vardı. Kıyafeti gotik bir kostüm gibi duruyordu.

Boyu da uzundu; benden biraz kısaydı. Şimdiki boyumu bilmiyordum ama dönüşmeden önce 1.75 santimdim; şimdi 1.80 santim olduğumu düşünüyordum.

“Beklediğimden de iyisin, Victor” dedi kadın. Sesi sabah uyandığımda duyduğum sesle aynıydı...

"Sen..." sorularımı sormak üzereyken parmağını dudaklarıma koyarak beni susturdu: “Şşşş”

“Önce susuzluğunu gider. Kanım sana ihtiyacın olan her şeyi anlatacak sevgilim.” dedi. Elbisesinin düğmelerine uzandı ve yavaşça çözmeye başladı. İnce ve solgun teni gözlerimin önüne serildi.

O soluk teni görüp kokusunu daha yoğun almak duyularımı alt üst etti.

Afallamıştım… Yutkundum. Tek istediğim dişlerimi boynuna geçirmekti.

Yüzünde flörtöz bir gülümsemeyle “Gel” dedi.

Tüm gücümle onu kucaklayıp dişlerimi boynuna geçirdim. "Ahh~! Çok sertsin" diye inledi.

Ne söylediği umurumda değildi. Kanını içmeye başladığımda hissettiğim tat tarif edilemezdi. Bu hayatımda tattığım en lezzetli şeydi. Sanki dünyanın en ünlü şefinin hazırladığı beş yıldızlı bir yemeği yiyordum. Ama olay sadece bu değildi. Kanı içtikçe aramızda bir bağ oluştuğunu hissediyordum. Bu, tarif edilemez bir coşku veriyordu; uyuşturucu gibi, durdurması imkânsız bir zevk…

“Anlaşılan kanımı beğendin. Bu iyi…” dedi, yine o baştan çıkarıcı gülümsemesiyle. Tam o anda boynumda bir acı hissettim. Beni ısırmıştı.

Kanını içerken hissettiğim haz yüz katına çıktı. Ruhlarımız arasındaki bağ derinleşti. Sanki bir bütün haline gelmiştik. Garip bir histi ama kötü değildi. Aksine… harikaydı!

Birden zihnimde bir dizi anı belirdi. Tanıdık bir yerdeydim; annemle alışveriş yapmak için sıkça gittiğim marketteydim. Ama sahneyi bir başkasının gözünden izliyordum.

“Emin misiniz?” tedirgin bir kadın sesi duyuldu.

“Evet, onu ‘sevgilim’ yapacağım.” Beyaz saçlı kadın sevgi dolu bir gülümsemeyle cevap verdi.

Bir anda sahne değişti. Terk edilmiş bir binadaydık.

Kadın parmağını ısırdı ve yere birkaç damla kan akıttı. Kırmızı damlalar zemine değdiği anda bir büyü çemberi belirdi. Yerde uzanan eski bedenimi gördüm. Yaralıydım. Kolumda derin bir kesik vardı. Vahşi bir hayvan tarafından parçalanmış gibiydi. Kan kaybından ölmek üzere olduğumu anlayabiliyordum.

Büyü çemberi tamamlandığında kadın bileğini ısırdı. Bileğinden akan kanı dikkatlice ağzıma damlattı. Daha sonra beni kollarına alıp sıkıca sarıldı ve sakince fısıldadı: "Victor, yeniden doğacaksın. Bunun için üzgünüm." dedi ve boynumu kırdı.

Boynum hala yerindeydi, kopmamıştı ama o an her şey değişti. Vücudumdaki yaralar inanılmaz bir hızla kapanmaya başladı. Derim, olağanüstü bir hızla iyileşiyor ve bedenim eski haline dönmekle kalmayıp daha da güçleniyordu. Büyü çemberi hızla dönmeye başladı. Dönüşüm tamamlandığında büyü çemberi kayboldu. Kadın, tatmin olmuş bir ifadeyle “Başardım.” Dedi.

Yerde yatan yeni ben gözlerini açtı; gözlerim kan kırmızısına dönüşmüştü. Hızla kadını kucakladım ve boynuna dişlerimi geçirdim.

"Ahhh~~!"

Anılar birden silindi ya da kadın artık onları benimle paylaşmayı bıraktı. Gözlerimi açtığımda, kendimi yeniden o karanlık ara sokakta buldum.

Ben kaybolduktan sonra ne yaşanmıştı?

"Victor, beni öldürmek mi istiyorsun? Artık susuzluğun geçti değil mi?" dedi kadın, yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.

Dişlerimi boynundan çektim ve yüzüne baktım. Aklımda birçok soru vardı ama ilk sorduğum şuydu: "Adın ne?"

Kadın, şimdiye kadar gördüğüm en güzel gülümsemeyle yanıt verdi: "Violet... Violet Snow."

“Menekşe gibi mi? Zarif bir isim” dedim, hafif zoraki bir gülümsemeyle.

“Ailem oldukça tuhaf" dedi gülerek.

"Kesinlikle öyledir” dedim aynı tebessümle. Ardından kendi ismimi söyledim: "Victor... Victor Walker.*"

"Yürüyen zafer mi? Gayet sade bir isim" dedi küçük bir kahkaha eşliğinde.

“Ailem sade insanlardır" dedim omuz silkerek.

Sakinleştiğimde yerdeki cesetlere baktım ve midem bulandı. Kusacakmış gibi hissettim ama vücudum buna izin vermedi. Sadece rahatsız hissediyordum. Sanki uzun, 24 saatlik bir araba yolculuğu yapmışım da biraz hava almam gerekiyormuş gibiydi.

Duygularım karmakarışıktı. Yabancıların ölümü umurumda değildi, üstelik bu ölümlerden ben sorumluydum. Yine de… mantığım bunun yanlış olduğunu biliyordu. Olan biten her şey kafamı o kadar karıştırmıştı ki, ölen adamlarla ilgilenemiyordum bile.

Violet, yüzümdeki şaşkınlığı görerek bir teklifte bulundu: "Hadi buradan gidelim”

Başımı sallayarak onayladım. Yaklaştı ve "Bana yetişebilmen için hızımı azaltacağım. Beni takip et." dedi.

Hafif bir sıçrayışla binanın çatısına çıktı. Aynı hareketi yapmaya çalıştım ama yere indiğimde çatı kırıldı. Ne kadar güçlü olduğumu ve bunu kontrol edemediğimi tekrardan fark etmiştim. Şimdilik bunu bir kenara bırakıp Violet’i takip ettim.

Beni bu hale getirenin o olduğunu biliyordum. Ondan şüphelenmem gerekirdi ama nedense bunu yapamıyordum. İçimde bir his vardı; sanki bu kadını bir yerlerden tanıyordum, sadece ne zaman tanıştığımızı hatırlamıyordum.

Adım adım ilerleyecektim. Şu an hiçbir şey bilmiyordum, karar vermek için erkendi. Şimdilik, bu güzel vampire eşlik edecektim.

...

BÖLÜM NOTU

* Victor ismi zaferi simgeleyen bir isimken, Walker "yürüyen" anlamındadır. Yazar hem kelime oyunu hem de karakterin ismiyle ilişkilendirilen anlamlı bir espri yapmıştır.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu