"Engizisyon mu?" Kendi kendime yüksek sesle konuştum.
“Ayy!” Lucy ellerini şaşkın bir hareketle çırptı: "Lord engizisyonun ne olduğunu bilmiyor mu? Ne zamandır vampirsiniz? Yoksa yenidoğan mısınız?" umursamaz bir ifade takınmıştı ama sesinden beni kızdırmaya çalıştığı belli oluyordu.
"Snow Klanı prensesinin bir avam sınıfından kocası olmasını beklemezdim. Dünyanın sonu geldi herhalde." dedi Lucy’nin yanındaki kadın.
Beni gerçekten sinirlendirmeye çalışıyorlardı. Beklenmedik bir şekilde hiçbir şey hissetmedim. Bir böceğin sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemser misiniz? Önemsemezsiniz. Benim hissettiklerim de böyleydi. Bu yüzden bir şey hissetmiyordum.
"Beni kışkırtma çabanız bu mu? Çocukça." dedim.
"Hı?" Lucy biraz şaşırarak haykırdı. Kadının da şaşırdığını fark ettim ama onu görmezden geldim. Kızacağımı düşünmüşlerdi. Violet’in dediği gibi yenidoğan vampirlerin duygularını kontrol edememesi çok olası olduğundan, sinirlenmemi beklemişlerdi.
"Eğer benimle konuşan bir yenidoğan olsaydı, bunu anlardım ama daha yaşlı bir vampirsin değil mi? Neden bu kadar agresifsin? Regl mi oldun? Yoksa götünüze bir şey mi batıyor? Kadının seni tatmin edemiyor mu? Sanırım senin için Küçük Timmy’i çağırmalıyım."
"Timmy mi?" Lucy kafası karışmış bir şekilde sordu.
"Efsanevi Timmy’i bilmiyor musunuz?" İnanamayan bir ifadeyle konuştum; sanki iki nadir hayvana bakıyordum. "Bu kadar uzun yaşamanıza rağmen modern işlerden bihaber olmanız ne tuhaf." dedim alaycı bir şekilde.
"Seni aydınlatmama izin ver kuzucuğum. Timmy bir kilise çocuğu, iki metre boyunda, kaslı ve kutsal asasıyla vampirleri temizlemeyi seviyor. Seninle yakınlaşmayı çok ister bence." dedim küçümseyerek.
"..."
"Pfft." Violet istemeden birkaç saniyeliğine hafif bir kahkaha attı ama hemen yüzündeki gülümsemeyi koruyarak asil ifadesine geri döndü.
Lucy’nin yüzündeki sırıtış söndü. Maskesi yavaşça düşüyor, ardında gizlediği gerçek birer birer açığa çıkıyordu. "Ölmek mi istiyorsun, çocuk?" dedi. Öfkeli ve saldırgan bir tonla konuştu; karşımda sadece sadist ve öldürmeyi seven yaşlı bir vampir vardı.
"Tam da yaşlı bir vampirden beklenildiği gibi… Gerçekten de bunamaya başlamışsınız." alayla güldüm ve Lucy’yi görmezden geldim.
"Lucy, şu an nerede olduğunu sanıyorsun?" dedi Violet, sivri dişlerinin tamamını gösterecek tehditkar bir gülümsemeyle.
Hava birden ağırlaştı; Lucy malikânedeki öldürme niyetini hissedebiliyordu ve yüzünde küçük ter damlaları belirmeye başladı. Yaptığı aptallığın farkına varınca, 360 derece döndü ve nazikçe gülümsemeye başladı.
Öhöm!
Öksürüyormuş gibi yaptı ve özür dileyen bir ses tonuyla konuştu: "Hatam için üzgünüm, Leydi Violet."
Havadaki öldürme arzusu hiç var olmamış gibi kayboldu ama gözetim atmosferi hâlâ hissediliyordu. İçimden bir ses Lucy’nin bir şey yapmaya kalkışması durumunda hayatta kalamayacağını söylüyordu.
Duygularını kontrol etmedeki hızını takdir etmeliydim. Yaşlı bir vampirden beklenildiği gibi…
"Violet, Engizisyon nedir?" Lucy’yi görmezden gelip doğrudan Violet’le konuştum.
"Engizisyon, Vatikan Kilisesi tarafından kurulmuş bir organizasyon; insan dünyasında sorun çıkaran vampirleri avlamak için insanları eğitiyorlar. Kutsanmış kutsal su silahları kullanıyorlar ve İncil ayetleri okuyarak vampirlerin zihnine kalıcı hasar veriyorlar."
"Yani vampir avcıları" dedim umursamaz bir şekilde. Neden sakindim? Çünkü daha gerçeklememiş bir sorun hakkında düşünmenin anlamı yoktu; kontrol edemediğiniz şeyleri kontrol etmeye çalışmak sizi sadece strese sokar.
Ve günün sonunda, paranoyak ve stresli bir insana dönüşürsünüz. Şu an yapmam gereken tek şey bu dünya ve kendimdeki değişiklikler hakkında daha fazla şey öğrenmekti. Ne de olsa ben hâlâ bir yenidoğandım, yeni bir gölde yeni doğmuş küçük bir balık...
"Evet" diye onayladı Violet.
Violet’in kulağına doğru eğilip, "Odamda, İsa'nın haçının bana bir etkisi olmadığını test etmiştim. Yani bağışıklığım var mı?"dedim.
"Kilise saldırılarına bağışık değilsin, odanda olan şey yalnızca sıradan bir nesne. Kilisenin kullandığı eşyalar Papa’nın kendisi tarafından kutsanmıştır, bu dünyada tanrıya en yakın figür odur."
"Yani Tanrı var mı?" dedim merakla.
"Bilmiyorum ama sanırım var? Sonuçta, o silahlar bize etki ediyor." Violet biraz kafası karışmış bir şekilde yanıt verdi.
Kilise he? İnsanlık tarihindeki etkinliği binlerce yıla dayanıyor. Dolayısıyla bu kiliseyle bağlantılı olan organizasyonun dünyada büyük bir etkisi olmalı.
"Leydi Violet, ricamı kabul edecek misiniz?" dedi Lucy.
Violet, Lucy’e bakarak cevap verdi: "Hayır, burası benim bölgem ve başka vampirleri kabul etmiyorum. Engizisyon burada olsa bile, ben ve ailem bu durumla başa çıkabiliriz."
Violet’in kararının yanlış olduğunu düşünüyordum. Olay hakkında fazla bir bilgim olmasa da bir şeyden emindim, Lucy'ye güvenmemem gerekiyordu. Ona her baktığımda içimde bir rahatsızlık beliriyordu. Ah, zaten biliyorum...
"Sevgilim, neden arkadaşımıza izin vermiyorsun?"
"Sevgilim?" Violet bana sorgulayan gözlerle baktı.
Ona sadece gülümsedim. Kafası karışmış görünüyordu ama bir şekilde onaylar gibi başını salladı; adeta istediğimi yapmama izin veriyordu. Çok tatlı değil mi?
"Lucy, karımın bölgesine kaç vampir getirmeyi düşünüyorsun?" dedim Lucy'e dönüp.
Birkaç saniye beni süzdü ve cevap verdi: "Elli vampir."
"Çok fazla. Hepsini sen mi dönüştürdün?"
"Evet, hepsi benim kölelerim."
"Anlıyorum, Engizisyondan korunmak istiyorsun değil mi? Talebini kabul ediyoruz, vampirlerini getirebilirsin ama..." Arkamda duran Kaguya'ya bakıp birkaç kelime söyledim. Kaguya başını sallayıp kayboldu. Birkaç saniye sonra, elinde şehrin haritasıyla geri döndü.
Haritayı önümdeki masanın üzerine koydum ve Kaguya'nın getirdiği kurşun kalemle haritada büyük bir daire çizdim.
"Adamlarını bu dairenin dışında tut," dedim, bölge haritasında Violet'in malikanesini ve benim, nedense bu malikâneye oldukça yakın olan evimi çevreleyen daireyi göstererek.
Lucy, haritadaki daireye baktı ve başını salladı. Birkaç saniye Violet'e bakarak onay ister gibi durdu. Violet de başını hafifçe sallayarak onayladı.
Bir süre sonra Lucy koltuktan kalktı ve elini uzattı: "Çok teşekkür ederim Lord Victor. Cömertliğiniz için size minnettarım."
Gülümseyerek koltuktan kalktım "Endişelenme, dostlar birbirine yardım etmek için vardır değil mi?" dedim ve elini dostane bir şekilde sıktım.
Bir anda elimi sıkarken daha fazla güç kullandığını hissettim, sanki elimi kırmaya çalışıyordu ama yeterince güçlü değildi... O yaşlı bir vampir değil mi? Güçlü olması gerekmez miydi?
Pekâlâ bunu o istedi.
Gülümsemem orantısız bir hal aldı, keskin dişlerim ortaya çıktı ve elime biraz daha güç verdim.
Çat!
Kemiğin çatırdama sesi duyuldu. Lucy'ye ölü bir adam gibi bakan Violet dışında kimse bunu umursamadı.
Lucy bir anlığına eline baktı, sonra Violet'e dönerek, "Başka bir gün görüşürüz Leydi Violet," dedi.
Violet hiçbir şey söylemedi, sadece başını usulca salladı.
Çok geçmeden Kaguya iki misafiri malikâneden dışarı çıkardı.
Tekrar koltuğa oturdum ve Violet kucağıma çıktı:
"Ne planlıyorsun?" diye sordu, kollarını boynuma dolarken.
"Yem. Lucy, büyük balığı çekecek olan solucanım."
Violet gözlerini biraz açtı, sonra hafifçe gülümsedi: "Bu vampir olayına biraz fazla hızlı alışmıyor musun?"
"Eh vampirler insanlardan pek farklı değil; sonuçta onlar da bir zamanlar insandı." dedim, ardından devam ettim: "Eskiden annemin çalıştığı yere gittiğimde, annemin mahkemede savunduğu politikacılardan birkaç şey öğrenmiştim."
"Yalanlar ve gerçekler ince bir çizgidir; politikacılar, bugün oldukları yere gelebilmek için sürekli yalan söylemek zorundadırlar."
"Lucy de bu politikacılara çok benziyor, korkak bir tilki; her durumdan faydalanmaya çalışıyor, onu benden daha iyi biliyorsundur."
Violet başını salladı: "Lucy, asil vampirlere yiyecek getirme konusunda uzmanlaşmış bir vampir, soylu ailelerle iyi bağları var."
"Yiyecek derken..."
"İnsanlar" dedi Violet acımasız bir şekilde.
Demek Engizisyon bu yüzden buradaydı; Lucy'nin peşindeydiler. Lucy'yi yem olarak kullanmak iyi bir fikirmiş. Bu insan örgütünün yeteneklerini öğrenmem gerekiyordu. Violet’ten bana anlatmasını isteyebilirdim ama bu pek işime yaramazdı. Bir kişinin yeteneklerini bizzat görmekle başkasının anlatması arasında büyük bir fark vardır.
Violet'in sözlerine başımı onaylarcasına salladım ama göğsümde garip bir uyumsuzluk hissettim. Mantıken bu durumu önemsemem gerekirdi, sonuçta bunlar insandı değil mi? Ama neden hiçbir şey hissetmiyordum?
Bu, gazete ya da televizyonda bir şey izlemeye benziyordu; insanların zarar gördüğünü biliyorsunuz ama umursamıyorsunuz. Trajediyi bizzat görmekle sadece bir başkasından duymak çok farklı oluyordu.
"Normalde asil vampirlerin insan kanına ihtiyacı yoktur."
"Ha?" Aanlamadım... bu vampir olmanın özüne aykırı değil miydi?
Violet bana baktı: "İstersen insanlardan kan emebilirsin ama bu susuzluğunu dindirmez. Asil türler, çok güçlü bir vampir türüdür ve bu yüzden normal vampirlerden daha fazla kana ihtiyaç duyarlar. Kitlesel bir soykırıma neden olmamak için evlendiğimizde bir ritüel gerçekleştirmeleri adına cadılara ricada bulunuruz, böylece susuzluğumuzu eşimizle gideririz."
Demek bu yüzden çılgına döndüğümde Violet’in kanını içmeyi tercih etmiştim.
"Ama eşlerinin kanını içmekten sıkılan vampirler de var. Bu yüzden Lucy gibi vampirler var; insanları kaçırıp, yeni tatlar denemek isteyen asil vampirlere götürüyorlar."
Anladım… Vampirler insanlara sığır gibi davranıyorlardı.
Cadılar... Neden bilmiyorum ama cadılar söz konusu olduğunda belanın kokusunu yüz metre uzaktan alabiliyordum.
"Cadılar mı?" dedim. Bu dünyayı gerçekten neredeyse hiç tanımıyordum. Yine de bazı şeyler filmlerdeki gibiydi.
"Cadılar, bir şekilde büyü denilen bir enerjiye sahip olan insan kadınlardır. Bu büyüyü doğayla ilgili bazı şeyleri değiştirmek için kullanırlar. Anılarımda gördüğün büyü çemberini hatırlıyor musun?"
Onaylarcasına başımı salladım.
"Onlar da kadim vampirlerin isteği üzerine cadılar tarafından yaratıldı."
"Para için her şeyi yaparlar, onlar paralı askerlerdir; doğru fiyatı ödediğin sürece senin için yapamayacakları şey yoktur."
Paralı cadılar... İlginç.
Violet’in saçlarını okşamaya başlarken hafifçe gülümsedim.
Violet’in kollarımda kıpırdandığını hissettim ama saçlarını okşamaya devam ettim. Violet’in saçı, tam da sevdiğim gibiydi: uzun saçlar… İstediğim kadar okşayabilirdim. Bunu yapmaktan asla sıkılmayacakmışım gibi hissediyordum.
Kısa süre sonra Kaguya, Natalia adındaki sarışın hizmetçiyle birlikte geri döndü. Ayrıca duvarlarda saklanan vampirlerin hepsinin artık bodrumda olduğunu gördüm.
"Lord Victor, sanırım bu kadar yeter. Devam ederseniz Leydi Violet’in öleceğini düşünüyorum." dedi duygusuz bir sesle. Nedense şaka yapıyormuş gibi hissetmiştim.
Violet’e baktım. Kızarmış bir halde olduğunu, nefes nefese kaldığını, bana saplantılı gözlerle baktığını gördüm.
Ama hiçbir şey yapmadım ki? Sadece saçını okşadım…
Pencereden dışarı baktığımda sabah olduğunu gördüm, okula gitmem gerekiyordu.
"Sanırım geri dönmem gerekiyor" dedim sesli bir şekilde.
Sesimi duyan Violet, sarhoş halinden çabucak uyandı ve bana baktı: "Geri mi dönmek istiyorsun? Ama artık okumanın ne anlamı var ki? Sen benim kocamsın ve benim olan her şey senin. Sadece burada benimle yaşasan yeter!"
Violet’e baktım: "Sakin ol, karısına bağımlı bir asalak olmak istemiyorum... Yani, senin Sugar Mama’m olmana izin vermek hoş olurdu ama ben bir vampirim, asalak değil."
"Okula neden geri dönüyorsun o zaman?" diye sordu Violet, biraz daha sakinleşerek.
"Dürüst olmak gerekirse… Mezun olup bir şekilde aileme yardım etmek için ekonomi okuyordum. Sonuçta ailemin durumu 15 yaşımdayken olduğu gibi değil." dedim dürüstçe ve devam ettim: "Saatte 15 dolar ödeyen McDonutus’ta bir iş bile buldum, o parayla üniversite masraflarımı karşılıyordum ama..."
Elime baktım. Solgun parmaklarımı hafifçe kıpırdattım ve içimdeki gücü hissettim: "Şimdi buna gerek yok, mevcut durumumla para kazanmanın birçok yolu var."
"Ve ailemi terk etmek istemiyorum. Annemin yanında olmazsam sıkılır. Mizacından dolayı pek arkadaş edinemiyor." Annemi düşününce yüzümde tebessüm oluştu. Vampir olmuş olabilirdim ama ailemi ve arkadaşlarımı terk etmeye niyetim yoktu.
Olayları aşırı dramatize edip ailemi tehlikeye attığımı ve bu yüzden onları terk etmem gerektiğini söylemeyecektim.
Irkım değişmiş olsa da, ben hâlâ aynı bendim; kararlarımı ben verecektim. Üstelik kana susuzluğumu nasıl kontrol altına alabileceğimi bildiğim için aileme zarar verme endişem neredeyse yoktu.
"Yani okula gerçekten gitmek istediğin için gidiyorsun?" diye sordu Violet, kafası karışmış bir şekilde.
"Evet, okul hayatının biraz tadını çıkarmak için işimi bırakıp üniversiteye gideceğim. Hastalığım yüzünden hep çok dikkatli olmam gerekti. Bu yüzünden hayatımdan pek zevk alamadım ama artık bu bana engel olamayacak.” dedim dürüstçe. Hep spor yapmak, basketbol oynamak, yüzmek istemiştim ama hastalığım yüzünden bunlar mümkün olmamıştı.
Violet’e baktım: "Benimle gelmek ister misin?"
"Ne..?"
"Seni ailemle tanıştırmak istiyorum. Sonuçta karımsın. Ailem ve arkadaşlarımla tanışmalısın."
Violet, gözlerinde mutluluk ışığıyla gülümsedi ve hemen kollarıma sarıldı. Ben de gülerek saçlarını okşamaya devam ettim, çok mutlu görünüyordu.
Onu benimle yaşamaya davet etmeyi planlıyordum çünkü Violet benimle yaşarsa ailemin hayatını tehdit eden çok az şey olacaktı. Sonuçta vampirler Violet'in her sözüne itaat ediyor gibi görünüyordu. Eğer benimle yaşarsa ailemin korunmasını sağlayacaktır.
"Evet! Seninle gelirim! Aslında bundan sonra seninle yaşayacağım! Hadi gidelim!" dedi neşeyle ve beni çekiştirmeye başladı.
Memnun bir şekilde gülümseyerek düşündüm: Yanıma taşınmasını söylememe gerek kalmadı...
"Bir dakika." dedim, Violet bana döndü. "Eğer benimle yaşamak istiyorsan, ailemi koruyacağına söz vermelisin."
"Ah öyle mi? Kolay iş. Çok az insan aileme bulaşmaya cesaret edebilir.” dedi, gülerek devam etti:
"Benim ailem de senin ailen değil mi? Biz evliyiz! Tabii ki senin aileni koruyacağımr!" dedi gururla gülümseyerek.
Bu kadının başını okşamaktan kendimi alamıyordum, çok güzeldi.
"Leydi Violet manipüle edildi değil mi?" dedi Kaguya, düşük ama yeterince duyulacak bir tonda fısıldadı.
"Evet ve muhtemelen bunun farkında bile değil." diye yanıtladı Natalia, oldukça soğukkanlı bir şekilde.
"Ahh mahvolduk! Ya Lord Victor bizi ele geçirmeye karar verirse?" Kaguya, abartılı bir şekilde elini sallayarak konuştu.
"Böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. Bizimle ilgilenmiyor gibi görünüyor ve böyle bir şey olursa, Violet muhtemelen bizi öldürür." diye cevap verdi Natalia, düz bir tonla.
"Doğru, bir sapığın sevgisini anlamak zordur." diye devam etti Kaguya.
"Şşş, böyle söyleme, ya biri seni duyarsa?" Natalia, daha yüksek sesle konuşarak uyardı.
"..."
Bu kadınların aklı başında mı?
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı