2 Şubat - Victor’un bedenindeki değişiklikleri fark etmesinin ertesi günü
Violet ile eve doğru yürüyorduk. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Çok tatlıydı ama aklımı kurcalayan tek bir şey vardı:
Vücudumdaki değişiklikleri anneme nasıl açıklayacaktım?
Yanımdaki binanın aynalı camına göz ucuyla baktım. Vampir olmadan önce 175 cm boyundaydım; biraz zayıf ve çelimsiz bir genç gibi görünüyordum ama vampir olduktan sonra boyum 5 cm uzamış, 180 cm’ye çıkmıştı.
Üzerimdeki kıyafetler, yeni kazandığım kasları açıkça belli ediyordu. Soluk ten rengim, artık daha da beyaz bir tona bürünmüştü. Siyah saçlarım ve mavi gözlerim daha parlaktı. Eski halime benziyor olsam da vücudumdaki bu gelişmeler ve tenimin bu denli solgun oluşu dikkat çekiciydi.
Sıradan bir kıyafet giymiştim: bol siyah bir tişört, siyah bir pantolon ve ünlü bir markanın beyaz spor ayakkabıları.
Violet ise çok daha gösterişliydi. Siyah bir elbise giymişti. Kapalı yakalı, kolsuz, deriden yapılmış bu elbise biraz kısaydı; güzel bacaklarını zar zor örtüyor, neredeyse kalçasını gösteriyordu.
Gözlerim istemsizce bacaklarına kaydı ve ağzımın suyu aktı; çok seksiydi. Elbise vücuduna yapışmış, baştan çıkarıcı hatlarını ortaya çıkarıyordu.
Violet, beni ona bakarken yakaladığında yüzünde baştan çıkarıcı bir gülümseme belirdi, sanki her şey planladığı gibi ilerliyormuş gibiydi.
…
Karım Violet’in anlattığına göre, vampir dönüşümü vücudu en ideal ve güçlü haline getiriyormuş ve ben yeni doğmuş bir vampir olduğum için bu değişiklikler, vücudum tamamen gelişene kadar devam edecekmiş. Bana, vücudun gelişmeyi bırakmasının genellikle bir hafta sürdüğünü söylemişti.
Telefonumdaki saate baktım; sabahın yedisi olmuştu. Normalde vampirlerin uyanık olmaması gereken bir saatti ama Violet ve ben istisnalardandık. Kuzey Kutbu’ndan gelmiş bir çift gibi görünüyorduk. Gerçi Kuzey Kutbu’nda medeniyet olup olmadığından emin değildim (coğrafya dersinde pek başarılı bir öğrenci değildim).
Violet, eve dönüş yolculuğunu bir randevu gibi görmüş olmalıydı ki bana, birkaç yıldır dışarı çıkmadığını söylemişti (bunu kazara itiraf etti).
Meraklı bir kediye benziyordu; ilgisini çeken bir şey gördüğünde durup ona yöneliyor, beğendiği şeyleri satın alıyordu.
Yanımızda bize eşlik eden Kaguya, Violet’in alışveriş çantalarını taşımakla görevliydi.
Zengin insanlar gerçekten farklı oluyorlar...
Kaguya, Violet’in ailesine bağlı bir aileden geliyormuş. Violet’in anlattıklarına göre, Kaguya’nın ‘gölge’ adında bir yeteneği varmış ve gölgeyle bütünleşip, gölgeler arasında hareket edebiliyormuş. Bu yetenek, özellikle gece vakti birini öldürmek için oldukça etkiliydi.
“Ah, Leydi Violet, çok fazla şey satın alıyorsunuz, bu çaresiz genç kadının narin kolları artık dayanamıyor. Acaba bana yardım edebilecek bir beyefendi var mı?”
Kaguya, şikâyet eder gibi bir tonla konuşurken gözlerini parlatıp bana baktı.
Beni kandırabileceğini mi sanıyordu?
Onu görmezden gelerek başka tarafa baktım.
“Cık.”
Az önce bir ‘Cık’ sesi mi duydum?? Gerçek yüzünü yavaşça gösteriyorsun he…
“Hahaha, Kaguya’yla iyi anlaşıyor olmanız beni mutlu etti ama…” Kaguya’ya baktı. “Fazla yakınlaşma, tamam mı?”
Violet’in yüzü ifadesizdi. Sözlerinde bir uyarı gizliydi ama anlamını tam çözemiyordum.
“Evet, endişelenmeyin Leydi Violet. İşimi çok ciddiye alırım,” dedi Kaguya, sarsılmaz bir özgüvenle.
Kaguya biraz gergin görünüyordu.
Violet’in saçını okşadım. “Hadi devam edelim. Annemi kandırmanın bir yolunu bulmama yardım et.”
Birden Violet daha uysal bir hal aldı ve “Tamam!” dedi.
Kaguya’ya kibirli bir yüz ifadesiyle baktım ama Kaguya sadece başka tarafa döndü ve beni görmezden geldi.
Violet’in ailesi bu ilginç insanları nereden buluyordu? Uzun zamandır böyle eğlenmemiştim, diye düşündüm ve yüzümde bir gülümseme belirdi.
“Sevgilim, neden anneni büyülemiyorsun?” dedi Violet aniden.
“Filmlerdeki gibi mi? Birine bakıp, istediğimi yaptırmamı sağlayan türden bir şey mi?” diye sordum.
“Evet,” dedi Violet, başını sallayarak yürümeye devam ederken. “Çok karmaşık bir şey yapmana gerek yok. Sadece, ‘Görünüşümdeki değişiklikleri görmezden gel’ gibi bir şey yeterli olur.”
Açıkçası, bunu yapmayı düşünüyordum ama ailemi büyülemenin içimde hoş bir his bırakmayacağını hissediyordum.
Bir anda yanımızdan hızla polis arabaları geçti.
Vınnn! Vınnn!
Polisler bir kamyonu kovalıyordu. Koku... Tanıdık bir koku almıştım. Yeni yeteneklerimi test etmek için iyi bir fırsat olduğunu düşündüm. Cebimden 5 dolara aldığım büyük, modası geçmiş siyah gözlüklerimi çıkardım ve taktım.
Bu gözlükler çok ucuzdu ve koyu renkli, sıradan bir tasarıma sahipti. Gözlükleri alma amacım ise basitti:
Kırmızı görme yeteneğimi kullandığımda gözlerimin kan kırmızısına dönüştüğünü gizlemekti.
Yeni yeteneğimi aktive ettim. Gözlerimi kamyona odakladım ve içinde 20 vampir olduğunu fark ettim.
“20 vampir ha?” dedim alçak bir sesle.
“Bu kadar uzaktan görebiliyor musun?” dedi Violet, biraz şaşırmıştı. O da benim gibi uzaktaki şeyleri yakınmış gibi görebiliyordu ama benim görüşüm daha stabildi ve binalar, duvarlar gibi engellerden etkilenmiyordum.
“Evet. Sanırım bunlar Lucy’nin adamları” dedim ilgisizce. Vampirlerden eski bir vampir kokusu almıştım; kokuyu yalnızca birkaç saniye hissetmiş olsam da onları tanımam için yeterliydi.
“Çok dikkat çekiyorlar. Lucy Engizisyon tarafından öldürülmezse, soylu vampirlerin elinde can verecektir.” dedi Violet, ilgisiz bir ses tonuyla. Görünüşe göre bu konuyla ilgilenen kendi adamları vardı.
Violet aniden durdu ve bir çocuk mağazasında satılan büyük bir ayıya bakmaya başladı...
Sırf meraktan ayının fiyatına baktım. Tam 25 bin dolardı! Ne!?
Altı üstü oyuncak ayıydı! Nasıl bu kadar pahalı olabilirdi!?
Violet küçük bir kız çocuğu gibi koşarak dükkâna girdi.
Violet’in ayıyı alıp kucakladığını gördüğümde dayanamayıp mırıldandım, “O kadar tatlısın ki…”
Yanımda sessizce efendisi bekleyen Kaguya’ya döndüm.
“Kaguya, neden soylular Lucy’yi öldürmek istiyor?” dedim. Konusu açılmışken Lucy ile ilgili bilgiler öğrenmek istiyordum.
Violet’in alışveriş çantalarını taşıyan Kaguya, “Çünkü kuralları çiğnedi.” dedi umursamaz bir sesle.
Kaguya bana bakarak devam etti: “Bir vampir olmanın dördüncü kuralı, vampir olduğunu insanlara asla söylememektir. Vampir dünyasıyla ilgili meseleler, insan işlerine karıştırılmamalıdır. Eğer bir vampir, aynı insanı bir vampire dönüştürme niyetindeyse bu kural görmezden gelinebilir.”
“Ve vampir bu kuralı çiğnerse, soylular tarafından avlanır ve öldürülür. Sonuçta, fazla dikkat çekmeyi sevmeyiz.”
Bu kural, genç vampirlere bir uyarıydı: "Vampirlerle ilgili çok fazla yaygara çıkarma, yoksa seni avlarız."
Bir süre sonra Violet, kucağında büyük ayıyla geri döndü. Yüzünde mutlu bir ifade vardı. Onu böyle görünce saçını okşamaktan kendimi alamadım.
Okşamalarımı hissettiğinde mutlulukla gülümsedi.
“Hadi gidelim, az kaldı,” dedim.
İki kadın başlarıyla onayladı.
----
Eve vardığımızda kapıyı açtım.
“Anne, ben geldim!” dedim yüksek sesle.
“Victor!? Oğlum, neden telefonu açmadın!? Merak—” Annem cümlesini yarıda kesti çünkü kapıda iki kadınla birlikte beni görünce şaşkınlıkla dondu.
“Victor...?” Şüpheyle yaklaşarak beni inceledi.
Anneme baktım.
Bu yıl 40 yaşına girecekti. Hafif bir göbek yağlanması olsa da kendine iyi bakıyordu.
Uzun siyah saçları, mavi gözleri ve kıvrımlı bir vücudu vardı. İyi bir görünüme sahip avukatların daha kolay zengin müşteriler edindiğini söylerdi hep.
Geçmişteki müşterileri arasında özgeçmişi tartışmalı olan politikacılar vardı. Annem onlara “şişman kuzu” derdi ve bu politikacıları büyük meblağlar karşılığında savunurdu. Sadece politikacıları değil, dolandırıcılık mağduru olan şirketleri veya insanları da savunmuştu. İyi bir avukattı ama bazı politikacıları savunduğu için, işin sonu hep kötü oluyordu.
Son zamanlarda bu işlerden uzaklaşmıştı çünkü işi giderek daha tehlikeli bir hale geliyordu. Bu yüzden şu an eskisi kadar para kazanamıyordu.
“Garip…” Annem şaşkın bir yüz ifadesiyle konuştu. “Oğlum olduğunu hissediyorum ama aynı zamanda sanki benim oğlum değilmişsin gibi...” Bakışlarında her zamanki keskin dikkati vardı, beni baştan aşağı inceliyordu. Yüzü adeta “Beni kandıramazsın” diyordu.
“13 yaşındayken seninle bir restorana gitmiştik; orada eski arkadaşınla karşılaşmıştık, hani şu ‘bulaşıkçı’ dediğin kadın,” dedim Victor olduğumu kanıtlamak için.
“Adı neydi?” diye sordu.
“Aphrodite.” Gerçek adı Renata’ydı ama annem ona Aphrodite derdi.
“Bu yeterli değil!” dedi kararlı bir ifadeyle.
“21. doğum günümde beni bir genelevin önüne götürüp, eğer kız arkadaş bulamazsam beni oraya bırakacağını söylemiştin.”
Violet bir an anneme baktı ama bir şey yapıp yapmamaya karar veremiyormuş gibi görünüyordu. Gözleri tehlikeli bir şekilde parladı ama bu ışık kısa süre sonra kayboldu. İçsel bir çatışma yaşadığı belliydi.
Öhöm!
Annem sahte bir öksürükle araya girdi:
“Evet, kesinlikle benim oğlumsun. Ama bunu yüksek sesle söylemesen iyi edersin. Oğluna kız arkadaş bulmak için onu geneleve götüren bir anne olduğumu duyarlarsa insanlar benim hakkımda ne düşünür?” dedi, hafifçe burnundan soluyarak.
Gülümsememi bastıramadım. Annem biraz garip olabilirdi ama o benim annemdi ve onu çok seviyordum.
Bana doğru yaklaşıp, “Normalden daha solgun görünüyorsun, aç mısın? Ayrıca biraz daha uzamış gibisin,” dedi. Ellerini başının üzerine koyarak, boyunu boyumla kıyaslamaya çalışıyordu.
Annemin boyu yaklaşık 170 cm idi, eski boyumdan biraz daha kısaydı.
“Ergenlik bu anne.” dedim. Dünyadaki her erkeğin annesine en az bir kez söylediği bahaneyi söyledim.
“Ergenlik mi…?” şüpheyle söylediklerimi tekrar etti.
Violet ve Kaguya’ya baktı.
İki kadının güzelliğini fark eden annem, kendi hayal dünyasına daldı.
“Vay canına! İlk birlikteliğini yaşadın ve bu yüzden mi boyun uzadı!? Aaaaa! Bir dakika bekle! Babanı çağıracağım!”
Aniden, ellerini ağzına kapatarak merdivenlere doğru koşmaya başladı.
“Leon! Hemen buraya gel! Çabuk! O tombul göbeğini kaldırıp buraya gel hemen!” diye bağırdı.
Yeni duyularım sayesinde, annemin bu çığlığı normalden çok daha yüksek bir şekilde kulağıma çarptı. Kaguya ve Violet’in şaşkın ifadelerinden, onların da aynı şekilde etkilendiğini anlayabiliyordum.
“Ne var kadın!? Film izliyordum! İşe gitmeden önce bitirmek istiyorum!” diye bağırdı babam yukarıdan.
“Oğlumuz ilk birlikteliğini yaşamış ve eve iki güzel kadın getirmiş!”
“Ne!? Bir dakika bekle! Geliyorum!”
Violet ve Kaguya bana baktılar, ben de yüzümdeki poker surat ifadesini korumaya çalıştım. Utancımı saklamaya çalışıyordum.
Evet, evet… Hadi yunusları düşünelim. Yunuslar harika yaratıklar, insan zekasına sahiptirler. Evet! Yunuslar insanlığın hükümdarı olmalı!
Kendi kendimi hipnoz etmeye çalışırken, babam merdivenlerden aşağı inmeye başladı.
Kapıdan bana ve kadınlara baktı. Violet ve Kaguya’ya bir göz attıktan sonra memnuniyetle başını salladı.
“Benim oğlum olduğun hemen anlaşılıyor! Mason genleri damarlarında akıyor. İki güzel kadını kapmışsın! Biri Uzak Doğulu, diğerinin soylu bir havası var! Hayatın boyunca bekar kalmandan korkuyordum!”
İç çekerek başımı hafifçe salladım. Neden bilmiyordum ama bir baş ağrısı hissettim, gerçi vampir olduğum için baş ağrısı hissetmemem gerekiyordu.
Babama baktım. Bu yıl 50 yaşına girecekti. Kahverengi saçları, siyah gözleri vardı ve 183 cm boyundaydı. Hafif göbekliydi ama kolları hâlâ kaslıydı. Şort ve beyaz bir tişört giymişti.
Bir duvar ustasıydı. İnşaat sektöründe çalışıyordu. Gerçi tam olarak ne yaptığını bilmiyordum. Emekli olmasına rağmen hala “çalışmaya gidiyorum” diyordu ve arada eski iş yerine gidiyordu.
İnsan eski alışkanlıklarını kolay kolay bırakamıyordu değil mi?
Öhöm!
Sahte öksürükle devam ettim, “Violet, bu babam Leon Walker ve annem Anna Walker.” dedim.
“Memnun oldum.” dedi Violet, soylu kadın maskesiyle.
“Anne ve baba, bu güzel beyaz saçlı kadın Violet, benim eşim ve bu siyah saçlı kadın onun kişisel hizmetçisi.”
“...Ne...?”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı