Gözlerimi açtığımda tanıdık bir tavana bakıyordum. Yatağımın yanındaki masanın üzerinde duran bilgisayarıma göz attım. "Eve ne zaman geldim ki?" diye düşündüm. Yataktan doğrulurken hafızamı yokladım ancak anılarım karmakarışıktı, hiçbir şey hatırlayamıyordum.
"Victor!"
Ansızın bir kadın sesi yankılandı. Melek gibi bir sesti. Muazzam güzellikte bir ses; ama bir o kadar da endişeli.
"Ah... Kim?" Başıma giren ani bir ağrıyla elimi alnıma götürdüm.
Yatağa yaslanarak kalkmaya çalıştım ama bir anda elimi yatağın içine gömülmüş halde buldum. Ahşap bir şeyin kırılma sesi duyuldu. Şaşkınlıkla elime baktım; elim, şiltenin içinden geçmiş ve yatağı destekleyen tahtayı kırmıştı…
Elimi hızla geri çektim ve şok içinde delik açılmış olan yatağıma baktım. “Bana ne oluyor?” diye fısıldadım.
Bu kadar güçlü olduğumu hiç hatırlamıyordum. Bana bir şey mi olmuştu? Hafızamı kurcaladım ama kurcaladıkça anılarımı engelleyen görünmez bir perdeyle karşılaşıyordum sanki.
Bir yapbozu tamamlar gibi, kafamda parçaları birleştirip tutarlı bir düşünce zinciri oluşturmaya çalıştım. "En baştan başlayalım… Annemin istediği yiyecekleri almak için markete gitmiştim, ama..."
Cümlemi tamamlayamadan boğazımda dayanılmaz bir kuruluk hissettim. Sanki bir maraton koşmuş gibi susuz kalmıştım. Boğazım kupkuruydu, adeta yanıyordu!
Hemen ayağa kalktım ve yerden gelen tahta gıcırtılarına aldırış etmeden banyoya yöneldim. Kapıyı açmaya çalıştım ama inanılmaz bir şey oldu...
Kapı… yerinden söküldü. Gücümün bu denli arttığını görmek beni şoke etmişti. Hayret etmeye ya da bunu nasıl başardığımı sorgulamaya vaktim yoktu. Hızla banyoya girdim ve musluğu çevirmeye çalıştım.
Musluğu açmaya çalışırken onu kırdım. Su, şiddetle fışkırmaya başladı. Hiç umursamadan ağzımı musluğun altına dayadım ve kana kana içmeye başladım. Çölde kaybolmuş ve günler sonra ilk kez bir vaha bulmuş bir adam gibi görünüyordum.
Soğuk suyun ağzıma girdiğini ve boğazımda süzüldüğünü hissediyordum ama beni tatmin etmiyordu; susuzluğumu giderecek bir şeye ihtiyacım vardı, su işe yaramıyordu.
“Sakin ol,” diye bir kadın sesi duydum, uyandığımda adımı söyleyen sesle aynıydı. Birden, sanki yanıltıcı bir yalanmış gibi, daha önce hissettiğim susuzluk kayboldu.
Yere düştüm ve derin derin nefes alıp vermeye başladım, “Kim var orada?” diye bağırdım ama cevap alamadım. “Allah aşkına neler oluyor?”
Fışkıran suyu fark edip musluğa yöneldim. Yerdeki vanayı dikkatlice çevirerek suyun akışını durdurdum.
Rahatlayarak yerden kalktım. Aynada kendime bakmak için döndüm ve gördüğüm manzara beni şaşırttı: “Bu… ben miyim?”
Daha uzun görünüyordum. Vücudum belirgin kaslarla şekillenmişti, karın kaslarım altı pak bir şekilde belli oluyor, kollarım ise daha hacimliydi. Ama en dikkat çekeni, cildimin inanılmaz derecede solgun olmasıydı. Tüm kanım çekilmiş gibiydi.
Eskiden anemi hastalığım yüzünden ölü bir yaratığa benziyordum; son derece rahatsız edici ve bazı durumlarda ölümcül olabilen bir hastalıktı bu... Ama şu anki durumum başka bir boyuttu. Vücudumda hiç kan yokmuş gibi görünüyordum, ayrıca gözlerim daha parlak bir mavi, saçlarım ise ışıldayan bir siyaha dönüşmüştü.
Bir zamanlar zayıf ve ergen gibi görünen 21 yaşındaki ben, sadece bir gecede atletik görünümlü bir adama mı dönüşmüştü? Yoksa hükümet tarafından kaçırılıp gizli bir deneye mi dahil edilmiştim? Ne oldu böyle?
"Victor! Bu gürültü ne?” diye bir ses duydum. Sesin geldiği yöne döndüm ve nefesim sıklaşmaya başladı. Boğazımda yine o kuruluğu hissettim. Karşıdaki duvardan bir insanın siluetini görebiliyordum. Kalbinin çekici bir ritimle attığını hissedebiliyordum...
Birden dünyam değişti. Kırmızı bir perde gibi gözlerimin önüne serilen bu yeni görüş ile karşımdaki siluetin tüm bedenini görebiliyordum. Kalbi, büyüleyici bir şekilde parlıyor, onu yerinden söküp içmem için beni çağırıyordu.
"Victor? O gürültü neydi? İyi misin?"
Annemin sesi beni bu sarhoşluktan çekip çıkardı.
"Anne...?" mümkün olduğunca normal bir sesle cevap vermeye çalıştım ama başarısız olduğum ortadaydı.
"Victor! Kapıyı aç, ne oluyor?" Aynaya döndüm ve gözlerimin kırmızıya döndüğünü fark ettim.
"Ah... Kahretsin," diye fısıldadım. Bu yeni halimin beni ne kadar değiştirdiğini fark ettikçe, kendimi kontrol etmem gerektiğini anladım. Annemin kalbini parçalama dürtüsüne karşı koymak için tüm irademi topladım.
Öncelikle, annemi sakinleştirmem ve buradan uzaklaştırmam gerekiyordu.
"Anne, meşgulüm şu an," dedim, sesim biraz daha normal çıkmıştı.
Sesimin etkisiyle annemin sakinleştiğini fark ettim. En azından bu yeni kırmızı görüşüm bana bunu söylüyordu. Yüzündeki ifadeyi göremiyordum ama kalp atışlarının yavaşladığını görebiliyordum.
"Kapıyı açabilir misin?"
"Üstümde kıyafet yok," dedim biraz rahatsız bir tonla.
"Ah," dedi ve ayak seslerini duyduğumda uzaklaştığını anladım. Bu kadar kolay pes etmesine şaşırmıştım.
"Çöpünü atmayı unutma! Sıvılarını temizlemek benim işim değil, sevgilinin işi. Tabii varsa…"
Sözleri, kalbime bir ok gibi saplandı ama garip bir şekilde sakinleşmeme yardımcı oldu. Hafif bir tebessüm ettim. Annem acımasız derecede dürüsttü, bu da onun en sevdiğim özelliğiydi. Tabii ki dürüstlüğü zaman zaman beni kızdırsa da 21 yıl boyunca onunla aynı çatı altında yaşadıktan sonra buna alışmıştım.
Saatime baktım; sabah olmuştu. Okula gitmem gerekiyordu ama bu halde dışarı çıkmam imkânsızdı. Ayrıca… odama göz gezdirdim. Hasar görmüş bir zemin, sökülmüş bir kapı, su basmış bir banyo… "Bu dağınıklığı toparlamam lazım"
İki Saat Sonra
Odamı toplarken kendimde birçok değişiklik fark ettim. Gücüm inanılmaz derecede artmıştı. Ancak bu değişim, işlerimi zorlaştırıyordu. Daha önce bir kapıyı açmak için kullandığım kuvvetle şimdi kapıyı yerinden sökebiliyordum. Her hareketimi dikkatle ölçmek zorundaydım.
Duyularım da keskinleşmişti. İşitme, koku alma, görme…
Duyma becerim Süpermen kadar gelişmiş değildi tabii; o tüm gezegeni duyabiliyordu. Bense evdeki tüm sesleri ve hatta çevre mahalledeki olan biteni, her şeyi duyabiliyordum. Bu yetenek rahatsız ediciydi. Aynı anda birçok sesi duyuyor ve kimin ne dediğini ayırt edemiyordum.
Bunu kontrol altına almak için bir şey denedim: Dikkatimi bilgisayardan açtığım “Dünyanın En Zor Oyunu” adlı pornoya verdim. Aptal gibi mi görünüyordum? Evet ama işe yaramıştı. Erkekler, dikkat çekmesi kolay varlıklardır.
Koku duyum da değişmişti. Kilometrelerce öteden sadece kan kokusunu alabiliyordum. Diğer kokuları ayırt edemiyordum.
Bir başka keşfim ise yeni bir tür görüşe sahip olmamdı. Bu görüşe geçtiğimde dünya tamamen kırmızıya bürünüyor, etrafımdaki duvarlar yokmuş gibi her şeyi görebiliyordum. İnsanların silüetleri ve parlak kırmızı kalpleri net bir şekilde gözümün önünde oluyordu. Bu görüşü fazla test etmeye cesaret edemedim. Tekrar susuzluk hissine kapılmak istemiyordum.
Ve evet, artık biliyordum... Bir vampirdim. Ya da ona benzer bir şey.
Her şey ortadaydı: solgun ten, kırmızı gözler, fiziksel güç artışı ve geçmek bilmeyen bir susuzluk…
Bu bilgilerle bir plan yapmaya karar verdim. Önce, zaaflarımın neler olduğunu öğrenmeliydim.
Vampirlerle ilgili kitaplarda geçen zaaflar… Sarımsak, haç (ya da Tanrı ile ilgili bir şey), güneş ışığı ve davet edilmeden bir eve girememe. Bir de… Akan su?
Kulağa saçma gelse bile bu zaafları bile denemem gerekiyordu.
Deney 1: Haç
Bilgisayarımın ekranında asılı duran bir kolyede haç vardı. Yavaşça uzanıp ona dokundum ve… hiçbir şey hissetmedim.
Hmm, sıradaki: Akan su.
Pekâlâ, musluktan su içmiştim ve bir etkisi olmamıştı. Yine de bir havuz ya da nehirde su testini tekrar yapmam gerekecekti; bu yüzden bu deneyi başka bir zamana bırakmaya karar verdim.
Listedeki bir sonraki şey: Sarımsak.
Odamdaki küçük buzdolabından iki gün önce aldığım sarımsaklı pizzayı çıkardım. Kokusu midemi bulandırsa da ne gücümde bir azalma oldu ne de başka bir tuhaflık hissettim. Muhtemelen iştahım değişmişti.
Pizzayı ağzıma atmayı denedim ama beklediğim gibi vücudum bunu reddetti. Hızla banyoya koştum ve pizzayı tükürdüm.
"Ne kadar iğrenç," dedim yüzümü buruşturarak. "Neden bayat bir balık yemiş gibi hissediyorum?"
Midem tekrar bulanmış ve kusma hissi başlamıştı. Hızla derin derin nefes aldım, birkaç dakika bunu tekrar ettim ve kusma hissi geçti.
Başka bir zaman bütün bir sarımsağın üzerimde bir etkisi olup olmadığını test edecektim. Mantıklı düşününce yaptığım ne kadar da aptalcaydı. Hangi vampir sarımsaklı pizzadan etkilenir ki?
Her neyse, bir sonraki zaaf: Güneş.
Yatak odamın penceresine doğru yürüdüm, odamın köşesinde duran yatağımın üstüne çıktım ve güneş ışığının içeri girmesi için perdeyi biraz araladım.
Tükürüğümü yuttum, yok olmaktan korkuyordum. Sonuçta vampirlerin en büyük zayıflığı güneşti ama bunu öğrenmem gerekiyordu. Sırf parmağımı güneşe tuttum diye de yok olmazdım değil mi?
Cesaretimi toplayıp yavaşça parmağımı ışığa uzattım. Güneşle parmağım arasında yalnızca 1 cm kaldığında durdum… Hayır, bilmen gerek; korkak olma Victor!
Parmağımı güneşe götürdüm ve… hiçbir şey olmadı. Yok olmadım; acı yoktu, yanma yoktu...
Rahat bir nefes aldım ve perdeyi tamamen açtım. Güneş ışığının tüm bedenime değmesine izin verdim. Güneşin sıcaklığı vücuduma dolarken hiçbir şey hissetmedim.
Güneşe şükretmek istiyordum ama bunu yapmadım. Ya birisi beni görürse?
Yatağa uzandım ve tavanı izlemeye başladım. "Vampirlerin bilinen zaafları bende yok. Kafamı kesmeyi ya da kalbimi çıkarmayı aklımdan bile geçirmiyorum; bu kadarını yapacak kadar delirmedim.”
"...Ben neyim?" diye yüksek sesle sordum kendime. Bu sabah olanlar... garipti. Nedense dün ne olduğunu hatırlamıyordum ve birden kendimi vampir özellikleriyle uyanmış buldum. Aynı zamanda vampirlerin bilinen zaaflarından da yoksunum... Çok mu kitap okuyorum?
"En azından güneşin altındayken yanmıyorum." Dedim ve kendi aptal şakama güldüm. Bir süre sonra gözlerimi kapattım ve yavaşça uykuya daldım.
BÖLÜM NOTU
Merhaba Novebo ailesi
Kitabı okuduğunuz için çok teşekkür ederim. Yorumlarınız benim için çok değerli ve çok önemli. Umarım hikayeyi okurken keyif alırsınız. Harika bir seri bizi bekliyorr~
Keyifli okumalar ^-^
Başarılar dilerim :)
Teşekkür ederimm :')