Anatol’e yaklaştıkça Max, buranın hayal ettiğinden ya da başlangıçta düşündüğünden çok daha büyük olduğunu fark etti. Köyün dış mahallelerinin bu kadar canlı olmasına şaşırmıştı. Yollar ve meydanlar boyunca sıkışık şekilde dizilmiş kulübeler, dükkanlar ve hanlar vardı, köyün her yerindeki dere kenarlarında da meyhaneler bulunuyordu.
Şövalyeler meyhaneye doğru koştururken, güzelce giyinmiş kadınlar pencerelerden sarkıyor ve onlara öpücükler gönderiyordu. Bazıları elbiselerinin eteklerini yukarı çekerek çıplak bacaklarını gösteriyordu. Max, gördüklerine inanamadı ve ağzı açık kaldı.
“Biraz hızlanalım,” diye fısıldadı Riftan, insanların gitgide yaklaştığını görerek. Max başını salladı ve Riftan bunu daha hızlı hareket etmesi için bir işaret olarak kabul etti. Hızla meydanı geçerek ilerlediler. Yamaç boyunca hafif bir eğimi tırmanırken geniş bir hendek ve büyük bir duvar belirdi.
Lordlarının gelişini duyan muhafızlar hızla asma köprüyü indirdi. Max, karşısına çıkan bu büyüleyici manzara karşısında gözlerini kocaman açtı. Köprüyü geçtikten sonra ilk gördüğü şey büyük bir avlu, bir eğitim alanı ve bir nöbetçi kulübesine benzeyen bir bina oldu.
Burası bir kaleden çok bir tahkimatı* andırıyordu.
“Geldik.”
Riftan, lordlarını karşılamak için sol ve sağda sıralanmış uzun muhafız hatlarının arasından geçerek ikinci kapıya girdi. Max dik bir yol boyunca ilerlerken, ıssız bahçeleri, devasa taş yapıları ve her taraflarında yükselen ürkütücü taşları inceledi.
Anatol gerçekte nasıldı? Gerçek yüzü neydi?
Büyük merdivenlerin önünde yaklaşık elli kişi sıraya girmişti.
“Hoş geldiniz!” diye hep bir ağızdan karşıladılar.
“Evet.”
Riftan, ciddi bir şekilde eğilen hizmetkarlarına kısa bir baş sallamayla karşılık verdi ve atından indi. Max’in inmesine de nazikçe yardım etti ve öne çıkan yaşlı bir adama atını teslim etti.
“Dinlenelim, çok şey yaşadık,” dedi Riftan.
“Elbette, lordum. Peki ya diğer şövalyeler…?” diye sordu yaşlı adam.
“Kasabada bir festival var. Bu gece meyhanede kalacaklar. Ancak biri geri dönerse, lütfen onlara temiz bir oda hazırlayın.”
“Geleceğinizi duyar duymaz hem eğitim merkezini hem de odaları temizledim. Ama lordum, bu hanımefendi…?”
Yaşlı adamın bakışları Max’e dönerken, Max bilinçsizce omuzlarını dikleştirdi. Riftan’ın çelik gibi soğuk sesi havayı doldurdu.
“O benim karım. Onu evime getirdim.”
“… Sizi tanımak benim için bir onurdur, hanımefendi. Adım Kunel Osban. Bu kalenin ahır sorumlusuyum ve lordumuzun tüm atlarından ben sorumluyum.”
“… Sizi tanımak benim için bir onurdur, hanımefendi. Adım Kunel Osban. Bu kalenin ahır sorumlusuyum ve lordumuzun tüm atlarından ben sorumluyum.”
“B-benim için de sizi t-tanımak bir şeref, e-efendim. Ben Maximilian… Ca-Calypse,” diye mırıldandı Max, hizmetkarların bakışlarından utançla gözlerini kaçırarak.
Riftan onun elini tuttu ve arkasına bakmadan merdivenleri tırmandılar. Kale yakından çok daha kasvetli görünüyordu. Normalde, büyük salona çıkan merdivenler süslemelerle donatılmış olurdu. Ancak burada tek bir süsleme bile yoktu. Konağın bahçesi çıplaktı, üzerinde meyve veya yaprak bulunmayan tek bir cansız ağaç duruyordu. Kaleyi çevreleyen atmosferin iç karartıcılığı içeri de yansımıştı.
Max, Riftan’ı monoton salona kadar takip etti ve ürperdi. Kalenin içindeki hava öylesine soğuktu ki dışarıdaki rüzgardan neredeyse farkı yoktu. Zemin mermer olmayan taş plakalarla kaplıydı; bazıları kırılmış, diğerleri ise aşınmıştı. Tavanda asılı duran eski bir avize, sönmek üzereymiş gibi zayıf bir ışık yayıyordu. Girişten büyük salona çıkan merkezi merdivenlerde bile bir halı yoktu.
“Burada ne olmuş böyle?”
Bölüm 31 – Yeni Evi (2)
Anatol’e yaklaştıkça Max, buranın hayal ettiğinden ya da başlangıçta düşündüğünden çok daha büyük olduğunu fark etti. Köyün dış mahallelerinin bu kadar canlı olmasına şaşırmıştı. Yollar ve meydanlar boyunca sıkışık şekilde dizilmiş kulübeler, dükkanlar ve hanlar vardı, köyün her yerindeki dere kenarlarında da meyhaneler bulunuyordu.
Şövalyeler meyhaneye doğru koştururken, güzelce giyinmiş kadınlar pencerelerden sarkıyor ve onlara öpücükler gönderiyordu. Bazıları elbiselerinin eteklerini yukarı çekerek çıplak bacaklarını gösteriyordu. Max, gördüklerine inanamadı ve ağzı açık kaldı.
“Biraz hızlanalım,” diye fısıldadı Riftan, insanların gitgide yaklaştığını görerek. Max başını salladı ve Riftan bunu daha hızlı hareket etmesi için bir işaret olarak kabul etti. Hızla meydanı geçerek ilerlediler. Yamaç boyunca hafif bir eğimi tırmanırken geniş bir hendek ve büyük bir duvar belirdi.
Lordlarının gelişini duyan muhafızlar hızla asma köprüyü indirdi. Max, karşısına çıkan bu büyüleyici manzara karşısında gözlerini kocaman açtı. Köprüyü geçtikten sonra ilk gördüğü şey büyük bir avlu, bir eğitim alanı ve bir nöbetçi kulübesine benzeyen bir bina oldu.
Burası bir kaleden çok bir askeri garnizonu andırıyordu.
“Geldik.”
Riftan, lordlarını karşılamak için sol ve sağda sıralanmış uzun muhafız hatlarının arasından geçerek ikinci kapıya girdi. Dik bir yol boyunca ilerlerken, ıssız bahçeleri, devasa taş yapıları ve her taraflarında yükselen ürkütücü taşları gördü.
Anatol gerçekte nasıldı? Gerçek yüzü neydi?
Büyük merdivenlerin önünde yaklaşık elli kişi sıraya girmişti.
“Hoş geldiniz!” diye hep bir ağızdan karşıladılar.
“Evet.”
Riftan, ciddi bir şekilde eğilen hizmetkarlarına kısa bir baş sallamayla karşılık verdi ve atından indi. Max’in inmesine de nazikçe yardım etti ve öne çıkan yaşlı bir adama atını teslim etti.
“Dinlenelim, çok şey yaşadık,” dedi Riftan.
“Elbette, lordum. Peki ya diğer şövalyeler…?” diye sordu yaşlı adam.
“Kasabada bir festival var. Bu gece meyhanede kalacaklar. Ancak biri geri dönerse, lütfen onlara temiz bir oda hazırlayın.”
“Geleceğinizi duyar duymaz hem eğitim merkezini hem de odaları temizledim. Ama lordum, bu hanımefendi…?”
Yaşlı adamın bakışları Max’e dönerken, Max bilinçsizce omuzlarını dikleştirdi. Riftan’ın çelik gibi soğuk sesi havayı doldurdu.
“O benim karım. Onu evime getirdim.”
“… Sizi tanımak benim için bir onurdur, hanımefendi. Adım Kunel Osban. Bu kalenin ahır sorumlusuyum ve lordumuzun tüm atlarından ben sorumluyum.”
“B-benim için de sizi t-tanımak bir şeref, e-efendim. Ben Maximilian… Ca-Calypse,” diye mırıldandı Max, hizmetkarların bakışlarından utançla gözlerini kaçırarak.
Riftan onun elini tuttu ve arkasına bakmadan merdivenleri tırmandılar. Kale yakından çok daha kasvetli görünüyordu. Normalde, büyük salona çıkan merdivenler süslemelerle donatılmış olurdu. Ancak burada tek bir süsleme bile yoktu. Konağın bahçesi çıplaktı, üzerinde meyve veya yaprak bulunmayan tek bir cansız ağaç duruyordu. Kaleyi çevreleyen atmosferin iç karartıcılığı içeri de yansımıştı.
Max, Riftan’ı monoton salona kadar takip etti ve ürperdi. Kalenin içindeki hava öylesine soğuktu ki dışarıdaki rüzgardan neredeyse farkı yoktu. Zemin mermer olmayan taş plakalarla kaplıydı; bazıları kırılmış, diğerleri ise aşınmıştı. Tavanda asılı duran eski bir avize, sönmek üzereymiş gibi zayıf bir ışık yayıyordu. Girişten büyük salona çıkan merkezi merdivenlerde bile bir halı yoktu.
“Burada ne olmuş böyle?”
Riftan, salonun ortasına geri döndü ve etrafına bakındı. Arkasında bir hat oluşturarak onu takip eden hizmetkarlar beti benzi atmış bir haldeydi.
“Geri dönmeden önce kalemi süslemek için bir haberci göndermedim mi?”
“Emrettiğiniz gibi yaptım, lordum. Salona yeni bir halı yerleştirdim, birçok yeni mobilya, yağlar ve pahalı mumlar getirdim—”
“Ben bunu istemedim; daha lüks görünmesini istemiştim!”
Riftan’ın sesi bir oktav yükseldi. Başını hayal kırıklığıyla salladı ve devam etti.
“Lanet olsun! Yeterince altın gönderdim. Söylesenize, o altınların hepsi kaleyi süslemek için mi harcandı?”
Yaşlı adam mahcubiyetle cevap verdi.
“Efendim, kendi başımıza bu kadar para harcayamazdık. Sizin izniniz olmadan—”
“Mesajda, baş kahyanın takdirine bırakmanızı söyledim! Bu da ne böyle?!”
Ateşli bir şekilde hizmetkarların yanından geçerek karanlık ve soğuk kale içlerine ilerledi. Hizmetkarlar endişeli bir şekilde birbirlerine bakarak sessizce hareket ettiler. Herkes Calypse Kalesi’nin bakımsız olduğunu düşünebilirdi. Merdiven korkuluklarında parmaklıklar eksikti, camlar ise berrak olmak yerine sarımsı ve soluk bir filmle kaplıydı.
“Lanet olsun…” diye homurdandı Riftan. “Efendisiz bu kale tamamen harap olmuş.”
“Lordum, emrettiğiniz gibi kaleyi süslemek için elimden geleni yaptım. Dönüşünüzde dinlenebilmeniz için yatakları değiştirdik ve eski mobilyaları yeniledik…”
“Şimdi bahaneniz bu mu?”
“Ri-Riftan! B-ben burada dinlenmek istiyorum…”
Max, bu gergin atmosfere daha fazla dayanamadı ve Riftan’ın kolunu çekiştirdi. Riftan, onun endişeli yüzüne baktığı anda, onu kendine çekip iki koluyla sıkıca sardı. Max o kadar şaşırdı ki neredeyse dizlerinin bağı çözülecekti.
BÖLÜM NOTU
*Tahkimat veya istihkâm, savaşlarda kullanılmak üzere savunma amaçlı inşa edilmiş askerî yapılar ve binaları tanımlar. (bkz. Wikipedia)
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı