Adını bilmediğim çocuğun söyledikleri kafamda dönüp duruyordu. Arka bahçedeki spor kulübesini kontrol etmemi istemişti, ama içimde bir huzursuzluk vardı. Beni orada kim bekliyor olabilirdi? Ya da bu bir tuzak mıydı? Neyle karşılaşacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Acaba öğretmenlerden biri mi istedi bunu söylemesini?" diye düşündüm. Bu ihtimal mantıklıydı, ama yine de içimdeki tedirginlik geçmiyordu. Küçüklüğümden beri zorbalığa maruz kaldığımdan olacak, kötü bir şeylerin olacağını her zaman hissediyordum.
Ders Zili Çalar.
"Hey, ders ne?" diye sordu önümde oturan çocuk.
"Matematik," diye yanıtladı sınıfın en önündeki bir kız.
"Ha? Yine mi o yaşlı piç geliyor!" dedi başka biri, alaycı bir şekilde gülerek.
Pat!
Sınıfın kapısı birden açıldı. İçeri siyah renkteki saçlarının arasında hafif beyazlar olan, sakallı ve kahverengi gözleriyle dikkat çeken orta yaşlı bir adam girdi. Üstünde siyah bir gömlek vardı ve yürüyüşü bile kararlıydı. Öğretmen masasının önüne gelerek "Sessiz olun!" diye bağırdı. Sınıftaki herkes, şaşkınlık ve merakla susup kaldı.
Adamın bakışları sınıfı süzerken, içinde bir soğukluk vardı. Gözlerinde sert bir ifade... Kimse bir kelime dahi edemiyordu.
"Adım Bay Hwan. Bu sınıfın yeni matematik öğretmeniyim. Ve şunu söyleyeyim: Kuralları çiğneyenleri sevmem." Sesi donuk ve emindi. Sanki bu sözleri daha önce defalarca tekrarlamış gibi, ama her seferinde aynı sertlikle. "Ders saatinde kim ne yapıyor, her şeyden haberim olur. Sorularınız varsa sormayın. Umurumda değil."
Sınıftaki birkaç kız, aralarında fısıldaşarak yeni öğretmeni çekici bulduklarını söyledi.
"Hey! Hey! Baksana o yüz hatlarına, çok çekici değilmi!"
"Acaba bir modelmi"
"Ders sonu telefon numarası alsakmı acaba?"
Kızların konuşması duyan sınıftaki erkekler işe alaycı bir bakışla karışık veriyorlardı
"Ha? Şu oruspulara bak sen, kendinden en az 20 yaş büyük birine yapışmaya çalışıyorlar"
Kızlardan biri ayağa kalkarak sinirli bir tavırla "Sen kime orospu diyirsun!" dedi. Sınıftaki erkek ve kız kavgasına dayanamayan Bay Hwan eliyle masaya sertce vurarak tüm dikkatini kendisine çekti.
Bay Hwan: "Hey sizi veletler, ben buraya sizin kavga etmeniz için gelmedim! Şimdi kapatın o sikik ağızlarını yoklamayı dinleyin"
Bay Hwan'ın sinirli sözlerinden sonra tüm sınıfa ölüm sessizliği vurulmuştu. Bay Hwan'ın sinirli yüzünü görüdükten sonra herkes yavru köpek gibi olmuşlardı.
Bay Hwan: "Şimdi iyi dinleyin veletler! Goo Hyun!"
"Burda"
"Kim Sohyung!"
"Burda"
"Seo Yura!"
"Burda"
Bu sırada ben, başımı pencereye çevirmiş, düşüncelerimle boğuşuyordum. Spor kulübesi... Oraya gitmeli miyim? Ya bir tuzaksa? Bu düşünceler kafamda dönüp duruyordu. İçimdeki korku ve kararsızlık bir türlü gitmiyordu.
Tam o sırada öğretmenin sert sesi beni gerçekliğe çekti:
"Ryu?"
Dalgınlığımdan çıkamamıştım. Sınıfın geri kalanı bana bakıyordu, ama ben hala düşüncelerimle meşguldüm. Öğretmen bu kez daha sert bir sesle bağırdı:
"Ryu!"
Birden irkildim. Kalbim hızla atıyordu. "B-buradayım," diye cevap verdim, sesimdeki tedirginlik barizdi. Sınıftaki birkaç öğrenci, arkamdan kıs kıs gülmeye başladı.
"Baksana su eziğe, Jiho buralarda değilken ne kadarda rahat"
"Boşver, yakında eminim güzel biseyle karşılacak"
Alaycı bakışlar üzerimdeydi, ama ben buna rağmen gözlerimi pencereye dikmeye devam ettim. İçimde bir kararlılık büyüyordu. Okul çıkışı... O kulübeye gitmeliyim, diye düşündüm. Ne olacağını bilmiyordum, ama korkumu bastırmaya karar verdim.
Bay Hwan: " Tamam susun artik derse geçiyorum"
Dersler sürerken zaman benim için daha da yavaş akıyordu. Nihayet ders bittiğinde, herkes eşyalarını bırakıp dışarı çıkmaya hazırlandı. Tam sınıftan çıkarken, Yang Jiho'nun arkadaşlarının kendi aralarında fısıldaştığını duydum:
"Hey, Jiho’nun işi bitmedi mi hâlâ?"
"Bilmiyorum, ama o çocuk için büyük bir sürpriz olacak."
"Bana da öyle geliyor kekeke"
"Ama o çocuk için acımaya başladım nerdeyse."
Arkalarından gelen alaycı kahkahalar kafamda yankılandı. "Ne yapmaya çalışıyorlar?" diye düşündüm. Endişem daha da artmıştı, ama bu konuşmaların ne anlama geldiğini anlayamıyordum. Yemekhaneye doğru ilerlerken Han'ı bulmam gerektiğini hissettim. Yemekhaneye ulaştığımda, gözlerim Han'ı aradı ama onu göremedim. Telefonuma baktım, ondan gelen bir mesaj yoktu.
'Bu çocuk nereye kayboldu? Hasta mı acaba?"
İçimdeki endişeler durmak bilememisti "Okul çıkışı evine uğrasam iyi olcak" diye mırıldandım kendi kendime. Bir masaya oturup yemeğimi sessizce yemeye başladım, ama aklım sürekli Jiho'nun arkadaşlarının söylediklerine takılıyordu.
Ryu: "Bugün cidden garip geciyor? Herkes sanki birşey olacakmış gibi konuşuyorlar, Han ortalıkta yok cevap bile vermiyor ve özellik Yang Jiho, bugün hic bir ders bile gelmedi."
Aklımdaki düşünceleri bir yana birakip yemeğime odaklandım. Yemeği yedikten sorna okukun merdivenlerinden Han'ın olduğu sınıftaki kata çıktım, belki bir ihtimal sınıftadır diye düşünmüştüm.
Sınıfına geldikten sonra içeri girmeden uzaktan izlemeye çalıştım, ama gördüğüm kadarı burda değildi, emin olmak için sınıftan çıka kısa kahverengi saçlarıyla çıka kısa boylu bir kız gördüm. Kızın yanına gittiğimde direk soru sormayı çalıştım:
"Pardon!"
Seslendiğim kız merakla ve şaşkınlıkla bana döndüğünde direk soru sormaya başladım.
Ryu: "Özür dilerim, acaba bugün Han geldimi! Sung Woo Han!"
Kız biraz tırsmış gibi bakıyordu bana, sorduğum soruya ise kısık ve tedirgin bir ses tonuyla "Bilmiyorum" diyerek uzaklaştı.
Ryu: "Ha? Bilmiyormusun?"
Verdiği cevap karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim, cidden kim kendi sınıfında olan birini tanıyamaz ki?
İç çekerek "Bu cidden garip" diye mırıldandım. Bu çocuk mesajlarıma cevap vermeyim, üstüne okula gelmediyse tek seçenek evine uğramak kalmıştı.
"Cidden çok uğraştırıyorsun Han" diye söylendikten sonra sınıfıma geri dönüp son derse girdim.
[Okul çıkışı.]
Zaman geçmek bilmedi. Dersler bitmişti, ama Han’a hala ulaşamıyordum. Telefonlarına cevap vermiyordu. Yapacağım tek şey evine uğramaktı. Bunun için önce cebimdeki telefonu çıkarttıp kişilerden annemi aramaya başladım, cidden haber vermeyimce cok endişeleniyor.
Telefonumu kulağıma yaklaştırıp çıkan 'Ding' seslerinde annemin telefonu açmasını bekliyordum, ama düşündüğünden daha uzun sürdü.
Ryu "Acaba neden bu kadar uzun sürdü?"
Aramaya çalıştığım anda çoktan beş dakika geçmişti, "Sanırım işi var" diyip telefonu kapattım. Elimdeki telefonumu siyah renkteki pantolonumun cebime koymak için oraya doğru elimi hareket ettirirken Yang Jiho'nun arkadaşlarından biri hızla yanımdan geçtip elimdeki telefonu kaparak arka bahçeye doğru koşmaya başladı.
Ryu: "NE! HEY GERİ VER ONU!"
"Almak istiyorsan gel al ezik!"
Ryu: "Siktir! Tamda huzurlu bir gün geçirdim diye mutlu olmuştum"
Tereddüt etmeden peşinden koştum. Kalbim deli gibi atıyordu. Arka bahçeye ulaştığımda ise ter içinde kalmıştım, "Ah! Siktir! Mana kalbim daha vücuduma uyum sağlamıdığı için çok cabuk yorulmaya başladım" dedim. Biraz dinlendikten sonra yerde duran telefonumu buldum.
Ryu: "Telefonum!"
Telefon sapasağlamdı şaşırtıcı bir şekilde, ama çocuk ortalıkta yoktu. "Ne? Sadece bunun için mi beni peşinde sürükledi?" bu bir oyun olmalı... diye düşündüm.
"Artık ayrılıyım buradan" diyip tam geri dönecekken, arkamdan gelen bir pat sesi duydum. "Hm?" az önceki ses kulübeden geldiğini fark ettim, başta bişey düştü diye düşünüp yoluma devam etcekken az önceki sesin tekrar geldiğini fark ettim.
"İçerde bişey mi var acaba?" diye düşündüm. Yavaşça adımlarla kulübeye doğru ilerledim. Her adımda nefesim daha da hızlanıyordu. Kapının önüne geldiğimde, derin bir nefes alarak kapıyı açtım.
Kulübe zifiri karanlıktı, sadece toplar ve bir kaç alet dışında pek bişey gözükmüyordu. "Boşuna endişelendim" diye mırıldıktan sonra, Güneş ışınlarının yavaş yavaş kulübenin içini aydınlattığında asla görmek istemediğim bir şeyi gördüm...
"Han?!"
Gözlerimin önünde Han duruyordu, Her tarafı kanlar içindeydi ve her tarafındanki dayak izleri net bir şekilde görünüyordu.
"Han!" diye bağırarak ona koştum:
"Han! İyimisin! Hey Han! Uyan lütfen Han!"
Uyandırmaya çalıştım ama hiçbir tepki vermiyordu. Ellerim titreyerek onu sarsmaya başladım, gözlerimden yaşlar akıyordu. "Hayır, hayır, hayır!" diye haykırdım. "LÜTFEN UYAN! HAN!" her seferinde boğazım parçalanıyor gibiydi. Gözlerimin önünde, hayatım boyunca tek dostum olan kişi kollarımda kanlar içinde duruyordu.
Ağlamamı durduramıyordum, her ağlamamda sanki etrafımdaki herşeyle etkileşimim kopmuş gibiydi.Nerdeyse ağlamam dışında bişey duyamayacak duruma gelmiştim, çünkü o kadar ağlıyordunku arkamda ayak seslerin geldiğini bile fark edememiştim. Yavaşça, sinsice bana yaklaşıyordu ayak sesleri.
"Ha? Hahaha! Sonunda geldin demek. Seni bekliyordum, Ryu."
Bu ses... Yang Jiho'nun sesi... Zalimce, soğuk ve aşağılayıcı bir tonda bir ses... Bir şeytanın sesiydi
BÖLÜM NOTU
9. Bölmü nasıl buldunuz?
Bölüm oldukça etkileyici ve gerilim doluydu! Karakterlerin içsel çatışmaları ve hissettikleri kaygı, okuyucuya yoğun bir atmosfer sunuyor. Özellikle Ryu'nun Han için hissettiği endişe ve sonrasında yaşadığı şok, duygusal bir derinlik katmış.
Bay Hwan'ın sınıfa girişiyle birlikte yaşanan karmaşa ve gerilim, bölümün temposunu artırmış. Ayrıca, diğer öğrencilerin diyalogları, Ryu'nun hissettiği dışlanmışlık ve zorbalığı daha da vurgulamış. Ryu'nun içsel düşünceleriyle birlikte dışarıdaki olayların bir arada sunulması, hikayenin akışını oldukça ilgi çekici hale getirmiş.
Son sahne, gerçekten yürek parçalayıcıydı. Ryu’nun Han’a olan bağlılığı ve yaşadığı panik, okuyucuya hissettirdiğin duyguları mükemmel bir şekilde aktarmış. Yang Jiho'nun alaycı sesiyle birlikte, bölümü bitirirken gerilim zirveye çıkıyor ve merak uyandırıyor.
Kısacası, bölüm çok başarılıydı! Devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Ne olacağını merak ediyorum!
Öğretmene Gıcık kaptım nedense
Uyan yeğen sabah oldu