"Ah, sonunda geldin! Sevgili kum torbam!"
Yang Jiho’nun sesi, sanki içimde bir bıçak gibi dönüp duruyordu. Yüzündeki o sırıtan ifade... Nasıl da tiksinçti. Her kelimesi midemi bulandırıyordu. Sırtım dönük bir şekilde olmasına rağmen nasıl bir yüz ifadesi taktığına aşinaydım.
Jiho: "Sen buralarda değilken senin için bir hediye hazırlıyordum, sürpriz yapacaktım ama çoktan bulmuşsun, bak üzüldüm şimdi."
Tepkisizdim. Tıpkı bunca zamandır olduğu gibi... Sadece dizlerimin üzerinde duruyordum. Gözlerim ölü gibiydi, ışık yerine sadece karanlık vardı. İçi karanlıktan başka bir şey görmeyen gözlerdi. Jiho arkamda dalga geçerken ağzımdan tek bir kelime çıkmamıştı. Sadece ölü gibi bakan gözlerim... Kollarımdaki Han’a odaklanmıştı. Ama Jiho, bu sessizliğin tadını çıkarıyor gibiydi. Yüzüne şeytani bir gülümseme yayıldı. Bir adım, sonra bir adım daha... Bana yaklaştı. Gözleri hastalıklı bir parıltıyla doluydu. Pislik, nefretle dolu her kelimesi bıçak gibi batıyordu. Kendime, kendime sordum... Neden? Neden bunlar Han’ın başına gelmek zorundaydı?
Ryu: "Hey..."
Jiho: "Hm?"
Ryu: "Neden?..."
Gördüklerimden sonra zar zor konuşmaya çalışıyordum. Arkamdaki sikik suratlıya doğru kafamı hafifçe çevirerek "Neden yaptın bunu?" dedim.
Jiho elini çenesine koyup düşünüyormuş gibi yaparak, "Hm... Neden mi yaptım?" dedi. Gözlerim, ağzından çıkacak sözler için dikkat kesilmişti. Ve aniden çirkin suratıyla gülmeye başladı.
Yang Jiho: "HAHAHA, çünkü neden olmasın!"
Umutsuzca "Ne?" dedim yüzüne karşı. Söylediği şeyden sonra sanki boşluğa düşmüş gibiydim.
"B-Bekle ama o sana bir şey yapmadı! O SENİ BİLE TANIMIYOR!"
Yang Jiho, dediklerimden sonra bir an sessizliğe büründü ama aniden kahkahalar atmaya başladı:
"HAHAHAHAH! Sence bu benim umurumda mı! Beni tanıyıp tanımaması sikimde bile değil!"
"Hayır, ciddi olamazsın..."
Yang Jiho, dediklerinden sonra sanki kendinden geçiyor gibi bir yüz ifadesi takındı. Sanki insanlara zarar vermeyi, özellikle kendinden güçsüz olanlara acı çektirmeyi seven biri gibi yüzü gülmeye başladı; sanki bir fetişi varmış gibi gülüp ağzındaki salyalar akarken bir yandan yüzü kızarmaya başlayarak konuşmaya başladı.
Şehvetli bir ses tonuyla gözlerimin içine bakarak "Tırnaklarını nasıl söktüğümü anlatmamı ister misin?" dedi, o kahrolası kahkahasını patlatarak. "Ya da dişlerini tek tek nasıl kırdığımı?" Daha da yaklaştı, gözlerini gözlerime dikti. "Ah, o zavallı Han'ın nasıl kıvrandığını görmen lazımdı!" dedi. Her cümlesinde sanki ruhumun bir kısmını kaybediyor gibiydim. Yang Jiho'nun sözlerinden sonra kendimden nefret etmeye başladım, çünkü her seferinde benim yüzümden sevdiğim insanlar... hep benim yüzümden tehlikeye giriyor. Belki o gün babamı bulmak için gitmeseydim, beni korumak için dikkati dağılmazdı.
Aniden kulaklarıma kısık bir sesle "Ryu" dediklerini duydum. Kollarıma baktığımda Han’ın yavaş yavaş acı içinde olan gözlerini gözyaşlarıyla beraber açtığını fark ettim. Han, kısık bir ses tonuyla bana bakarak "Ryu?" dedi. Aniden karanlıktan başka bir şey olmayan gözlerim parlamaya başladı.
"Han!"
Gücü kalmamıştı, her tarafındaki yaralara rağmen son gücüyle benimle konuşmaya çalışıyordu.
Han: "Ryu... Özür dilerim."
Ryu: "Hayır, hayır, hayır! Ben özür dilerim! Benim yüzümden bunları yaşadın!"
Han, dediklerimden sonra bana bakarak sanki içinde bir mutluluk varmış gibi gülümsemeye başladı.
Han: "Aptal! Sen benim en iyi dostum değil misin? Tabii ki senin için dayak yiyeceğim!"
Ryu: "Han..."
Gözyaşlarıma hâkim olamıyordum. Sürekli ağzımdan "özür dilerim" kelimeleri ardı ardına dökülüyordu. Han, benimle olan kısa konuşmasının ardından mutluydu. Yüzündeki o gülümseme, kanlar içinde olsa bile, acılar içinde kıvransa bile o gülümsemesi asla gitmemişti. Han’ın gözleri aniden kapanmaya başladı. Bir anlık tedirginlikle "Han?!" dedim endişeli bir ses tonuyla.
Ryu: "H-Han? Hey, uyan! Han!"
İçimden sürekli "Hayır" kelimesi ardı ardına geçiyordu. Sürekli "Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır!" diyordum.
Ryu: "Hey! Han! Uyan lütfen! Lütfen Han, nolur uyan lütfen!"
Bağırışlarıma rağmen Han'da tek bir tepki bile yoktu. Kollarımdayken nabzını kontrol etmek için elimi uzattım ve o nabız atışlarını duyduktan sonra içimdeki telaş yerine rahatlama geldi. Ama içimdeki o duygu değişmemişti. Kollarımdaki Han’ı yavaşça indirdikten sonra etraf anlık bir ölüm sessizliğine büründü. Kimse konuşmuyordu; sadece rüzgar sesleriyle birlikte, yan yana dizilmiş ağaçların dallarındaki yaprakların birbirine çarpma sesleriyle birlikte gelen kuşların sesi vardı.
Han’ı kanlar içinde gördüğüm ilk andan itibaren kendimi sürekli suçladım.
Benim yüzümden di, benim yüzümden bu durumdaydı. Benim yanımda duran herkes benim yüzümden acı çekiyor. Tanrı sanki beni bu dünyaya sadece sevdiklerimi lanetlemek için göndermişti. Neden? Neden ben? Bu lanet olası durumu yaşayan niye ben olmak zorundayım! NEDEN BUNLARI YAŞAYAN BENİM!
Ah... Doğru...
Çünkü ben güçsüzdüm, çünkü diğerleri gibi etrafımdaki insanları koruyacak kadar gücüm yok. Sürekli güçlünün güçsüzü ezmesi bu evrende yazılı olmayan bir kuraldı, bu dünya benim gibiler için sadece cehennem gibiydi. Sürekli ezilen, hor görülen, sevdiklerine zarar gelen lanet olası bir hayat bizim için. Güçlü olmak istiyom... Güçlü olmak istiyom... Böylelikle hepinizi öldürebilirim! Beni bunlara maruz bırakan kim varsa hepsini öldüreceğim lan! Aptallar, karşımda kim olursa olsun hepinizi yok edeceğim! Benim yüzümden ölen insanların! Benim yüzümden ölüme yaklaşanlar! Kim varsa hepsini koruyacağım! Karşımda Tanrı bile olsa! Sevdiklerim için sizi yok edene kadar güçleneceğim!
"Hey, sikik!"
Yang Jiho'nun bağırışına rağmen gözlerim hâlâ Han’ın üzerindeydi. İçimden geçen öfkeyle, gözlerim Han’a kilitlenmiş bir şekilde olsa da kulaklarımla bana yaklaşan ayak seslerini net bir şekilde duyabiliyordum. Her seferinde daha yaklaştığında mana kalbimden çıkan büyü gücü vücudumu sarmaya devam edip her seferinde artıyordu. Etrafımdaki ağaçların sesi olsun, rüzgarın sesi olsun, kuşların sesi ve yolda geçen insanların sesi olsun, gittikçe sesleri daha net duymamaya başlamıştım.
Jiho yanıma geldikten sonra bağırarak "Hey, yüzüme bak lan!" diyip sağ omzumdan kendisine doğru çekmeye çalışırken mana kalbimden çıkan büyü etrafımı sarmıştı adeta. Jiho omzumdan çekip kendine doğru çevirdi. O anda mana kalbimden çıkan büyü gücü ile sol yumruğumu bütün gücümle Jiho’nun yüzüne doğru savurdum.
Evet... Sonunda yapabildim. Jiho'ya vurabildim.
Jiho’nun yüzüne vurduğum yumruğun etkisiyle birkaç adım geriye doğru çekilmişti. Yüzündeki şeytani gülüş aniden şaşkınlığa bürünmüştü. Etrafta birkaç saniyelik bir sessizlik olmuştu, bu süre Jiho’nun aklını toparlayacak kadar yeterliydi. Elini yumruğun geldiği yere yavaş yavaş uzattı, hafif bir kızarıklık olduğunu fark etti. Eli suratındayken gözleriyle önce bana doğru baktı, sonra tekrar yerdeki gölgesine doğru baktı.
Ve tekrar yüzü o şeytani gülümsemeyle birlikte kısık kahkahalar atmaya başladı, kısık kahkahalar atarken her seferinde attığı kahkahanın sesi yükseliyordu. "HAHAHAHAHA!" diye bağırarak güldükten sonra bana doğru şeytani gülümsemesiyle baktı.
Yang Jiho: "Ah... Bak, bunu beklemiyordum. Köpekcik sonunda sahibini ısırmaya kalkıştı."
Bu zamana kadar... Jiho'nun bana yaptıkları gözümün önünde geçti...
İlk defa ilkokulda tanışmıştık Jiho’yla. Başta herkes gibi normal çocuklar gibi zannetmiştim, benimle birlikte arkadaş olup oyunlar oynayacağımızı zannetmiştim. Ama maalesef yanılmışım... Jiho küçük bir kediye işkence ederken yakalamıştım, kediyi işkence ederken o gözleri unutamıyordum adeta. Bir canlıya işkence eden bu gözler adeta kendinden geçiyor gibiydi. Kediyi ellerinden alıp bunu yapmamasını söylemiştim. Bu dediklerim yüzünden hayatımın bu kadar iğrenç olacağını düşünmemiştim.
Kediyi elinden alınca ilk tanıştığım zamanki çocuk yüz ifadesi aniden şeytani bir ifadeye bürünmüştü, sanki beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Bana "Kediyi ver" dedi, ama ben dinlemeyip "Hayır!" dedim. Ve işte Jiho'nun zorbalıkları o gün başladı. İlkokulun ilk yılında güzel ve normal bir şekilde geçse de, Jiho ile aramızda olan olaydan sonra zorbalıklar başladı... Her gün beni dövüyorlardı, eşyalarımı ya çalıyorlardı ya da paramparça ediyorlardı. Öğretmene söylemeye çalıştıktan sonra biraz azalmıştı, ama öğretmene çaktırmadan daha çok zorbalamaya başladılar. İster okul içinde olsun, ister okul dışında, her yerde zorbalıkları durmamıştı.
İlkokuldan sonra bile benim peşimi bırakmadı. Ortaokul ve lise... Her gün dövüldüm, her gün işkencelere maruz kaldım, her gün eşyalarımı paramparça ettiler, öğretmenlere söylesem bile yine de beni sikine takmazlardı.
Ama artık böyle devam edemezdi...
Artık böyle devam edemezdi! Sürekli Yang Jiho'yu, oruspu çocuğu yüzünden hayatımı mahvetmesine izin vermezdim. Ne olursa olsun bugün onu öldüreceğim...
Etrafımdaki rüzgar sesleri biraz daha artmaya başlamıştı. Jiho ile gözlerim birbirine kilitlenmişti adeta, sadece ikimizin de hareket etmesini bekliyorduk. Ve o sinyal, havanın aniden kara bulutlarla kapanmasıyla düşen ilk yağmur damlasıydı.
BÖLÜM NOTU
Sonunda 10 bölüm! Artık 10 bölme ulaştığımıza göre daha çok bölüm yazmaya!
Mükemmel bir bölümdü karakterlerin geçmişi olsun,olaylar vs çok iyidi diğer bölümü heyecanla ve merakla bekliyorum eline sağlık
Bölüm için teşekkürler harikaydı.