Yağmurun ilk damlası düştüğü anda, Jiho ve ben birbirimize doğru koştuk.
Mana kalbimden fırlayan enerji tüm vücudumu sardı. Sağ yumruğumu sıkıp gücümü ona yönlendirdim. Aynı anda Jiho, şeytani bir sırıtışla yumruğunu bana doğru savurdu. Yağmurla birlikte sert yumruklarımız havayı yararak birbirine çarptı. Ama Jiho’nun gücü benimkini ezdi. Geriye savruldum, sırtım yere sertçe çarptı.
“Gah!” diye inledim, nefesim kesildi.
"Bu mu lan gücün? Gerçekten mi?" Jiho’nun sesi, yağmurun gürültüsünü delip geçiyordu. "Bir an seni ciddiye aldım ama yanıldım! Hadi, eğlendir beni, siktir gitmeden önce!"
Siktir! Onunla dövüşmeye çalışıyorum ama aramızdaki fark uçurum gibi. Onu yenme ihtimalim yok.
"Ryu, bak, cidden kalbimi kırdın," diye alaycı bir tonda devam etti. "Keşke böyle aptalca şeyler yapmasaydın, bak ne hale geldin."
Onun iğrenç sesi kulaklarımda yankılanırken, sessiz kaldım. Yağmur etrafımızdaki her şeyi yutarken, içimde bir şey kıpırdanmaya başladı. Daha fazla tutamadım. Gözlerim kısıldı, yüzümde bir gülümseme belirdi ve ardından istemsizce kahkahalar patladı.
“HAHAHAHA! Beni mi öldüreceksin? Cidden mi?” Kontrolümü kaybetmiştim, kendimle alay eden kahkahalarım yağmurun gürültüsüne karıştı. Jiho bile bir an şaşırdı.
"Ne? Kafayı mı yedin sonunda?" dedi kafa karışıklığıyla.
Cevap vermedim, umurumda değildi. Tek istediğim onun kanını akıtmaktı. Gözlerim bir avcı gibi parladı; artık Jiho benim avımdı.
“Bugün ölen sensin, piç kurusu!” dedim dişlerimin arasından. Jiho, söylediklerim karşısında bir an duraksadı. Sonra o şeytani gülümsemesi geri döndü.
“İşte bu! Nihayet biri beni ciddiye aldı! Hahaha!” diye bağırdı ve hızla üzerime atıldı. Sağ yumruğunu sıkarak doğrudan kafama savurdu.
Ama Jiho’yu tanıyordum. Onun nasıl dövüştüğünü, ne yapacağını çok iyi biliyordum. Bedenim içgüdüsel olarak hareket etti; mana kalbimden yayılan enerji vücudumu bir kez daha sardı.
“1 saniye...” diye düşündüm. Jiho ile aramızda sadece bir saniye mesafe vardı.
Tam yumruğu kafama inecekken yana çekildim. Ayaklarım yerden kesildi, çevik bir hareketle ondan sıyrıldım. Yere indiğimde elime bir avuç toprak alıp Jiho’nun gözüne doğru fırlattım.
"Siktir! Göremiyorum, lanet olası piç!" diye haykırdı Jiho, elleriyle gözlerini ovuştururken.
Bu fırsatı kaçırmadım. Hızla üzerine atıldım, büyüyle güçlendirdiğim sağ yumruğumu tüm gücümle yüzüne indirdim. Darbenin etkisiyle birkaç adım geri sendeledi.
Nihayet ona hasar verebildim ama bu beni fazlasıyla yormuştu. Nefes nefeseydim, gücüm tükeniyordu.
“Ahh, lanet olsun, bu herif çok güçlü!” dedim içimden. Ama Jiho öfkeden deliye dönmüştü. Gözlerinde çıldırmış bir ifade vardı.
“SENİ GEBERTECEM! ÖLDÜRECEĞİM SENİ OROSPU ÇOCUĞU!” diye kudurmuşçasına bağırdı ve öfkeyle yere vurdu. Toprak çatladı, bahçe sarsıldı. Sarsılmadan dolayı denge kaybedip düştüm; etrafım tozlar içindeydi.
Jiho’nun öfkesiyle yarattığı sarsıntı, etrafı kalın bir toz bulutuyla kaplamıştı. Gözlerim hiçbir şey seçemiyordu.
“Hiçbir şey göremiyorum,” diye mırıldandım. Kafamı sağa sola çevirdim ama o lanet toz bulutunun içinde Jiho’nun nerede olduğunu göremiyordum. Belirsizlik beni geriyordu; nefeslerim hızlanmıştı.
Tam sol tarafa bakarken, toz dumanının içinden gelen bir şey fark ettim ama çok geçti. Jiho’nun yumruğu yüzüme doğru hızla yaklaşıyordu ve kaçınamadım. Yumruğun acısı yüzüme indiği anda her şey bir patlama gibi oldu.
“Gah!” Sesim boğuk bir çığlıkla çıktı.
Havadaydım. Jiho’nun yumruğu beni yerden söküp almış, okulun duvarına doğru fırlatmıştı. Sırtım büyük bir gürültüyle duvara çarptığında etrafımda taşlar ve molozlar dökülmeye başladı. Duvar parçalanıyordu. Ağzımdan sıcak bir şey boşaldı—kan. Yere düşmeden önce ağzım dolmuştu.
Nefesim kesilmişti; ciğerlerim acıdan yanıyordu. Yere yığıldığımda zorlukla nefes alıyordum. Kendi kanımın tadı midemi bulandırıyordu.
Jiho’nun gölgeli silueti toz bulutunun içinde yeniden belirdi. O lanet herif, sanki hiç yorulmamış gibiydi; adımları sert ve kendinden emindi.
"Ne oldu Ryu? Bu kadar mıydı? Daha eğlenmeye başlamamıştık bile!" diye bağırdı. Gülüşü kulaklarımda yankılanıyordu.
"Siktir! Bunu beklemiyordum," dedim kısık bir ses tonuyla. Dizlerimin üstünde dururken Yang Jiho’nun önümde durdu.
Jiho: "Ah, Ryu... Senin gibiler sadece şunu anlamakta zorlanıyor: Ne kadar çırpınsan da, senin kaderin çoktan yazılmış. Güçsüz doğdun ve güçsüz olarak da öleceksin. Tek başına değilsin; senin gibi zavallılar her gün doğuyor, büyüyor ve sonunda... çürüyüp gidiyorlar. Ama en acı olan ne biliyor musun? Seni kimse hatırlamayacak. Bu dünyada bir hiçtin ve bir hiç olarak yok olacaksın. Ailen, dostların? Hepsi unutacak seni. Senin gibi birinin varlığı, hatırlanmaya bile değmez. Öldüğünde arkanda bırakacağın tek şey... hayal kırıklığı."
Jiho’nun dediklerinden sonra etrafta birkaç saniyelik bir sessizlik oluşmuştu. Belki haklı olabilirdi, ama bu benim kaderimde olsa bile değiştirecektim.
Ağzımda kan akarken anlık bir gülümsemeyle Jiho’nun gözlerine bakarak konuşmaya başladım.
"Unutulmak mı dedin? Hah... Senin gibiler hep aynı hatayı yapıyor. Gücü sadece kaslarınla ölçüyorsun, oysa gerçek güç... inançtan gelir. Senin gibiler gücü kazanınca ne olur biliyor musun? Boğulursun. Evet, güçlü olabilirsin ama sen çoktan kendi gücünde boğulmuşsun, Jiho. Ve bu, seni zayıf kılıyor. Öleceksem de seni yanıma alarak öleceğim. Senin adın da... bir gün benimle birlikte toprağa gömülecek. O zaman... kimse seni hatırlamayacak. Çünkü sen zavallının tekisin."
Dediklerimden sonra Jiho, sinirden boğazımı sol eliyle kavrayıp havaya kaldırdı.
"Siktiğimin piçe bak, nasılda havalı olmaya çalışıyor." diye konuşan Jiho, sağ elini alevlerle kaplayarak karnıma doğru vurmaya başladı.
“Gah!” diye bağırmaya başladım istemsizce.
Yang Jiho’nun her seferinde vurduğunda vücudumdaki yanık izleri adeta bayılacakmışım gibi hissettiriyordu.
Yağmur, gökyüzünden öfkeli bir şekilde düşerken, Jiho’nun saldırıları da şiddetini artırıyordu. Her bir darbesi, karnımdaki yanık izlerini derinleştiriyor, acıyı katbekat artırıyordu. Ama onun için bu sadece bir eğlenceden ibaretti. Benim acım, onun zevkiydi.
Şeytani bir gülümsemeyle yüzümdeki her ifayı okşayarak, gözlerime odaklandı. Sesindeki alaycılık, yağmurun gürültüsünü aşarak kulaklarımda yankılandı.
"HAHAHAHA! HEY! NİYE KONUŞMAYI KESTİN? AZ ÖNCEKİ SERT ERKEKLİĞİN NERDEYDİ?" diye haykırdı, sesi bir canavarı andırıyordu.
Karnımdaki yanıklar yüzünden neredeyse bayılacak gibi hissediyordum. Acı, zihnimi bulandırıyordu. Hayır! Burada ölemem! Bu piçin ellerinde ölmeyi reddediyorum. İçimdeki tüm duygular nefret ve öfkeyle kabarıyordu, ruhum alev almış gibiydi.
“Tch, bunu yedikten sonra bana hala aynı bakabilecekmisin?” dedi Jiho, tüm enerjisini sağ elinde toplamaya başladığında. O an, vücudundaki enerjinin yoğunluğunu hissedebiliyordum; karanlık bir dalga gibi üzerime geliyordu.
Jiho, sağ elini havada savururken, onun saldırısının öncesinde içimdeki her şey bir anda toplandı. “İşte şans!” dedim, içimden fısıldayarak. Tüm enerjimi topladım ve hızla, onun yüzümü tuttuğu sol elindeki işaret parmağına yöneldim. Dişlerimi sıkarak parmağını ısırmaya başladım.
Aniden, Jiho’nun yüzündeki alaycı gülümseme kayboldu. Şokla geriye çekildiği an, onun enerjisi de aniden dağıldı. O an, benim için hayatımın fırsatıydı. Enerjisi kaybolurken, benim içimdeki öfke daha da büyüdü.
Jiho’nun parmağını ısırmamla birlikte, onu daha da bastırdım. Her şey yavaşlayarak geçiyormuş gibi hissettim; nefesim kesiliyor, kalbim hızla atıyordu. Onun parmağını daha sıkı kavradım ve bütün gücümle ileri ittim.
“Bunu hak ediyorsun, piç!” diye haykırdım, ruhumdaki öfkeyi salarak. Jiho, can havliyle çırpınırken, ben daha fazla dayanamayacağını biliyordum. O an, parmağı kırılmaya başlamıştı.
“Hayır! HAYIR!” diye bağırdı Jiho, ama artık çok geçti. Tüm gücümle, onun işaret parmağını kopardım. Sese benzer bir çatırtı duyuldu ve Jiho’nun çığlığı, yağmurun gürültüsünde kayboldu.
Yerde kopan parmağının olduğu yeri tutan Jiho göz yaşlarına hakim olamıyordu. Sürekli ağzımda "Siktir" kelimesi tekrarlanıyordu. Yağmurun altında adeta acı içinde kıvranıyordu.
“BUNUN BEDELİNİ ÖDEYECEKSİN!” diye haykırdı Jiho, öfke ve acının birleştiği bir ses tonuyla. Gözyaşları yağmurla karışırken, çırpınışları sanki oyuncağını elinden alınmış bir bebek gibiydi.
BÖLÜM NOTU
Öncelikle bölmü geç attığımdan dolayı özür dilerim 🙇🏻 Hikaye için önemli değişiklikler yaparken bir yandan YKS sınavına çalışmak zorundaydım.
Hikaye ve bölümleri hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz Instagram hesabım "sadecesuat_" takip edebilirsiniz
"İnanılmaz bir bölüm! Karakterlerin aralarındaki gerilim o kadar iyi yansıtılmış ki, okurken kendimi tamamen olayların içinde hissettim. Jiho’nun şeytani tarafı ve Ryu’nun içindeki patlama çok etkileyici. Özellikle Ryu'nun düşerken bile teslim olmaması, içindeki öfkeyle tekrar ayağa kalkması beni resmen ekrana kilitledi. O son sahnede Jiho’nun parmağını koparması ise şok ediciydi! İki karakter arasındaki güç mücadelesi her saniye artıyor ve bu, kesinlikle bir sonraki bölümü dört gözle beklememe sebep oluyor. Harika bir iş çıkmış!"
Beklediğime değdi.. :)