Gözlerimi açtığımda tanımadığım bir yerdeydim. Nasıl buraya gelmiştim? Demek ki kaldırımda sızıp kalmıştım.
Spor bir evdi, sade ve bunaltıcıydı. Yaşadığım şeyler arasında kaçırılmak gibi bir düşünce ödül gibi geldi.
Gözlerimi ovaladım, o sırada sol kolumdaki bandajı fark ettim. Ne olduğunu bilmiyordum, bu yüzden bandajı açıp baktım. Bir sürü kesik izi vardı. Bunu ben mi yaptım? Hiçbir şeyi hatırlamıyorum.
"Hey, hey, onu çıkarma evlat!"
Başımı kaldırdım ve Bay Sheldon'a baktım.
"Siz..."
Gülümseyerek yeni bir sargı sardı koluma.
"Sabahın bilmem kaçında sokağın kenarında buldum seni, ne yapıyordun?"
Bay Sheldon bana neden bu kadar iyi davranıyor ki? Yılın öğrencisi falan da değilim. Cevap vermedim ve ayağa kalktım.
"Ben gideyim."
Derin bir iç çekerek ellerini beline yerleştirdi.
"Xanthus, izin ver seni hastaneye götüreyim, günden güne daha da kötüleşiyorsun."
Bu durumun Bay Sheldon'u ilgilendirdiğini zannetmiyorum. Evin çıkışını kolay bir şekilde bulmuştum, yavaş yavaş oraya ilerliyordum.
"Dinliyor musun beni?" Reddettim.
"Hadi ama, gelde gidelim diyorum sana."
Ayakkabılarımı giyindim. Çıyanların sesi sürekli kulağımdaydı.
“Bir şeyler görüp duyduğunu biliyorum, bir psikiyatriste danışmalısın."
Gerçekten delirmeye başlıyordum, Bay Sheldon'unda bundan haberi vardı; bununla yüzleşince içimi korku kapladı. Bacaklarımı uyuşturabilecek bir korku.
"Gayet iyiyim."
Kapıyı açarak ayrıldım, gerçektende arkamdan kapı kapama gibi bir alışkanlık edinmeliydim. Hoş, en azından maddeden başka bir şeye alışkanlığım olurdu.
"Evlat! Şu an seni durduramayacağımı biliyorum fakat eğer yardıma ihtiyacın olursa her zaman bu kapıya gelebilirsin, anladın mı?"
Sessiz kalarak sadece uzaklaşmaya devam ettim. O sırada koluma sarılı sargıya baktım. Ne zaman yapmıştım bunu? Sanırım uyuşturucunun etkisindeykendi. İyi yapmışım. Kendimi öldürmek istiyorum, neden kendimi öldürmüyorum? Neden buradayım? Gerçekten... ne için buradayım ben?
Burada olmak istemiyorum, bu sokakta boş boş yürüyüp insanlar bana bakarken yürümek istemiyorum; nefes almak istemiyorum, serin havayı tenimde hissetmek istemiyorum, kuşların iğrenç sesini duymak istemiyorum! Bu adım seslerim, kendi adım seslerim bile bana mide bulandırıcı geliyor.
Sanırım birazda uyumak istiyorum. Sıcak bir yatakta, babamın ve annemin arasında; sonsuza kadar. En son ne zaman onlarla uyumuştum? Dört beş tane şimşeğin, ben beş yaşındayken çaktığı gece mi? Yoksa yağmurlu bir günde cama vuran bir dalın akşamında mı? Onlarla ne zaman uyumuştum? Hayır, asıl en son ne zaman huzurlu bir uyku çekmiştim? Ne zaman kâbus yerine güzel bir rüya görmüştüm?
Galiba gerçekten yaşayacak bir sebebim yok, herkesin işte; okulda olduğu bu sessiz sokakta kendimi öldürecek güzel bir köşe seçmeliyim, çıyanlar buna izin verir mi?
Belkide gerçekten kendimi öldürmek istemiyorumdur, belkide tek istediğim mutlu bir hayattır. Hayalini bile kuramıyorum. Acaba ölümle karşı karşıya geldiğimde yaşamak istiyorum diye ağlar mıyım? Ağlayabilsem şu anda ağlarım yaşamak istiyorum diye, ben yaşamıyorum ki; buna yaşamak deniyor mu?
Sokakta bomboş yürümekten sıkıldım. Eve gitmek istiyorum ancak evim yok, ne insan, ne de dört duvar. Okula gitsem korkuyorum. İnsanlar James'e yaptığım şeyden dolayı bana nasıl bakar? İnsanlar bana sürekli bakıyor zaten. Keşke James ölseydi. Çoğu mağdurun hayatını kurtarmış olmaz mıydım? Tek kurbanı ben değilim ne de olsa.
Aslında okula bana olan bakışlardan korktuğum için gitmemezlik yapmıyorum, okulda çıyanlar daha fazla.
Sokağı döndüğümde karanlık sisler etrafı sardı. Daha sonrasında iğrenç, tanımlayamadığım bir koku burnumun ucuna geldi. O kadar kötü kokuyordu ki gözlerim yaşarmaya başlamıştı, burnum yanıyordu.
Kusmak istedim, sanki... sanki bir şey çürümüş gibiydi. Burnumu kolumla kapatarak ilerledim, ilerledikçe sislerin arasından sarkan bir sürü ceset gördüm. Hepsi gökyüzünden asılıydı. Yere düştüm, korkuyla birkaç adım geriye ittirdim kendimi. Hepsi asılarak ölmüşlerdi ve çürümüşlerdi!
Yere kustum, boş midemi iyice boşalttım. Birisi omzuma dokunduğunda yerimden sıçrayıp ani bir refleks ile elini ittirdim.
"İyi misin genç adam?"
Yaşlı bir adamdı. Mide bulandırıcıydı, leş gibi kokuyordu. Tabii, çürümüş cesetlerin kokusundan iyidir. Suratı buruş buruş, sarkıyordu. Ağzında birkaç dişi yoktu. Başımı sallayarak onayladım ve ağzımı sildim.
"Hastaneye git bir istersen, betin benzin atmış."
Ayağa kalktım. Cesetler yoktu, sis hala buradaydı ancak koku gitmemişti.
"İyiyim."
Yaşlı adam uyuşturucu kullandığımı düşünüyordu, kesin. Bana yine o yargılayıcı gözlerle bakıyordu, alışıp alışmadığımı bilmediğim bir bakış.
"İyiyim dedim, rahat bırakın beni."
Arkamı döndüm ve koşarak uzaklaştım. Başka bir sokağa döndüğümde soluk soluğa kendimi yere attım ve sırtımı duvara yasladım. Koku. Koku gitmiyordu! Burnumu koparmak istedim. Bir kere daha kustum, katlanamayacak bir kokuydu. En az elli tane ceset etraftaydı, kokuyu hayal bile edemezsiniz.
Heyecanla okumaya devam ediyorum
Kesinlikle çok heyecanlı sonraki paragrafı merak eder oldum.
Bakalım nasıl ilerliyecek, novel oldukça iyi kurgulanmış