Aynadaki yansıması Ryu için tanıdık bir yabancıydı. Gözleri, sarı ışığın yoğunluğu altında vahşi birer hazine gibi parlıyordu. Bu sıradan bir değişim değildi. İrislerinin her kıvrımı, yırtıcı bir hayvanın avını izlerkenki yoğun odaklanmasını yansıtıyordu. Sanki bu gözler artık yalnızca onun değildi; bir panterin, bir avcının veya daha kötüsünün gözleriydi.

“Bu… bu benim gözlerim mi?” diye mırıldandı, sesi titrek ve boğuk bir yankı gibiydi.

Kendi sesi bile yabancılaşmıştı; karanlık bir boşlukta yankılanıyormuş gibi geliyordu. Kalbi göğsünde, sanki göğüs kafesini parçalamak istercesine çarpıyordu. Göğüs kafesinin içinde duyduğu bu ağır ve sert ritim, kafasının içinde yankılanıyor, onu bir girdaba sürüklüyordu. Panik nefesini hızlandırdı, elleri istemsizce cebine yöneldi.

Saat.

O eski, paslı saat. O şeyin peşinde verdiği mücadeleden sonra bir daha ona bakmaya cesaret edememişti. Parmakları cebinde titreyerek saati kavradığında, soğuk metalin dokusu ürpermesine neden oldu. Saati avuç içine çekti ve titreyen elleriyle inceledi.

Görünüşü bile iç karartıcıydı. Arka tarafında hala eski, zarif işçilik mevcuttu; bir zamanlar taşıdığı zarafeti koruyordu. Ancak ön taraf... paramparçaydı. Camın yerinde sadece kırık ve çatlak parçalar kalmış, metal çerçeve ezilmişti. Saatin ibreleri, artık işlemez birer çöp gibi yamulmuştu. Daha önce saatten yayılan gizemli aura da artık yoktu.

“Demek saldırı buraya geldi…” diye düşündü, zihni bir anda saatle aslanın saldırısı arasındaki bağlantıyı kurdu.

Ama bu bağlantı, gözlerindeki değişimin sebebini açıklamıyordu. Avuçlarında tuttuğu bu eski saat, sanki onun kaderiyle alay eden bir sembol gibiydi. “Bu yüzden mi…” dedi, sesi fısıltıya dönüşmüştü. “Bu yüzden mi gözlerim bu hale geldi?”

Düşünceleri, beyninde dolaşan keskin bir şimşekle yarıda kaldı. O an, kafasında hissettiği ağrı bir iğne gibi değil, devasa bir balyoz gibi inmişti. Nefesi kesildi, elleri istemsizce başına gitti.

“Ah!”

Acı, daha önce hissettiği hiçbir şeye benzemiyordu. Kafatası sanki içeriden dışarıya doğru patlayacakmış gibi hissettiriyordu. Dizlerinin üzerine çöktü; dünyası bulanık bir hale gelmişti. Her şey kararıyor, sonra yeniden aydınlanıyordu, ama bu aydınlık bir ışık değil, sadece kafasının içindeki kargaşa ve ağrının bir yansımasıydı.

Ve işte o anda sesler başladı.

Önce bir uğultu gibiydi, hafif bir rüzgarın taşıdığı belirsiz bir yankı. Ama kısa sürede bu uğultu kademeli olarak şiddetlendi. Çocukların kahkahaları, kadınların aralarındaki dedikodular, tekerleklerin taşlı yolda çıkardığı gıcırtılar... Kırılan camların tiz sesi, uzaklardaki sokak kedilerinin kavgasından çıkan iniltiler...

Her biri, Ryu’nun kafasında yankılanıyordu. Sesler birleşti, karıştı ve bir tür kaotik senfoniye dönüştü. Her bir nota, beynine keskin bir bıçak gibi saplanıyordu. Ryu’nun kalp atışları, bu kaosun temposunu tutarcasına hızlanıyordu.

“Kesin şunu!” diye bağırdı, ama kendi sesi bile kafasında yankılanan bir çığlık gibi duyuldu.

Ellerini başına daha sıkı bastırdı, sanki bu gürültüyü dışarı atabilirmiş gibi. Ama bu işe yaramadı. Sesler daha da arttı, yoğunluğu onu zihinsel ve fiziksel olarak ezmeye başladı.

“Siktir! Kafam patlayacak gibi!” dedi, ama kelimeleri kendi kulağına bile anlaşılmaz geliyordu.

Dizlerinin üstüne daha sıkı çöktü, başını eğdi ve gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Çaresizlik içinde boğulmuştu. Tüm bu sesler, bu gürültü, bu kaos... Hepsi üzerine çöküyordu. Bir anlığına bile olsa sessizlik için her şeyini verebilirdi.

Ama bu huzur gelmedi. Bedenindeki her bir hücre, bu işkenceye daha fazla dayanamıyordu. Gözleri istemsizce kapandı ve dünya bir kez daha karanlığa gömüldü.

Ryu, gözlerini ağır bir şekilde araladığında, sabahın ilk ışıkları duvar köşelerinden süzüldü. Gözleri hâlâ bulanık, vücudu yorgun ve bitkin hissediyordu. Yavaşça kafasını kaldırıp etrafına bakındı. Güneş, penceredeki yansimasi duvarlara girmeye çalışırken, sokaktaki her toz tanesini belirginleştiriyordu. Hava ağır, nemli ve geçmiş gecenin karanlığının etkisinden tamamen kurtulmamıştı. Ryu’nun her hareketi sanki bir çamur bataklığında ilerliyormuş gibi ağır geliyordu. Vücudundaki her kası, sabahın kör karanlığındaki boğuk sesiyle birlikte titretiyordu.

Daha önce hiçbir şeyin kendisini bu kadar sarhoş etmediğini düşündü. Zihni hâlâ geçen geceden kalma kaosla doluydu; bir şeyler eksikti, bir şeyler kaybolmuştu. Hemen doğrulmaya çalıştı ama dizleri birbirine çarpıp sendeledi. Bu sefer de vücudunun toprağa yapışan ağırlığı ile başı dönmeye başladı. Başını hızla sağa sola sallayarak, yeniden denedi ve sonunda ayağa kalktı.

Ayağının altındaki taşlar, ilk başta birbiriyle uyumsuz ama ardından her biri adeta neredeyse hissedilir darbe gibi vücuduna vuruyordu. Her adımı, zeminle yaptığı sert temas yüzünden hissettiği o acı, vücudunun her köşesinde yankı buluyordu. "Bu kadar mı kötü hissediyorum? Sanki dün gece yaşadıklarım gerçek bile değildi," diye düşünerek, kendini daha fazla sarsmadan ilerlemeye çalıştı.

Sokak, sabahın huzuruna kavuşmuştu ama Ryu, etrafındaki her şeyi, neredeyse bir hayvan gibi koklayarak, adeta bir avcı gibi inceliyordu. Küçük çocukların neşeli kahkahaları, toprak üzerinde yuvarlanan topun sesleri… Hepsi birbirine karışıyor, başını her çevirdiğinde kulaklarını dolduruyordu. Ama bu sesler, ona huzur getirmek yerine bir duvar gibi çarpıyordu. Zihni, sanki bir enstrümanın tınısında uyumsuz sesler çıkarıyordu.

Gözlerini biraz daha açtı. Sonra, bir şey fark etti.

Üç küçük çocuk, eski taşlardan yapılmış dar bir sokağın köşesinde, topla oyun oynuyordu. Giydikleri eski, kirli giysiler, onlara bir zamanlar başka bir hayatın, başka bir dünyanın parçası olabilecek kadar ilkel görünüyordu. Çocuklar birbiriyle neşeyle top paslaşıyorlardı. Bu sıradan bir sahne gibi görünse de, Ryu'nun gözleri, o anı her yönüyle didikliyordu. Küçük çocukların kahkahası, kulağında keskin bir şekilde yankı yaptı. Birinin topu düşürdüğünde, topun yuvarlanma sesi bile Ryu’nun zihninde adeta bir çekiç gibi yankı yaptı.

Birden, köşeden biri belirdi. Üstü başı dökülen, kirli sakalı ve pisliği içinde kaybolmuş bir adam, çocukları izliyordu. Adamın gözleri, metal gibi soğuktu, nefesini hissedebiliyordu. O an bir şey oldu; Ryu, her şeyin yavaşlamış olduğunu hissetti. Top yere düşerken, adam, belini doğrulttu ve topa doğru tekme attı. O an top, bir ok gibi hızla havada yükseldi, Ryu’nun gözleri adeta topun hızını kesmeye çalışıyordu.

Çocuklardan biri bağırarak uyardı:
“Abi, dikkat et!”

Ryu’nun refleksi, bir hayvanın avını yakalaması gibi keskinleşmişti. Gözleri, odaklanmış bir şekilde topa kaydı. Top, bir gölge gibi havada süzülürken, zaman adeta duruyordu. Ryu'nun parmakları, sanki bir ağacın dalı gibi, topa doğru uzandı. Her şeyin aniden durduğunu hissetti. Ve sonra, pak diye bir ses duydu. Top, parmaklarının arasına, hafifçe ama kararlı bir şekilde sıkışmıştı.

Ryu, bir an hareketsiz kaldı. Gözleri, topun yüzeyine odaklandı. Topun pürüzlü dokusu, yüzeyi çok belirgindi, adeta üzerinde minik çizikler vardı. Zihni, hâlâ ne olduğuna dair bir anlam bulamamışken, etrafındaki çocuklardan birinin, “Abi, iyi misin?” diye sorduğunu duydu.

Ryu, cevap vermedi, sadece birkaç adım geriye çekildi. Derin bir nefes aldı, kafasını iki yana sallayarak kendini toparlamaya çalıştı. O an, gözleri yeniden çevresindeki serseri adamın fark ettiği bakışlarla buluştu. Adam, Ryu’nun reflekslerini fark etmişti. Gözlerinde bir tuhaflık vardı. Ryu, gözlerini adamdan hızlıca ayırıp yere doğru bakarak bir an sessiz kaldı.

Çocuklardan biri ise, hâlâ endişeli bir şekilde sormaya devam etti:
“Abi, iyi misin? Bir şey oldu mu?”

Ryu, her şeyin içinden geçiyor gibi hissediyordu. O soruya bir cevap vermek yerine, sadece başını hafifçe eğdi. Çocukların gözlerinin arasından geçip, sessizce uzaklaştı.

Kafasında ise bir soru işareti vardı. Saat… o lanet olası saat. “Ordaki silüetlerden biri Kara Paneterin saati demişti, acaba o adamdamı bunun gibi benzer şeyler yaşamıştır?” diye düşündü.

Ryu, ellerini şortun cebine gömerek, Blightin’in dar sokaklarından geçmeye devam etti. Her adımında, şehrin kalabalığından yükselen sesler kulaklarında yankı yapıyordu. İnsanların yüksek sesle konuştukları, alışveriş yaptığı, kavgalarla dolu sesler... Tüm bu sesler, sanki Ryu’nun etrafını sarmış gibi, her an biraz daha netleşiyor, biraz daha yakınlaşıyordu.

Blightin’in sokakları, şehrin kaotik yapısının tam ortasında bir labirent gibi birbiriyle birleşip ayrılıyordu. Binaların arasındaki karanlık geçitlerden, meydanlara, oradan tekrar dar arka sokaklara savruluyordu adımlar. Her yöne doğru ilerlerken, şehri bir kez daha hissediyor, kalabalığın içinde kayboluyordu, ama bir türlü kaybolamıyordu. İnsanların çığlıkları, hüzünlü sohbetleri, neşeli kahkahaları, hepsi birbirine karışıp bir melodi oluşturuyor gibiydi.

Ryu’nun adımları, bu gürültüye karışırken, zihnindeki sorular da tıpkı bu kalabalığın karmaşası gibi yoğunlaşıyordu. O kadar fazla şey vardı ki düşünmesi gereken, ama bir türlü doğru cevabı bulamıyordu. "O silüetler büyük ihtimal peşimi bırakmayacak ve kesinlikle beni öldürmeye kalkarlar, özellikle şu Kartal isimli pezevenk" diye mırıldandı.

Sokaklar daraldıkça, etrafındaki sesler de daha belirgin hale gelmeye başladı. Kalabalığın arasındaki bir çocuğun çığlığı, bir kadının ağlaması, bir adamın güldüğü an Ryu’nun kulaklarına kadar çınlıyordu. Hepsi, birer yankı gibi, bir kaybolmuş zamanın hatırlatıcıları gibiydi. Ryu, bir an durup, derin bir nefes aldı.

İnsanların sesleri, içindeki huzursuzluğu daha da artırıyordu. Ne zaman geçerse geçsin, bir şekilde hep kulağında bir uğultu, bir gürültü vardı. Hemen arkada bir kadının sesinin duyulması, onu ani bir şekilde irkiltti. Kadın, sanki onu izliyormuş gibi konuşuyordu. Ryu, başını çevirip kadının kim olduğunu görmek istediğinde, bir an önce ilerlemeye devam etti.

İlerlerken sürekli aklına o silüetler ve saat gelmeye başladı, içindeki huzursuzluk vücudunu kaplamıştı. "Onlar beni bulmadan bir kaç bilgi edinmem lazim, özellikle Kara Panter ile ilgilidi. O herifi belki tekrar bulabilirsem diğer silüetler hakkında bir kaç bilgi öğrenebilirim" diye düşündü Ryu. Bir an duraksadı "Bekle, oda beni öldürmeye kalkarsa? Sonuçta saatini çaldım bişey yapmama garantisi yok" dedi Ryu. içindeki huzursuzlukla "Siktir, başıma niye böyle şeyler geliyor benim" konuştu.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu