Ryu'nun nefesi, göğsünde ağır bir taş gibi birikiyordu. Zifiri karanlığın ortasında, masanın üzerindeki figürlerin gölgeleri titrek birer silüet olarak belirdi. Hiçbirinin yüzü görünmüyordu. Sadece şekilsiz, tehditkâr gölgeler… Sanki her biri, hayal gücünün en karanlık köşelerinde şekillenen kabuslardan kopup gelmişti.

Bir yılanın kıvraklığıyla masanın köşesine eğilmiş olan ilk figür konuştu. Sesi, ipek gibi yumuşak ama bir o kadar da zehirliydi:
"Bak hele, Kara Panter’in saatini bir çocuk mu kaptırmış?"

Sözler, odanın sessizliğinde yankılanırken Ryu'nun içinde bir şey kırıldı. Dizleri titredi, ama yere düşmemek için dişlerini sıktı. Gözleri, masanın diğer ucundaki aslan silüetine kaydı. Aslan, hiç hareket etmiyordu, ama varlığı odadaki herkesi gölgede bırakıyordu. Yılan’ın iğneleyici sözleri, daha ağır bir sessizlikle karşılık buldu.

Ryu, boğazındaki düğümü çözmek için yutkundu ama bu, boğucu havayı daha da fark etmesine neden oldu. Tüm oda, sanki bir ağırlıkla üzerine çöküyordu. Bir adım geri çekilmek istedi, ama bir çift göz—hayır, göz değil, ateş gibi parlayan silüetler—onu adeta yere mıhladı.

"Korkuyor," dedi başka bir figür, sert ve keskin bir tonla. Kartal silüeti... Kanatlarının keskin hatları gölgelerin içinde hayal meyal seçiliyordu. "Bu çocuğun burada ne işi var? Kara Panter’in saati... Bu kadar güçlü bir nesne, böyle birinin eline nasıl geçmiş olabilir?"

Ryu, suskunluğunu bozacak cesareti bulamadan, bir diğer figür konuşmaya başladı. Bu kez ses daha sakin, ama alttan alta bir eğlence taşıyordu. Kedi silüeti, masanın kenarına yaslanmış gibi duruyordu.
"Belki de cevabı dinlemek yerine çocuğun beynini dağıtmaya heveslisin, Kartal," dedi alaycı bir şekilde. "Ama bana sorarsan, bir çocuğun bu kadar büyük bir başarıyı nasıl elde ettiğini öğrenmek, daha eğlenceli olurdu."

Kartal'ın gölgesi öne doğru eğildi. Ryu, içgüdüsel bir hareketle geri çekildi ama bu, silüetlerin alaycı kahkahalarını kesmedi.
"Zaman kaybı," dedi Kartal, masaya yumruğunu indirirken. "O saati çalmış. Daha fazla açıklama aramaya gerek yok!"

"Aslan'ın huzurunda böyle pervasızca kararlar almazsın, Kartal," dedi Kedi, sesine hafif bir şaka tonu katarak.

Tüm figürler suskunlaşırken Aslan silüeti, yavaşça başını kaldırdı. Ryu, onun gölgeler içindeki gözlerini hissedebiliyordu; iki alev gibi yanan bir çift göz... Oda bir anda daha da soğumuş gibi geldi. Aslan konuştuğunda sesi derin ve tehditkârdı:
"Bu çocuk... Kara Panter’in saatini nasıl ele geçirdiğini anlatacak. Ama anlatırken yalan söylerse..." Bir anlık bir duraksama oldu. "O zaman Kartal'ın istediğini yapmasına izin vereceğim."

Ryu, başından aşağıya soğuk bir ter döküldüğünü hissetti. Yutkundu, ama ağzı kurumuştu.
"Ben... ben onu çalmadım," dedi, sesi titreyerek. "Bir ormanda buldum. Yere düşmüştü... Toprakla kaplıydı. Onu sıradan bir şey sandım. Ama... kanım ona değdiğinde, kendimi burada buldum."

Sessizlik… Daha derin, daha boğucu bir sessizlik… Figürler birbirine baktı.

Yılan, eğildi ve alaycı bir şekilde fısıldadı:
"Ah, bakın hele, kanla mühürlenmiş bir saat... Masum bir çocuğun eline geçmiş. Ne kadar... inandırıcı."

Kartal, kükreyerek bir adım öne çıktı.
"Yeter! Bu çocuk bizi aptal yerine koyuyor. Onu burada öldürelim ve mesele kapansın!"

"Aslan'a karşı mı geliyorsun, Kartal?" dedi Kedi, tehlikeli bir şaka tonu taşıyan bir sesle.

Aslan, bir elini kaldırarak herkesi susturdu. Figürlerin tümü, anında sessizleşti. Sesi daha derin ve tehditkârdı.
"Son bir soru, çocuk: Kara Panter’in saati, gerçekten mi senin kanınla uyandı?"

Ryu, gözlerini kısarak Aslan’ın parlayan gözlerine baktı. "Evet," dedi, sesi bu kez daha sağlam bir tonda. "Ne olduğunu anlamıyorum. Ama burada olmamın nedeni bu."

Bir anlığına, Aslan sustu. Ardından konuştu:
"Onu serbest bırakmayacağız. Ama yaşamasına izin vereceğiz. Eğer bir yalanını veya ihanetini görürsem..."

Bu sözler Ryu'nun zihninde yankılandı. Kendi içinde sessiz bir ant verdi: Hayatta kalacağım. Ve buradan çıkacağım. Her ne pahasına olursa olsun.

Ryu, derin bir nefes aldı. İçindeki korku hâlâ büyüktü ama hayatta kalmak için bir fırsat yakalamıştı. Şimdi sırada, bu fırsatı değerlendirmek vardı. Kalbi hızla çarpsa da, zihni keskin ve netti. Artık korkak çocuk olmak onun için sağlıklı düşünmesini engelliyordu. Yaşamla ölüm arasında bu durumda soğuk kanlılığıni, ve mantıklı düşünmek için kendisine hakim olmaya çalışıyordu.

Kartal’ın gölgesi, ani bir hareketle Ryu’ya doğru ilerledi. Bir an için havada sıkı bir gerilim hissetti. Ryu, nefesini tutarak vücudunu gerginleştirdi. Bu, onun son şansıydı. Eğer bu fırsat kaçarsa, artık hiçbir şey kurtaramazdı.

“Yeter!” Kartal’ın sesi, bir taşın kırılmasına benzer şekilde sertti. “Bu çocuk yalan söylüyor! İzin verin, hemen şimdi işini bitireyim!”

Ryu’nun gözleri, karanlıkta parlayan bir av ışığı gibi odaklanmıştı. Zihninde bir hesap yapıyordu. Bu, sadece kaçmak için bir an değildi. Hayatta kalmanın ötesinde, bu masada kurulan düzeni değiştirmek zorundaydı. Ama ne yapabileceği konusunda hâlâ bir belirsizlik vardı. Her adımda, ölüme daha da yaklaşmak demekti.

Tam o sırada Aslan’ın silüeti, odanın derin sessizliğini delerek bir el hareketiyle Kartal’ı durdurdu. Gözleri, odanın karanlık köşelerinden bile net bir şekilde görülebiliyordu; gözlerinde, kendine ait bir gücün derinliği vardı. “Sessiz ol, Kartal!” diye kükredi. Sesi, odanın taş duvarlarında yankılandığında, her kelime adeta bir tokat gibi çarptı. O anda Ryu’nun nefesi kesildi. İçindeki karanlık korku, kelimelerin kuvvetiyle iyice pekişti.

Kartal, bir adım geri çekildi ama öfkesi sönmemişti. Hâlâ sinirle dişlerini sıkarak, bakışlarını Aslan’a çevirdi. “Aslan, bu çocuk burada yaşamayı hak etmiyor. Ona güvenemezsin!”

Aslan, başını çevirdi ve Kartal’a soğuk, neredeyse taş gibi bir bakış attı. Gözlerinden sızan tehdit, odadaki havayı dondurdu. “Ve sen, bana emir vermeyi hak etmiyorsun,” dedi. Sözleri keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı. “Eğer bir kez daha beni sorgularsan, önce senin işini bitiririm.”

Kartal dişlerini sıkarak sustu. Ancak öfkesinin içindeki kaynar sıvı, odadaki gerilimi daha da artırıyordu. Ryu, bu anı değerlendirebilmeliydi. Zihni, sadece bir saniye sonra ne olacağını hesaplamaya çalışıyordu.

Bir anlık sessizlik hâkim oldu. Fakat Ryu’nun gözleri, masanın köşesinde duran o saat üzerinde yoğunlaştı. Bir elektrik çarpması gibi bir his, avuçlarında yükselmeye başladı. Saati almalıydı, ama her şeyin farkındaydı: Bu, büyük bir kumardı. Eğer başarısız olursa, hiç şansı olmayacaktı.

“Şimdi ya asla,” diye düşündü, gözleri saatteki karmaşık sembollere odaklanırken. Tüm cesaretini toplayarak, birden harekete geçti ve saati kavramak için hızla masaya doğru ilerledi.

Odanın içindeki figürler, bir an için afalladılar. Hiçbiri beklemiyordu bu hamleyi. Ama hemen ardından, Aslan’ın silüeti, bir avuç ışık parıltısı fırlatırken, odanın her bir köşesini tehditkar bir biçimde yankılayan sesi duyuldu: “Dur!”

Zaman sanki yavaşladı. Ryu, saati hızla kavrayıp avucuna aldığında, Aslan’ın ışık huzmesi bir ok gibi ona yaklaşıyordu. O an, avucunda kanın saatin kenarlarına damlamaya başladığını hissetti. Saati sıkıca tuttu ve gözlerini korkuyla kapattı. Ama o anda, içindeki güç patladı.

Saatin içindeki enerjinin, odanın karanlığını delip geçmesi bir saniye sürdü. İlk başta etrafını saran sis, onu tanıdık bir şekilde sardı. Ama sonra, sis hızla kararmaya ve bir kasırgaya dönüşerek Ryu’yu içine çekti. Aslan ve diğer figürler, beklenmedik bir şekilde geriye savruldu. Masanın üzerindeki her şey, yere saçıldı ve odada korkutucu bir gürültü meydana geldi.

Aslan’ın silüeti, dengesini bulup ayağa kalktığında, öfkesinin boyutları her saniye daha da artıyordu. Yüzü, kara bir bulut gibi kararmıştı. “O çocuğu bulun!” diye haykırdı. Sesi, odadaki taşları titretiyor, duvarları çatlatıyordu. “Bulun ve bana getirin!”

Odanın içindeki figürler bir an sessiz kaldı. Her biri, Aslan’ın komutunu yerine getirecek gibi görünüyordu. Fakat tam bu sırada, Ryu’nun etrafında dönen kasırganın aniden kaybolmasıyla tüm odadaki gerginlik bozuldu. Ryu artık orada değildi.

Kedi’nin silüeti, alçak bir kahkaha ile mırıldandı. “Bu çocuğun bizi şaşırtmaya devam edeceğinden hiç şüphem yok...” Kedicik gibi kıvrak bir sesle, onun kaçışını izledi.

Ryu, gözlerini yavaşça açtı. Göz kapakları, ağır ve yorulmuş bir şekilde aralandı, ama etrafındaki karanlık, sanki onu içine çekmeye çalışan bir boşluk gibi hissediliyordu. "Nerdeyim ben?" boğuk bir sesle konuştu.Her şey bulanıktı, her şey silikti. Havadar bir soğuklukla, vücudu hantal bir şekilde hareket etti. Tekrardan kulubesine ışınlanmıştı. Kulübenin dar alanında, vücudu zorla doğrulmaya çalışıyordu. Düşünecek zamanı yoktu; her şeyin ne kadar kötüye gittiğini fark etmeden önce, başındaki sarhoşluk hissi daha da artmaya başlamıştı. Sanki zihni, her hareketiyle daha da kararmaya, bulanıklaşmaya doğru sürükleniyordu.

Kulübeye adım attığında, başındaki baş dönmesiyle birlikte midesi bulandı. Hızla yerin soğuk taşlarına doğru eğildi, ağzından garip bir tıslama sesi çıktı. Kusma, vücudunu şiddetle sarmıştı, her bir kusuşu bir ağrıydı, ama aynı zamanda içinde bir boşluk da vardı. O kadar güçlüydü ki, bir anlık sükûneti yıkıp geçiyordu. Ellerini yere koydu, ama ne kadar direnmeye çalıştıysa da, bedenini kontrol etmekte zorlanıyordu. Zihni, derin bir karanlığa doğru sürükleniyordu. İçinde bir boşluk vardı, bir uyanış. Bir şeyler yerinden oynuyordu.

Sanki tüm dünyadan, zamanın ve mekânın etkisinden sıyrılmış gibiydi. Zihnindeki bu uğultu, kulübenin dar köşesinde her geçen saniye biraz daha artıyordu. Ancak bu baş dönmesinin ardında bir şey daha vardı. Başındaki sarhoşluk hissi git gide ağırlaşıyordu. Derin bir nefes aldı, gözlerini tekrar açarken, kulübenin içindeki her şey sanki daha yakınlaşıyordu, ama bir o kadar da uzaklaşıyordu. Sesler, buğulandı. Bütün her şey belirsizleşmişti.

Sonunda, yavaşça kapıya doğru yöneldi. Ayağını kaldırırken, bir an için dünya tamamen sallandı. Yavaşça kulübenin kapısını itti. Kapının dışında, sokakların ortasında, eski bir yerleşim yerinin terkedilmiş alanına çıkmıştı. Yıkık dökük yapılar, harabe halindeki binalar ve kararmış çöp konteynerlerinin arasında, Ryu’nun adımları neredeyse yankı yapıyordu. Ama bir şey vardı. Bir şey değişiyordu.

Havanın yoğun karanlığına rağmen, o an bir değişim başladı. Ay, kararmış bulutların arasından çıkıp kendini gösterdi. Ve bir anda, o ışık, Ryu’nun üzerine doğru kaydı. Işık, o kadar parlaktı ki gözleri aniden kamaştı. Bir adım geriye attı, ama ışık takip etti. Bir anda, kulübenin önündeki dar sokaklar, ayın ışığıyla aydınlanmaya başladı. Gözleri, ışığın etkisiyle daraldı, ama bir şey fark etti.

Bir aynanın kırık parçası, hemen önünde duruyordu. Aynadan gelen parıltı, Ryu’nun gözlerini büyütmüştü. Yansımasına baktı. Her şey netleşti. Ay ışığı, kırık aynanın etrafında dans ederken, Ryu’nun yansıması, daha önce hiç görmediği bir şekilde şekil almaya başlamıştı.

Göz bebekleri sarı rengine börünmüştü.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu