Kara bir gecenin karanlığında, boş sokaklarda yankılanan çığlıklar bir ruhun derinliklerine işliyordu.

“Hâlâ beni mi arıyor?!” diye fısıldadı Ryu, nefesinin titreşimi bir buğu gibi geceye karıştı. Kalbi göğsünde çırpınıyor, bedeninde dolaşan korku damarlarından bir buz gibi akıyordu.

Sokağın ortasında, bir gölge gibi duran Kara Panter, ağlayan çocuğun yakasından kavrayarak onu havaya kaldırdı. “Ağlama!” diye haykırdı, sesi öfkeyle titriyordu. Çocuğun çığlıklarını bastırmaya çalışsa da gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu.

İçindeki karanlık ona bir kez daha fısıldadı: "Siktir! Bu çocukta değilse nerede o? Zamanım daralıyor, acele etmeliyim!" Kafasındaki seslerin baskısı, adımlarını daha da sertleştirdi. Küçük çocuğun incecik bacağına ağır bir darbe indirdi.

Bir anda yükselen acı dolu çığlık, sokağın çatlamış duvarlarına çarptı ve yankılandıkça bir ağıt gibi yayıldı. Küçük çocuk, gözlerinden boşalan yaşlar arasında, "Lütfen... bırak beni!" diye yalvarıyordu. Küçücük elleriyle Kara Panter’in bacağını itmeye çalıştıysa da çabaları nafileydi; karşısında bir taş heykel kadar sert ve soğuk bir varlık vardı.

Köşede, duvarın gölgesine sinmiş olan Ryu, nefes almayı bile unutmuştu. Gördüğü sahne, ruhunu sıkıştıran karanlık bir el gibi onu boğuyordu. Çocuğun yankılanan çığlıkları zihninde yankılanıyor, her bir yankı kafatasını parçalıyor gibi geliyordu. Dizlerinin bağı çözülmek üzereydi; hem korkudan hem de bedenindeki açıklanamaz değişimlerden kaynaklanan acılarla titriyordu.

"Onu durdurmak istiyorum…" diye düşündü, kalbi sanki derin bir uçuruma düşüyordu. Ancak Kara Panter’in karşısına çıkmayı hayal etmek bile ruhunda ağır bir baskı yaratıyordu. Sanki o yaratığın karşısında durmaya çalışırsa, kendi varlığı yerle bir olacak, dünyanın karanlığı tarafından yutulacakmış gibi hissediyordu.

Kara Panter’in sarı gözleri, kıvranan küçük çocuğa odaklandı. Çocuğun yüzündeki acı dolu ifade, panterin yüzünde beliren uyuşuk bir bakışı harekete geçirmişti. Çocuğun ağlayışı ve sızlanışları, Kara Panter için bir fon müziği kadar sıradan hale gelmişti. Göz kapakları ağırlaştı, ağzını hafifçe açarak derin bir esneme sesi çıkardı.

“Sıkıcı,” diye mırıldandı, sesi hem alaycı hem de bıkkın bir tondaydı.

Bir an için, çocuk Kara Panter’in sesindeki bu garip uyuşukluğu anlamaya çalıştı. Ancak gözyaşları yanaklarından süzülmeye devam ediyordu. Bacaklarındaki dayanılmaz acı, onun düşünmesini bile engellemişti.

Kara Panter, esnemesini tamamlayarak hafifçe gerindi. “Bari biraz daha bağır,” dedi soğukkanlı bir ifadeyle. “Eğer acı çekiyorsan en azından biraz zevk alayım. Ama şu hâlinle hiç eğlenceli değilsin.”

Çocuk, bu sözler karşısında ne yapacağını bilemeden inlemeye devam etti. Ellerini ağrıyan bacağının üzerinde gezdirdi, çaresizlikle sızlanıyordu. “Lütfen… özür dilerim… lütfen bırak beni… lütfen!” dedi, sesi giderek zayıflıyordu. Gözyaşları kesilmeksizin akıyor, titreyen dudakları çaresizce titreşiyordu.

Kara Panter ise çocuğun bu zavallı hâlini, sanki bir eşya inceler gibi soğukkanlılıkla izliyordu. Yüzünde hafif bir sırıtış belirdi. “Hm… acaba,” diye düşündü sesli bir şekilde, “kolunu kopartsam biraz daha bağırır mı? Ne dersin, ufaklık?”

Kendi kendine sorduğu bu zalimce soruların ardından gülerek çocuğun koluna doğru elini uzattı. Parmakları çocuğun incecik kolunu kavramak üzereyken, birden bire donakaldı.

Sanki kafasının içinde yankılanan rahatsız edici bir fısıltı, tüm bedeni boyunca soğuk bir dalga gibi yayılmıştı. Elindeki kaslar gerildi, bir an için ne yapacağını bilemez hale geldi. Göz bebekleri genişlerken titreyen dudaklarından bir fısıltı döküldü: “Hayır! Bu kadar erken mi?!”

Vücudu kontrol edilemez bir şekilde titrerken, alnında boncuk boncuk soğuk terler belirdi. Çocuğun ezilmiş bacağının üzerinden ayağını hızla çekerek geriye birkaç adım attı. Sol elini kafasına götürdü, parmakları sol kulağını kapatırken gözlerinde korkuyla karışık bir panik belirdi.

“E-efendim?!” diye kekeledi. Sesindeki tedirginlik, o an her şeyden daha netti. Baştan aşağı titreyen bedeniyle oracıkta kalakaldı, panterin zalim suratı bir anlığına silinmiş, yerini çaresiz bir korkuya bırakmıştı.

Ryu’nun nefesi kesildi. Boğazından çıkan kısık fısıltıyı, kendi kulakları bile zar zor işitti.

"Efendim? Bekle… O sesleri ben de duyabiliyorum?"

Kara Panter, bulunduğu ortamı tamamen unutmuş gibiydi. Karanlık bir varlığın ağırlığı altında ezilircesine kaskatı kesilmiş, zihninin derinliklerinde yankılanan sese cevap vermeye çalışıyordu. Ama Ryu için asıl korkutucu olan şey, bu konuşmaları net bir şekilde duyabiliyor olmasıydı. Olamazdı. Böyle bir şey imkânsızdı.

Ama neden?

Ellerini bilinçsizce ceplerine götürdü, tırnakları avuçlarına batıyordu. O sırada parmak uçları, tenine soğuk bir metalin değdiğini hissetti. Saat.

İşte o an, her şey yerine oturdu.

"Ah… doğru ya, bu saat ona aitti."

Zihnindeki düşünceler hızla devinmeye başladı.

"Bunun anlamı, onunla bir bağ mı kurdum? Yoksa onun güçlerinin bir kısmını alabildiğim için mi bu sesi duyabiliyorum?"

Gözlerini kısıp kendini toparlamaya çalıştı. İkinci seçenek daha mantıklıydı. Eğer saat gerçekten bir yadigârsa, bu sadece eski bir aksesuar olamazdı. Kara Panter’in güçleriyle arasında bir bağ kurmuş olması mümkündü.

Eğer bu doğruysa…

Eğer bu doğruysa, Kara Panter’in zihnine kulak vererek her şeyi öğrenebilirdi.

Kendi içinde fısıldayan içgüdüsü, bunun büyük bir fırsat olduğunu söylüyordu.

Ancak o anda, Kara Panter’in zihninde yankılanan o ses, çevredeki havayı bile ağırlaştırdı.

"Ne yaptığını zannediyorsun?"

Kelimeler, bıçak gibi keskin ve ölümcül bir yankıyla süzüldü. Kara Panter’in tüm bedeni irkildi, sanki bir anda iç organları sıkışmış gibi nefes almakta zorlandı. Gözleri büyüdü, kalbi deli gibi çarpmaya başladı.

Bilinçaltında haykıran bir korku, damarlarında dolaşıyordu. Bütün vücudu, ölümün nefesini ensesinde hissediyormuşçasına gerildi.

"Daha ne kadar orada oyalanmayı planlıyorsun, Kara Panter?"

Kara Panter istemsizce başını eğdi, sol elini kalbinin üzerine koydu, sanki görünmez bir varlığa biat eder gibi fısıldadı:

"B-ben… saati buluyordum, efendim."

Sesi titrek ve yetersizdi. Sözcükleri ağzından çıkarken boğazına bir şey düğümlenmiş gibiydi.

"O saati çalan velet buralarda bir yerde. Yadigârı en kısa sürede bulacağım, efendim! Bu yüzden hâlâ burada dolaşıyorum."

Ancak, zihninin derinliklerinde başka bir gerçek yankılanıyordu.

"Siktir, siktir! O küçük piç yüzünden hâlâ bu lanet maymun topluluğunun arasında sıkışıp kaldım!"

Zihnindeki isyan, dudaklarından dökülemeyecek kadar korku doluydu.

Bütün bu olanları sessizce izleyen Ryu, zihnini tamamen bu konuşmalara odaklamıştı. Kara Panter’in düşüncelerini böylesine doğrudan duymak, onu gözlemlemekten bile daha rahatsız ediciydi.

"Demek hâlâ beni arıyor… ve bu saat bir yadigâr..."

Bunu düşündükçe, yaşadıklarının basit bir rastlantı olmadığını fark etti.

"Gerçi, bana böyle şeyler yaşattığına göre bir yadigâr olması normal… Ama yadigârlar sadece Velenor Sarayı’nda bulunmuyor muydu?"

Beyninde hızla yeni sorular şekilleniyordu. Bunların cevaplarını şimdi bulamayacağını biliyordu, bu yüzden tekrar kendini konuşmalara odakladı.

Ancak tehditkâr ses, Kara Panter’in zihninde yankılanmaya devam etti.

"Kara Panter, sen ne zamandır bu kadar aptallastın?"

Kelimenin tam anlamıyla sarsıldı. Sesi duyar duymaz dizleri titredi, kalp atışları düzensizleşti.

"Bir yadigâr kullanıcısının orada fark edilmeyeceğini mi sandın? Velenor İmparatorluğu’ndaki Aydınlık Ruh kullanıcıları, üzerindeki gizlenme büyüsü olsa bile seni çok geçmeden bulacaklar. Derhal oradan ayrıl!"

Kara Panter’in vücudundan soğuk terler süzülüyordu. Tırnaklarını avuçlarına geçirip sıktı, nefesi kesik kesikti.

Panik içinde cevap vermeye çalıştı:

"Ama efendim! Saat hâlâ o çocukta!"

Sadece birkaç saniye süren bir sessizlik oldu. Ama o sessizlik, zamanın bile donduğu, her saniyenin bir bıçak gibi boğazına dayandığı bir an gibiydi.

Ve sonra…

Zihnindeki karanlık varlık, üzerine dev bir gölge gibi çöktü.

"Kara Panter."

Ses bu kez daha yumuşaktı, ama içinde öyle bir ağırlık taşıyordu ki, kelimelerin altındaki tehdit adeta kanını dondurdu.

"Sen emirlerime karşı mı geliyorsun?"

O an, Kara Panter’in dizleri titredi, soluğu düzensizleşti. Bir ölüm korkusu, damarlarında buz gibi dolaştı. Gözleri büyüdü, kasları bir anda boşaldı.

"Özür dilerim, efendim."

Sesi neredeyse duyulmazdı. Kelimeler ağzından çıkarken boğuluyormuş gibi hissetti.

O an, zihnindeki karanlık siluet sanki gözlerini üzerine dikmişti. Kendisini avlamaya hazır bir yırtıcı gibi, sadece bir adım ötesinde bekliyordu.
Bütün bu konuşmaları dinleyen Ryu, beynindeki düşünceleri bir araya getirmeye çalıştı.

Bu ses… Bu aura…

"Acaba… O silüetler, Kadim Aslan dedikleri kişi mi?"
Bunu düşündüğünde bile, içgüdüleri ona bu düşüncenin yanlış olmadığını fısıldıyordu. İzlemeye devam etti.

Kafasının içinde yankılanan ses, soğuk ve duygusuzdu. Kelimeler, sisler arasında süzülen bir fısıltı gibi zihnine işlenirken Kara Panter’in yüzü ifadesiz kaldı.

“Ayrılmadan önce bir koz bırak, zaten çoktan fark edilmişsindir. Kaçarken zamanın olur.”

Gözlerini ağır ağır kapattı, nefesini kontrol altına alarak içindeki öfkeyi bastırmaya çalıştı. Ancak göğsünde yükselen hiddet, damarlarında dolaşan bir zehir gibi zihnini sarıyordu.

"Peki efendim, hemen hallediyorum."

Kara Panter, itaatkâr bir ses tonuyla yanıt verdi. Zihninin derinliklerinde yankılanan otoritenin sesi tartışılmazdı. Onun verdiği emirler, sorgulanamaz bir kader gibiydi.

Sert bir hareketle sağ elini gözlerini kapatacak şekilde kaldırdı, sol elini ise beline koydu. Çenesindeki kaslar sıkılırken dişleri, bir çelik mengene gibi kenetlendi. Göğsü hızla inip kalkıyor, içindeki kontrolsüz hiddet damarlarına ateş gibi yayılıyordu.

“Lanet olsun.”

Sesi, bastırılmış bir hırıltı gibi çıkmıştı. Gittikçe kabaran öfkesi, içindeki canavarı serbest bırakmaya zorluyordu.

“Şu sikikler her zaman eğlencemi bölüyorlar! Lanet olsun!”

Sözlerini haykırarak sol elini geriye çekti. Yumruğunu sıktığında kemiklerinden gelen çıtırtı havayı doldurdu. Ve sonra…

Bütün gücüyle duvara indirdi.

Beklenen bir patlama sesi yoktu. Taşın paramparça olup savrulması gerekirdi, ama hiçbir şey duyulmadı.

Ölümcül bir sessizlik.

Fakat duvar… Çatladı.

Küçük ve kılcal damarlar gibi başlayan çatlaklar, bir hastalık gibi yayıldı. Karanlık gölgeler, duvarın içindeki kırıklardan süzülüyor gibiydi. Normal bir insanın asla yapamayacağı bir şeydi bu.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu