Hava, keskin bir demir kokusuyla dolmuştu. Çocuğun bedeninden sızan kan, zeminde kıvrıla kıvrıla ilerliyor, her damlası sanki bilinçliymiş gibi genişliyordu. Parlak kırmızı bir ağ örüyor, duvarlara tırmanıyor, Binaların tavanına sıçrayan damlalar bile yere düşmek yerine havada asılı kalıyordu. Ryu'nun ayaklarının altındaki taşlar, kanın dokunuşuyla yumuşamış, sanki bir canlının derisi gibi ıslak ve titrek hissediliyordu. Etraftaki ışık, kanın tonlarına bürünmüş; kırmızı, mor ve siyah gölgeler, etraftaki her köşesini bir kabus tablosuna çeviriyordu.
"Bu… bu ne lan?!" diye gırtlağı yırtılırcesine bağırdı Ryu, sesi dar duvarlarda yankılanırken. Avuçları terlemiş, nefesi kesik kesikti. Gözlerini kan gölünün genişlediği noktaya dikti, ancak bakışları bulanıklaşıyordu. Aniden midesi burkuldu; dizlerinin üzerine çöktü. Kusmuğu, safra yeşili ve kanın kızılıyla karışarak zemine döküldü. İlginçti: Yeşil damlalar kanla temas eder etmez sönüyor, sanki görünmez bir el evrenin dokusundan *silgiyle çıkarıyordu* onları. Yalnızca kırmızı kalıyordu… Sonsuz, boğucu bir kırmızı.
"Tanrılar kahretsin…" diye inledi Ryu, sırtını duvara dayarken. Parmakları midesine gömülmüş, dişleri birbirine vuruyordu. Çocuğun bedeni hâlâ kanıyordu, ama artık o küçük bedenden değil—*yerin altından* fışkırıyordu sanki. Kulaklarında çınlayan bir uğultu yükseldi:
"Köle."
Ses, kanın içinden geliyordu. Ryu başını iki eli arasına aldı; tırnakları alnına batıyordu. Sesler çoğalıyor, her biri bir diğerinin üstüne biniyordu:
"Köle. Köle. Köle."
Beyni sanke bir mengeneye sıkıştırılıyordu. Görüş alanı daralıyor, kırmızı perdenin ardından karanlık sızıyordu. Tam o sıra, duvarın gölgeleri anormal bir şekilde bükülmeye başladı. Kara Panter, sanki geceyle örülmüş bir heykel gibi, yavaşça belirdi. Postu, kanın parıltısını yutuyor, gözleri ise iki zehirli yeşil yıldız gibi parlıyordu.
"Zamanımız tükendi, velet," dedi Kara Panter, sesi bir bıçak gibi Ryu'nun kemiklerine işlerken. Dudakları kıpırdamıyordu—kelimeler doğrudan zihne kazınıyordu. "Bu sahne… senin için bir sınama sadece."
Ryu, nefesini tutarak baktı: "Bekle—!"
Ama Panter, zaten sırtını dönmüştü. Bir elini havada sallarken, gölgeler bedenini yalamaya başladı. Postu eriyor, karanlıkla bütünleşiyordu. Son sözleri, Etrafı çınlayan bir yankıya dönüştü:
"İyi şanslar dilerim… Yeni Kullanıcı"
Kara Panter'in varlığı, gölgelerin içinde eriyip gitmişti; sanki hiç var olmamış gibi. Ryu, boşluğa dikilmiş gözlerini kırpmadan bakakaldı. Sol omzundaki sızı, aniden bir çekiç darbesi gibi yeniden patladı. Dişlerini sıkarak ayağa kalkmaya çalıştı, ancak dizleri titriyordu. *"Bu acı… neden gelip gidiyor?"* diye düşündü zihninin puslu köşelerinde. Sanki kemiklerinin içine gizlenmiş bir yılan, ara sıra ısırıp kayboluyordu. Kan gölünün ortasındaki çocuğa doğru ilerlerken, her adımı çamurlu bir bataklıktan çıkar gibi ağırdı. Ayak bileklerine dolanan kan, sıcak ve yapışkandı—sanki canlı bir şey onu içine çekmeye çalışıyordu.
"Lanet olsun…" diye homurdandı Ryu, sol elini omzuna bastırırken. "Omzum yerinden çıktığında bile bu kadar sürekli acımamıştı. Şimdi neden—" Cümlesini bitiremedi. Çocuğun cesedi, artık sadece bir beden değil, *bir tapınak sunağı* gibi duruyordu. Sırtı dönük, başı öne eğik… Ryu, titreyen parmaklarını çocuğun yüzüne uzattı.
"Göster yüzünü…" diye mırıldandı, sesi bir dualar kadar kırık.
Elleri çocuğun soğuk tenine değdiği an, bileklerine kadar bir ürperti yayıldı. Cesedi kendine çevirirken, parmak uçları *balmumu* gibi sertleşmiş deriyi hissediyordu. Yüzü... Bir mumya nın suratı gibi kurumuştu ve sadece Kara Panter'in bıraktığı *delik* vardı. Alnın ortasındaki o karanlık boşluk, bir kara delik gibi genişliyor, etrafındaki teni içine çekiyormuş gibi adeta. Göz yuvalarından sızan kan, kurumuş bir nehir yatağı gibi çatlamış yanaklardan aşağı süzülüyordu. Kulaklarından fışkıran koyu kırmızı, zeminde bir ritüel çemberini andırıyordu. Ryu'nun nefesi kesildi. Gördüğü sahne karşısında daha dayanamayıp bir iki adım çocuktan uzaklaşıp kusmaya başladı. Elini kalbinin olduğu yeri sıkmaya başladı.
Duygular, Ryu'nun etrafında bir 'kadavra sineği sürüsü' gibi vızıldıyordu. Üzüntü kemiklerini kemiriyor, öfke boğazında yanık izleri bırakıyor, tiksinme midesini ters yüz ediyordu. Ama en ağır olan *korkuydu*—kendi yansımasından korkmak. Çocuğun cansız bedeni, bir ayna gibi ona bakıyordu: Kirli giysiler, çürük dizler, umutsuzlukla kırılmış bakışlar… *Benim gibi. Sokakların unuttuğu.* Kalbi, göğüs kafesine çarpa çarpa şişiyordu; her atışta kaburgalara saplanan bir bıçak gibi. Dudaklarını öyle sert ısırdı ki, kanın tuzlu tadı dilinin ucuna sızdı.
Ayakları onu tekrar cesedin yanına sürükledi. Avucunu göğsüne gömdü—kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Çocuğun başının önünde diz çöktü. Kanla ıslanmış saçlar, yapış yapış alnına yapışmıştı. Ryu, titreyen elini uzattı… ama dokunamadı.
"Özür…" Kelime boğazında takılı kaldı. Yutkundu. Dudağını daha sert ısırdı, aka kan ile yüzündeki pişmanlık adeta belli oluyorken "Özür dilerim" dedi ve arkasına dönerek yavaş adımlarla ilerlemeye başladı.
"Diğerlerini öleceğini kestirmiştim ama o çocuğu belki biraz daha hızlı olsam kurtarma gibi bir şansım olabilirdi..." dedi Ryu. Küçüklüğünde istemese bile sokaklarda yaşadığı için çoğu kişinin ölümüne tanık olmuştu. Suikastlar olsun, kan davaları veya para için ölen masum kişiler olsun, ama bunun gibi küçük çocukları nadirde olsa görme şansını bulunca içi paramparça oluyordu.
Ryu’nun adımları taş zeminde yankılanıyordu. Hava ağırdı, sokağın loş ışıkları titrek bir parıltıyla duvarlara yansıyor, uzaklarda bir kedinin hırıltısı duyuluyordu. İlerlemeye devam ederken aniden içinde tarifsiz bir ürperti belirdi. Soğuk, iliklerine kadar işleyen bir korku…
Gözleri hızla etrafı taradı. Gölgeler hareket ediyor muydu? Yoksa zihni ona bir oyun mu oynuyordu? Kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı, titreyen ellerini cebine sokarak yürümeye devam etti. Fakat o his yine geri döndü. Bu sefer daha baskın, daha keskin.
Ryu’nun bakışları yavaşça aşağıya kaydı. Ayaklarının altındaki kan birikintisi... Hafifçe titreyerek geri çekiliyor, sanki görünmez bir el tarafından sürükleniyordu. Ama olması gereken yöne değil—tam tersine, arkasına doğru.
Boğazında bir düğüm oluştu. Havanın giderek soğuduğunu hissetti. Kasvetli sokağın sessizliği içinde sadece kendi nefes alışverişini duyabiliyordu. Başını ağır ağır arkaya çevirdi.
Gölgelerle örülü taş duvarların arasında, karanlıkla iç içe geçmiş koyu kırmızı bir sıvı… Kan, bir canlının bilincine sahipmiş gibi sokak taşlarının arasından sinsice yayılıyor, duvarları saran sarmaşıklar misali çocuğun cansız bedenine doğru ilerliyordu.
Fısıltılar… Kanın içinden gelen boğuk, anlaşılmaz sesler…
Ryu, gözlerini kısıp bir adım geri çekildi. Fakat içgüdüleri ona bir şeyin yanlış olduğunu haykırıyordu.
Bu şey… sadece bir ölü bedenin etrafına yayılmıyordu. Bir şey çağırıyordu. Ve çoktan onu fark etmişti.
Ölü çocuğun etrafında, siyah ve kırmızı renklerin birbirine karıştığı bir kan denizi yükseliyordu. Bu, ölü bedenin üzerine yavaşça yayılan, sessizce büyüyen bir çember gibiydi. Kan, taş zemini sarmış, ölü çocuğun üzerinde durağan, korkunç bir tablo oluşturuyordu.
Ve o anda, sanki eski bir kehanetin yeniden uyanışı gibi, bu kan çemberi üzerinde değişik yazılar belirmeye başladı. Parlayan kırmızı ışıklarla süzülen bu yazılar, eski, unutulmuş bir dilin sembollerini andırıyor, ölü bedenin soğukluğuna meydan okurcasına beliriyordu.
Ryu, ölü çocuğun etrafında toplanan siyah–kırmızı kan çemberini izlerken, o ürpertici görüntü bir anda hareketlendi.
Çocuğun gözleri aniden açıldı. Karanlık, ölümcül bir sessizlikte, soğuk ve acı dolu bakışlarıyla etrafı taramaya başladı ama o kadar hızlıca bakıyoduki sanki göz bebekleri bir yuvarlakta dönen hızlı bir küre gibiydi. O an, havada, sanki görünmez bir yelken açılmış gibi, yoğun bir hava dalgası yükseldi. Tüm mekanı, ölü bedenin üzerine yayılan kan çemberini ve yankılanan sessizliği altüst etti.
Ryu, şaşkınlık ve korku arasında ne yapacağını bilemez halde, adımlarının yerini kaybetti. Bir anda, görünmez bir kuvvetin etkisiyle, kendisini fırlamış gibi hissetti. Hızla ileri itildi; duvara çarptığında bedeninin ağırlığı havaya savruldu.
Sertçe duvara çarpıklıktan sonra, çarpmanın etkisiyle ağzından akan kan ile sertçe yere düşer. Yaraları daha çok acımaya başladı ve yerinden çıkan omzunu artık hissedemiyordu. "Acıyor, acıyor, acıyor! Hemde çok acıyor!" Delicesine haykırdı açıdan dolayı akan göz yaşları ile beraber. Ayağa kalkmaya çalıştı, zar zorda olsa dizlerinin üzerinde durmayı başardı ve önünde duran, kan ile kaplanmaya başlayan çocuğun cesedini izledi.
Kan, çocuğun cesedinin içine sinsice sızıyor, adeta ruhsuz bedeni ele geçiriyordu. O an, her şey tekinsiz bir sessizliğe büründü—ta ki beden yavaşça parçalanmaya başlayana dek.
İlk önce ayakları… sonra kolları… ardından gövdesi. Her bir uzuv, et, kemik, iç organlar; tüm vücut, kanın içinde çözünüyormuşçasına, ağır ve kaçınılmaz bir sona doğru ilerliyordu.
"Bu da ne böyle?! Kan… onun bedenini mi parçalıyor?!"
Ryu’nun zihninde yankılanan bu düşünce, korkusunu daha da derinleştirirken, gözleri refleksle diğer cesetlere kaydı.
Üç bedende de aynı şey yaşanıyordu. Parçalanmış, lime lime edilmiş cesetler, siyah–kırmızı kanın içinde gömülüyordu. Ancak fark vardı… yerlerinde oynuyordu. Cesedi parçalanan çocuğun aksine, bu hareket eden cesetler, yavaş ama kararlı bir şekilde çocuğun bedeninin olduğu yöne doğru hareket ediyordu.
Ryu’nun nefesi sıklaşırken, içindeki korku, vücudunun kontrolünü ele geçirmeye başlıyordu. Gözlerinin önünde gerçekleşen bu şey… normal olamazdı.
Ama daha da korkutucu olan şey, bunun henüz başlangıç olduğunu hissetmesiydi.
Ryu, titreyen elleriyle yere tutundu ve kendini kaldırmaya çalıştı—ama dizlerinin üzerinden bile doğrulacak gücü kalmamıştı. Omzundaki keskin ağrı, yerinden çıktığını açıkça belli ediyordu. Duvara fırlatıldığında iç organlarının sarsıldığını hissetmişti, belki de iç kanama geçiriyordu.
Daha ne kadar kötü olabilirdi?
“Siktir… Bir şey bile yapamıyorum! Kaçacak kadar güçlü biri bile değilim!”
Öfkesi, çaresizliği ve korkusuyla birleşerek zihninde yankılandı. Ancak altın sarısı gözleri, istemsizce bir kez daha önüne döndüğünde, kalbinin atışı hızlandı—ve içinde tarifsiz bir korku yükseldi.
Çünkü parçalanmakta olan çocuğun cesedi, hala kanın içinde çözünmeye devam ediyordu…
Ve diğer üç ceset—lime lime olmuş, etleri kanla kaplanmış o ölü bedenler—sürüklenerek, yavaşça ama kesin bir şekilde, o çocuğun bedeninin içine girmeye çalışıyordu. Ryu’nun nefesi boğazına düğümlendi. Bu nasıl bir şeydi? Cesetler… bir başka cesetin içine mi giriyordu?! Mantıklı bir açıklaması yoktu, ama bunu sorgulamak için bile zamanı yoktu. Çünkü içindeki dehşet, bedeninin kontrolünü ele geçirmişti.
Ve bir an tüm kan aniden bu iç ice geçilmiş dört cesetin etrafını bir küre seklinde kaplarken etrafa yayılan hava basıncı etrafı eritiyoruzdu. "Noluyor?!" diye haykırdı Ryu, kollarıyla yüzüne kapatarak ona doğru gelen basıncından korunmak için. Ve bir an kanlı küre patladı ve etrafa büyük bir şok dalgası yaydı. Şok dalgasının etkisiyel beraber etrafa duman bulutları sardı.
Karanlık bir anda, tüm kan, iç içe geçmiş dört cesedin etrafını sarmış, adeta görünmez bir küre gibi yükselmeye başladı. Bu küre, havanın bile yoğunlaşmasına neden olacak kadar ağır bir basınç yayıyor, her şeyin yerini yeniden şekillendiriyordu. Ryu, korku ve dehşet içinde, kollarını yüzüne kapatıp gelen bu ölümcül basınçtan korunmaya çalıştı.
"Noluyor?!" diye haykırdı, sesi sokağın karanlık sessizliğini delip geçti.
Ve sonra—bir anlık muamma içinde—kanlı küre, beklenmedik bir patlamayla dağıldı. Patlama, öyle kuvvetliydi ki, etrafa büyük bir şok dalgası yaydı; bu dalga, sokağın her köşesine nüfuz ederek varlığı altüst etti. Şok dalgasının etkisiyle, havada asılı kalan duman bulutları, sis gibi etrafa yayıldı; zaman adeta donmuş, her şey ölümcül bir sessizliğe bürünmüştü.
Duman bulutunun arasında görüşünü kazanmaya çalışan Ryu, nefes almakta zorlanıyordu. Boğazına dolan yanık kokusu ve metalik kan kokusu, ciğerlerine kazınıyor gibiydi. Öksürerek gözlerini kıstı, etrafına bakmaya çalıştı.
"Az önce… ne oldu böyle?"
Sesi titrek ve kısıktı. Duman yavaşça dağılırken, cesetlerin olduğu yere çevirdi bakışlarını. Gölgelerin arasından, kanlı zemini görebiliyordu. Birkaç saniye içinde görüşü netleştiğinde gözleri dehşetle büyüdü.
Cesetler… ortada yoktu.
"N-ne?! Cesetler kayboldu mu?!"
Boğazından çıkan ses ona bile yabancı gelmişti. Ama bir anda, arkasında belirsiz bir uğultu duydu. Derin, tiz ve yankılanan bir ses—ölmüş ruhların fısıltısı gibi.
Ryu hızla arkasına döndü. Ama orada hiçbir şey yoktu.
Birkaç saniye boyunca kulaklarında çınlayan sessizliği dinledi. Sonra gözlerini tekrar öne çevirdiğinde—
Kocaman bir yumruğun üstüne doğru geldiğini fark etti!
Ryu refleksle yana atladı, darbenin etkisiyle yer sarsıldı. Toz bulutu havalandı, taş parçaları sağa sola saçıldı. Nefes nefese, yumruğun geldiği yöne baktığında…
Onları gördü.
Dumanın içinde, iki parlak kırmızı göz ona bakıyordu.
Bu gözler, insana ait olamayacak kadar soğuk ve duygusuzdu.
Ryu’nun boğazı kurudu, kelimeler dudaklarından dökülmüyordu. Kalbi, göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Dumanın arasından bir çığlık yükseldi—tüyleri diken diken eden, insan ile canavar arasındaki ince çizgiyi yok eden bir çığlık.
Ve o anda, sisin içinde saklanan varlık tamamen ortaya çıktı.
Dev gibiydi.
Ama bir dev gibi güçlü, kusursuz ya da düzenli bir yapıya sahip değildi. Vücudu çarpık, düzensiz ve tanımlanamaz bir biçimdeydi.
—Sağ kolu devasa bir çekiç gibiydi, taş ve etin birleşiminden oluşan bir kütle…
—Sol kolu ise tam tersine, bir kürdan gibi ince, insana ait olmayan bir kemik parçası…
—Gövdesi büyük ve kaslıydı, ama beli korkutucu derecede incedi, sanki her an kopacakmış gibi…
—Ve bacakları? Bacakları normal bir insan gibi değildi. Sanki iki farklı bacak birbirine kaynaşmış ve bükülerek birbirine dolanmış gibiydi.
Ancak Ryu’nun midesini asıl bulandıran şey bunlar değildi.
Göğsüne kazınmış üç farklı yüz.
Ölen üç adamın yüzleri… hâlâ tanınabilir durumdaydı. Gözleri tamamen boştu, ama dudakları acı içinde titriyormuş gibi görünüyordu. Haykırışları, yaratığın tenine hapsolmuş gibiydi.
Ve en korkuncu…
Kafasında, ağzını kocaman açan, parçalanmış bir surat vardı.
O ölen çocuğun yüzüydü. Ağzı yırtılmış, gözleri boş ve karanlıkla doluydu. Ama hâlâ yaşıyor gibiydii
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı