Ryu, saati incelerken parmakları, altın renginde ki ince işlenmiş desenlerin üzerinden geçti. Saat küçük ama ağırdı; pürüzsüz metal yüzeyinde ki yayılan hafif bir soğukluk, elinde tutarken bile hissediyordu. Gümüş bir yansıma yapması beklenirken, derinlikten gelen altın ışık huzmeleri göz kamaştırıyordu. Saati ters çevirip arkasına baktığında, anlam veremediği bir sembol dikkatini çekti. Çemberin içinde bir göz... Göz, sanki Ryu'yu izliyormus gibi hissediyordu.

Kafasını sallayıp bu hisse aldırmamaya çalıştı. "Kesin bir antika. Yoksa, Blight gibi bir yerde böyle bir saatin ne işi olsun?" diye düşündü. "Belki bir antikacıya götürüp iyi bir para alabilirim" devamını getirdi Ryu. Saatin kapağını kapatıp cebine koydu.

Eski kanepeden kalktıktan sonra yola koyulur. Ama tam yola koyulacakken Ryu, arkasından gelen sert sesi duyduğu anda, tüm vücudunu bir korku dalgası vurdu. "Hey! Çocuk! Dur dedim sana!" ses meydanın kalabalığından yankılanıyor, dikkatini üzerine çekiyordu. Çalan çanlar ve pazar yeri kalabalığına karışan bu tehditkar bağırış, onu olduğu yere mıhlamakla tehdit etti.

Kafasını sesin geldiği yere doğru çevirerek, uzun siyah rengindeki palto ile kafasındaki fört şapka ile yüzü gizlenmiş karanlık bir silüet gibi duran bir adam. Ryu durmak yerine içgüdüler harekete geçmişini buyurdu. Daha önce de yakalanmanın ne anlama geldiğini öğrenmişti; kaçışın bedeli ter ve yorgunluksa, yorgunluğun bedeli kan ile acıydı. Ayakları bir anda yerde kesildi ve pazar yerinin taş döşemeli zeminde yankılanan hızlı ayak sesleriyle harekete geçti.

"Dur dedim sana!" Ryu, arkasındaki adamın yankılanan sesiyle irkildi. Pazar yerinde ki gürültüye rağmen bu sesi kulaklarında anlıyordu. İnsanlar telaşla alışverişini yaparken aralarındaki bu kovalamaca, mekanın ritmini bozan bir kaos yaratmıştı. Kalabalığın arasına daldığında peşindeki adamın öfkesi daha da yoğunlaşmış gibiydi.

Meydan yerindeki tezgahlar, müşteriler ve dilenciler, dar sokaklar nerdeyse tamamen kaplıydı. Ryu hızla insanların arasına karıştı, ama bu yeterli değildi. Omuzuyla bir tezgahı itti, üstündeki rengarenk kumaş ruloları yere saçıldı. Kumaşlar ayaklara dolandı. Tezgaha bakan satıcı "Hey! Dikkat etsene çocuk!" diye bağırdı.

Ryu, cevap vermek yerine hızlıca başka bir tezgaha doğru yöneldi. Burada sergilenmiş meyveler vardı; portakallar, elmalar ve iri karpuzlar. Tezgaha çarparak bir kaçını devirdi, meyveler taş zeminde yuvarlanarak insanların ayaklarının altına dağıldı. Göz ucuyla peşindeki adamın hızla yaklaştığını gördü. Adam, pazarın kalabalığına rağmen Ryu'nun izini kaybetmiyordu.

"Seni küçük piç! Yakaladığımda öldürecem seni!"

Ryu'nun nefesi kesilmişti, ciğerleri yanıyordu. Kalabalığın arasına kıvrılıp bükülürken kafasına çarpan çuvallardan, kolunu sürten ahşap sandıklardan kaçınmaya çalışıyordu. Önünde başka bir tezgah gördü, bu kez metal kaplarla doluydu. Bir an bile tereddüt etmeden elini uzatıp tezgaha dizilmiş kapları adamın üzerine doğru fırlatır. Şangırtıyla yere düşen kaplar, pazardaki uğultunun üzerine keskin bir yankı gibi yayıldı. "Ne yapıyorsun sen!?" diye bağırdı tezgahtar, Ryu'nun ardından.

"Artık peşimi bıraksanmı!?" diye içinde bağırdı Ryu. Adamın üzerine o kadar eşya ve yiyecek fırlatmasına rağmen durmak bilmiyordu. "İnatçı keçi" diye düşündü Ryu. Hemen önünde yere serilmiş baharat torbalarını fark etti. Taze kırmızı biber, karabiber ve köri torbalarından çıkan yoğun aroma, burnunu yaktı. Ryu bunu fırsat bilerek torbalardan birinin onu kovalayan adamın olduğu tarafa doğru tekmeledi. Tekmelediği torbadan fırlayan baharat tozları, Ryu'yu kovalayan adamın gözlerine gelerek "Ne!" diye bağırmasına sebep oldu. Adam ile beraber, çevresindekilerin gözlerinide yaktı. İnsanlar öksürmeye ve kaotik bir şekilde sağ sola savrulmaya başladı. "Neler oluyor!?" diye bağırdı gözleri yanan insanlar arasında. Bu kısa anlık karışıklık, Ryu'nun ilerlemesi için yeterli bir boşluk yarattı.

Onu kovalayan adam, yanan gözlerini ovalayarak açmaya çalıştı. Gözlerini açan adam hızlıca başını çevrirek çevreye göz gezdirdi. Etrafında dolaşan kalabalığın arasında, Ryu'yu göremeyince sinirli ve endişeli bir ses tonuyla "Siktir." dedi ve Ryu'yu yakalamayı başarısız olmasıyla beraber kalabalığın arasına girerek ortadan kayboldu.

...

Ryu, ciğerlerine dolan yanık hava eşliğinde, sonunda arkasına baktı ve duraksadı. Sokaklar artık sessizdi. Kovalamacanın kaosu, pazar yerinden gelen hafif bir uğultunun arasında kaybolmuştu. Kaçışın yarattığı adrenalinin ardından bedenindeki her kas titriyordu. "Sonunda..." diye mırıldandı Ryu. Alnındaki terleri silerken bir yandan nefesini kontrol etmeye çalışıyordu.

Gözleri çevresinde dolaştı, bir çıkış yolu arıyordu. Tam karşısında dar ve karanlık bir ara sokak farketti. Sokak, sanki onu yutmak için davet eden bir ağız gibiydi. Duvardaki nemden kararmış, köşelerinde yosunlar birikmişti. Yavaşça sokağa adım attı, ayaklarının altındaki taşların arasında fışkıran otların nemli kokusunu aldı. Her iki yanda da yükselen taş duvarlar, sokakta sıkışmış gibi hissettiriyordu. Ryu, hafifçe burnunu çekti. Rutubet ve çürümüş bir şeylerin karşımı kokusu burayı dahada rahatsız edici hale geliyordu.

"Bir süreliğine burda saklansam iyi olcak" diye düşündü Ryu.

Sokak ilerdikçe daha da daralıyordu. Duvarlara yaşlanmış eski tahtalar ve kırık sandıklar, terk edilmiş bir görüntü veriyordu. Aralarda çöpler, kullanılmaz hale gelmiş metal eşyalar ve bir zamanlar yaşam belirtisi gösteren ama şimdi cansızca yatan kuş kalıntıları göze çarpıyordu. Hafifçe ilerleyip köşeyi döndüğünde, sağ tarafta büyük bir fıçı ve ona yaşlanmış çürük bir tahta sandık gördü. Fıçıya sırtını dayarak yere çöktü.

Ryu'nun gözlenir hala çevreyi tarıyordu sokak tamamen boştu. Bu yalnızlık, huzur verici olabilecekken tersine bir huzursuzluk yaratıyordu. "O adam tamamen vazgeçene kadar burda biraz dursam iyi olacak" diye mırıldandı kendi kendine. Ellerini savaşlarının arasına başını dizlerine yasladı.

Bir süre öylece oturduktan sonra, nefesinin yeninden normale döndüğünü hissetti. Parmakları istemsizce cebine gitti ve çaldığı saati çıkardı. Altın rengi saatin üzerindeki desenler, sokağa düşen loş ışıkta hafifçe parlıyordu. Ona bir süre sessizce inceledi. "Acaba çaldığım saatin sahibimiydi?" diye düşündü Ryu. Çünkü çaldığı eşyalarının sahiplerini yüzlerini hatırlamaz Ryu, sadece eşyaların çalmak için uğraştığından yüzlerini hatırlama gibi bir çabaya girmezdi. Gözlerin tekrar saate dikerek tekrar incelemeye başladı.

İnce altın işlemeleri ve karmaşık desenler. Parmak uçları, saatin kasasının kenarındaki yumuşak ama sağlam hatları yokladı. "Bunu kim yaptıysa iyi iş çıkarmış" diye mırıldandı kendi kendine. Altın rengi ışık, loş sokaktaki duvarlara yansırken, Ryu'nun yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Acaba bu saat kaç sikke eder?" diye düşündü, sonra hemen kendi sorusuna cevap verdi. "En az yüz... Hayır, belki de iki yüz! Kim bilir, belki de bundan daha fazlası."

Ellerini uzatıp saatin üzerindeki ince detayları daha dikkatlice incelemeye başladı. Gözleri kasanın içine oyulmuş minik semboller takıldı. Biraz durakladı. "Bu... neyin simgesi olabilir?" diye sordu kendi kendine, ama cevabı yoktu. Tek bildiği, bunun sıradan bir zannatkarın elinden çıkmayacağı kadar bir şey olduğuydu.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu