Ryu: "Hey, neler oluyor?"
"Bırak beni! İki tane hapishane kaçağı şehirde kargaşa çıkarıyor."
Ryu: "Kaçak mı?!"
"Dedim ya, bırak beni!"
Sorular sorduğum adam hızla uzaklaştı. Cidden, kim Seul'de kargaşa yapacak kadar aptaldır ki?
Patlamalar giderek şiddetleniyordu. Herkes panik içinde kaçışıyordu. Ağır yaralananlar ve ölenler her yerdeydi. Gözlerim bir an için yıkılan bir binanın altında kalan küçük bir kıza takıldı.
Ryu: "Ne? O çocuğun orada ne işi var?"
Küçük kız, enkazın altında sıkışmış ve gözleri korkuyla doluydu. Bir an duraksadım, ama sonra hızla ona doğru koşmaya başladım. Kalbim hızla çarpıyordu ve adrenalin vücuduma yayıldı.
Ryu: "Dayan! Seni oradan çıkaracağım!"
Kızı yakaladığım anda molozların üzerimize düştüğünü fark ettim. "EĞİL KAFANI!" diye bağırdım kıza. Etraf toz duman oldu ve başım kanamaya başladı. Bugün daha da aksiyonlu geçemez miydi? Kafamı eğdiğimde küçük kızın başına bir şey gelmediğini görünce içim rahatladı. "Tamam, şimdi dikkatlice buradan çıkacağız," dedim.
Neyse ki büyük parçalar üzerimize düşmedi. "Hey, bana iyice tutun tamam mı?" Zavallı şey, yaşadığı korkudan cevap bile veremiyordu.
Molozları itekledikten sonra ışığı görebildim. "Sonunda! Hey çocuk, çıkıyoruz sonunda." Sonunda o kız çocuğuyla dışarı çıkabildik.
Patlamaların sesleri daha da yakından gelmeye başladı. Molozların altından çıktıktan sonra kızı buradan uzaklaşmasını söyleyip bıraktım. Ancak aniden, dumanlar arasında iki figürün belirdiğini fark ettim.
Biri uzun boylu, kas yığını ve elinde balta tutan bir adamdı. Diğeri ise mor saçlarıyla elinde hançer tutan bir kadındı.
"Şunlara baksana, nasıl da sıçan gibi kaçıyorlar."
"Hepsi de işe yaramaz sıçanlardan farkı yok. Ritüel için daha kaç kişi öldüreceğiz, Hye-jin?"
Hye-jin: "Daha çok gerekiyor ama önce şu rehineleri öldürelim, ne dersin? Hehe."
Hye-jin, kafasını döndürüp tozlar içinde olan Ryu’yu fark etti.
Hye-jin: "Hm? Oh! Hey Hyun, baksana o velet saldırılarında hayatta kalmış, o kadar mı güçsüzleştin lan? Hahahahaha!"
Jung-Hyun, kaşlarını çatarak sinirli bir şekilde cevap verdi: "Kapa çeneni be."
"Bütün bunlara sebep olanlar bunlar mıydı? Bu savunucular nerede kaldı? Onlar gelene kadar kaçmam lazım."
Hemen bir fırsat kollayıp kaçmam lazımdı savunucular gelene kadar, ancak tam o sırada arkamda yüksek bir ses duydum. "LAN RAHAT DUR BE!" Çok tanıdık bir sesti. Bağırışın geldiği yere doğru hafifçe baktım ve beklemediğim bir manzara gördüm.
Hye-jin: "Rahat dur be kadın!"
Seung Haru: "Çek ellerini üzerimden!"
Gözlerime inanamadım. Kendi kendime, "Neler oluyor... neden o orada, onların elinde?" dedim.
Şu an karşımda hiç hayal edemeyeceğim bir manzara vardı.
Ryu: "ANNE!!"
Seung Haru, gözyaşları içinde oğluna seslendi. "RYU?!"
Patlamaların yankılandığı kaotik sokaklarda, kalbim annemin sesini duyduğunda neredeyse duracak gibi oldu. Gözlerim, Hye-jin ve Jung-Hyun'un ellerinde esir olan anneme odaklandı. Yüzünde korku ve endişe izleri taşıyan annem, zihnimde yankılanan acı dolu ses tonuyla bağırıyordu. İleriye doğru bir adım attım, ama ne yapacağımı bilmiyordum.
Jung-Hyun, Seung Haru'yu sertçe bir kenara itip Ryu'ya doğru tehditkâr bir şekilde yürüdü. "Hey velet, onun canını endişeleneceğine kendi canını endişelenmen gerekmez mi? O küçük aklınla bunu bile düşünemiyor musun?"
Bu herifte ne böyle? Boyu neredeyse benim iki katım lan.
Baltasını kaldırarak tehditkâr bir şekilde gülümsedi Jung-Hyun.
Siktiğimin hapishane kaçağı, annemi rehin alıyorsun üstüne de sırıtıyor musun bana! "Annemi bırakın!" diye bağırdım sinirli bir şekilde. Ancak sesim titriyordu; hem korkudan hem de öfkeden.
Hye-jin, Seung Haru'yu ellerindeki hançerle tehdit ederken gülerek konuştu: "Oğlun demek, o zaman oğlunun gözleri önünde etkileyici bir şekilde öldürmem lazım değil mi, Hyun? Hahaha."
Jung-Hyun: "Bazen harbi deli oluyorsun bu konularda."
Ryu: "Orospu çocukları, annemi bırakın lan!"
Jung-Hyun aniden Ryu'yu kafasından tutup metrelerce ileriye fırlattı. "GAH!"
Aniden ne oldu böyle? Neden yerdeyim ben? Gözlerimi zorla açabiliyorum. "RYU!" O seste neydi? "RYU"... ha... doğru annemin sesiydi... siktir uyan lan! ...!!!
Gözlerimi anneme doğru baktığımda kendi kendime "Neler oluyor? Neden annemin boynundan kan gelmeye başladı?!" dedim. O kadar telaşlandım ki doğru düzgün bile düşünemiyordum.
Ryu: "HEY DUR YAPMA!!"
Annem göz yaşlarına hakim olamıyordu. Bana buradan kaçmam gerekirmiş gibi bakıyordu.
Hye-jin zevkli bir yüz ifadesiyle "Bugün anneciğine veda et," dedi ve hançerini anneme doğru sallamaya başladı.
"HAYIR YAPMA!"
(Hayır, tekrar ailemi kaybedemem, tekrar olmasına izin veremem!... Tekrar birilerinin benim yüzümden ölmesine izin veremem!!)
Ryu, o anki çaresizliğiyle tüm hayatı boyunca yaşadıkları bir an hepsi gözünün önünde geçti. O sırada neredeyse duyamadığı bir ses onunla konuştu.
Tam anlaşılamıyordu, ama bir yandan huzur verici bir sesti.
"Sonunda mührü kırabilecek kadar büyüdün demek... dört gözle seni izliyor olacağım."
Sanki bir ses duymuştum gibi; hem boğuktu ama hem de huzur verici bir sesti.
Vücudum sanki bir güç tarafından dolup taşıyor gibi hissettim. Bu histe ne böyle? Herkes böyle mi hissediyordu... buna bayıldım! Demek böyleymiş mana kalbine sahip olma hissi...
Vücudumu saran bu güç ve adrenalinle uyanır uyanmaz kendimi toparlayıp son hızla annemi öldürmeye çalışan kadına yetiştim ve elimi sıkarak gövdesine vurmaya çalıştım.
Hye-jin: "Ne? Sen ne ara-!!!"Elindeki hançerle savunmaya çalışsa bile hançer darbeye dayanamayıp kırıldı ve karşı binaya kadar fırlatıldı.
Anneme döndüm, gözlerinde endişeyle bana bakıyordu. "Anne, iyi misin?" Annem bir an duraksadı, sesi titriyordu ama yine de cevap verebildi.
Seung Haru: "Ryu... evet, iyiyim. Hadi gitm- RYU ARKANA DİKKAT ET!!!"
Annemin bağırışından sonra başımı çevirdiğim anda Jung Hyun’un sert darbesiyle yüz yüze geldim. Yüzüme inen yumruk, beni karşı binanın dükkanına kadar fırlattı. Annemin çığlığı kulaklarımda yankılanıyordu: "RYUU!!"
Jung Hyun, Ryu’yu fırlattıktan sonra öfkeyle bağırdı: "Seni küçük piç, planımızı bozmaya çalışma!" Ryu, yerde kanlar içinde kıvranırken acıyla bağırdı: "GAH!"
İçindeki ses, zihnini ele geçirmişti: (Siktir, siktir, yine oluyor. Yine o siktiğimin ezilme duygusunu hissediyorum.)
Jung Hyun, Hye-jin’e seslendi: "Tch, lanet olsun. HEY! HYE-JİN! İyi misin?" Hye-jin, yaralı haliyle güçlükle cevap verdi: "Siktir, nereden çıktı o velet, aniden ışınlandı." Jung Hyun, kafası karışmış bir şekilde düşündü: "Ama fark ettiysen onda hiç mana hissetmedim. Hatta ilk saldırdığımızda da bayağı kötü yaralanmıştı." Hye-jin’in kafasında bir soru belirdi: (Ne! şimdi düşününce tek bir damla mana bile hissetmedim. Bu velet ise tahminen 16-17 yaşlarında olması lazım... o zaman o uyanmamış biriydi, nasıl olabilir 17 yaşına gelmesine rağmen nasıl uyanış geçirdi bu velet?)
Hye-jin, etrafına bakındı.
"Hey, o velet nerede?"
Jung Hyun, parmağıyla işaret etti: "Bak, işte orada acınası bir şekilde yatıyor."
Hye-jin, hala emin olamıyordu: "Yatıyor mu? Emin misin?"
Jung Hyun’un kafası karıştı: "Evet? Bak işte orada yatı- !!! NE!" Gözlerine inanamadı. Az önce neredeyse tüm gücüyle vurduğu çocuk, kanlar içinde olmasına rağmen hala ayağa kalkıyordu.
Jung Hyun, şok içinde: "Neler oluyor lan? Senin hareket etmemen lazımdı. Nasıl oluyor da hala hareket edebiliyorsun?" diye bağırdı.
Seung Haru, endişeyle: "Ryu..." dedi.
Ryu gözü dönmüş bir şekilde iç sesiyle: (Küçüklüğümden beri hep zorbalandım, dışlandım, hor görüldüm... İnsanlar, bir uyanmamış olduğum için istedikleri her şeyi yaptılar. Kendime sürekli şu soruyu sordum: neden... neden, neden, neden, neden, neden, NEDEN HEP EZİLEN BEN OLUYORUM!! Artık elime bir şans geçti ve bu şansı elimden almayacaksınız lan! Önümde kim olursa olsun, bana engel olan herkesi yok edeceğim!!)
Jung Hyun ve Hye-jin, Ryu’nun yeniden ayağa kalktığını gördüklerinde hayatlarında ilk defa gerçek bir ölüm korkusu yaşadılar.
Geçmişten beri Jung Hyun ve Hye-jin birlikte çalışmışlardı, sayısız canavarı ve insanı öldürmüşlerdi. Ölümle burun buruna gelseler bile hiç bir zaman ölüm korkusunu yaşamamışlardı, karşılarında Jonathan Grey olmasına rağmen.
Ama bu ikisi sadece kendilerinden yaşça küçük bu gençten ölüm korkusunu hissetmişlerdi.
Hye-jin (iç sesi): N'oluyor lan, bu his ne böyle... vücudum sanki buradan derhal kaçmam gerektiğini söylüyor.
Ryu yavaş adımlarla ilerlemeye başlar. Her adımında Jung Hyun'un ve Hye-jin'in ölüm korkusu daha çok büyüyordu.
Jung Hyun aniden atılıp "Tch, bize engel olma, sen piç!" diye bağırdı.
Siktir, hareket edemiyorum. Şans eseri zaten ayaktayım. Üzgünüm anne, seni koruyamadığım için...
...
Ne? Daha ulaşmadı mı saldırısı?
Gözlerimi açtığımda o kas yığınlı herifin yere yapışmış bir şekilde gördüm.
Ryu: "Ne! Aniden ne oldu böyle?"
"Hey! İyi misin evlat?"Kafamı çevirdiğimde gözlerime inanamadım.
"İyi misin?" Bu, savunuculardan S seviyeli uyanmış Park Jinwoo.
BÖLÜM NOTU
Yorumlarınız bekliyom
Uyanışı geçirdik madem şimdi intikam vakti o zorba piçi ve öğretmenleri öldürelim
Karakterlerin çizimlerini görebilseydim keşke diyorum :)