Nerede olduğumu bilmiyorum. Etraf karanlıktı ve pis kokuyordu. Hatta o kadar kötü kokuyordu ki sanki burnumun direği kırılacaktı. Ellerim bağlıydı, aynı şekilde bacaklarımda. Gözlerimde kapalıydı. Korkuyordum, uzun zaman sonra ilk defa bu kadar korkuyordum. Güçlükle kendimi kaldırdım ve oturur pozisyona geçtim. “Theron? Theron… nerdesin?” Onun adını sayıkladım, belki o da buradaydı ama hiçbir şey göremiyordum.

Hiçbir ses yoktu. Hissettiğim tek şey hafifçe sallanıyor olmamdı, sanki… sanki okyanusta ya da limandaydık. Evet, bir gemide olmalıyım. Bağırdım. “Kimse yok mu?! Hey! Kurtarın beni! Kimse yok mu?!” Bir kapı açılma sesi duydum, gıcırdamaydı. Ardından basamak sesleri geldi. “Ya zhe govoril vam ne klast’ yego syuda, v etot trjum! Zdes’ trupy, vy chto, oslepli?!” (Onu ambara koymayın demiştim size! Burada cesetler var, kör müsünüz?!) Rusça konuşuyorlardı, hiçbir şey anlamıyordum ama kaba ve kalın sesli birisiydi. Çok büyük olmalıydı.

Sanırım… bu adam… Vladimir’di.

Adım seslerinden yanıma yaklaştığını duydum. O sırada bir ampül cızırtısı geldi. Demek ki karanlık bir yerdeydim, ne önemi var? Zaten gözlerim kapalı.

Tüylerim ürperdi, elini yüzüme yakın hissettim. Çaresizdim, her yerim bağlıydı. Parmaklarıyla gözümdeki kumaşı tuttu ve çekti. Işık gözümü yaktı, biraz kırpıştırdım. Sonunda başımı kaldırdığımda karşımda onu gördüm. Dev gibiydi, belki bir doksan, doksan beş vardı. Kocaman omuzlarının üzerinde kahverengi bir kürk vardı. Dizlerine kadar iniyordu, ince belini siyah bir atlet sarmıştı. Ellerinde deri ve siyah eldivenler vardı.

Gözleri… gözleri masmaviydi. Korku ve dehşet saçıyorlardı resmen. Siyah saçları aynı… aynı Wayne’nin babası gibi kısa, keskin ve düzenliydi. Kulağının hizasından, dudağının kenarına kadar gelen bir dikiş izi vardı. Eskiydi.

“Nu-nu-nu, slavnishka Aidan…” (Vay, vay, vay, meşhur Aidan…) “Pek de yakışıklısın, ha? Theron’un sana neden bu kadar bağlı olduğu belli.” Yukarıdan bakması ve konuşma tarzı insanı aşağılıyordu, yüzünden hiç düşmeyen pişkin gülümsemesi ise gözleri gibi insanı korkutuyordu. Eğildi. O sırada belinde bir tabancası olduğunu gördüm. Yutkundum. “Seni korkutuyor muyum? Ah, özür dilerim… Tochno…” (doğru…) “…burada ki koku seni rahatsız etmiş olmalı, birkaç arkadaş seninle birlikteydi de.” Hafifçe çekilerek arkayı işaret etti. Naylonlarla üstü kapatılmış iki tane ceset vardı. Midem bulandı, kusmuğum ağzıma geldi. Bu koku… cesetlere aitti. Ve ben saatlerce onlarla birlikteydim…

“N—ne istiyorsun? Ne… neden beni kaçırdın?!” Bana geri döndü ve gülümsedi. Başını yana eğdi, bir tutam saçı alnına düştü. “Theron’u korkutmak için. Eminim şu an ödü bokuna karışmıştır.” Onun suratına tükürdüğümde tıslayarak eliyle sildi. “Eminim seni bulduğunda öldürecektir!”

“Emin olma yakışıklı… benim başka planlarım var.” Dirseğini dizine yasladı ve elini yanağına koydu. “Ben ona, yerini söylemediğim sürece seni asla bulamaz. Beni o basit adamlardan mı zannettin, ha?” Ne kadar hiç korkmuyormuş gibi davransam bile kalbim deli gibi atıyordu. Bana bir şey yapacağından ürküyordum, bana bir şey yapacaktı, eminim. “Merak ediyorum...” Belinden bir bıçak çıkardı ve tişörtümün altına geçirdi. Buz gibi metal derime temas ettiğinde irkildim. Kalbim daha da şiddetlendi. Yutkundum. Hafifçe tişörtümü bıçak yardımıyla kaldırdı. “…karnındaki yara izi gerçekten de o kadar büyük mü?” Göğsüme kadar kaldırdı. Gözleri genişledi.

“Doğruymuş…” Sırıttı, gözleri parıldıyordu. “…gerçekten de bir yarık izi. Harika… Aidan, Aidan… ne kadar da büyük bir yaşama arzun var. Kim öyle bir kazadan kurtulabilirdi ki? Ya da… bileklerini jiletle kesmekten?” Hareket edemiyordum korkudan, istesemde edemezdim zaten. “Yani demek istediğim, Wayne denen zavallı arkadaşın bile kurtulamamış. Gerçekten de yaşamak istiyorsun.”

“OROSPU ÇOCUĞU! ONUN ADINI SAKIN BİR DAHA AĞZINA ALMA! SENİ ÖLDÜRÜRÜM!” Kıkırdadı, bana yapmak istediği tam olarak buydu; beni çıldırtmak. “Gerçekten harika bir parçasın.” Bıçağı çekti ve çeneme yasladı. “Şimdi de yaşamak istiyor musun? Hayatın için yalvarır mısın? Arkadaşının yanına gitmek istediğin o çok özel fırsat karşında, neyi seçeceksin?” Yutkundum. Dalga mı geçiyordu benimle? “Seni burada bıçaklarsam gene hayatta kalır mısın?” İğrenç ve korkutucu bir adamdı. İnsanın midesini bulandırıyordu. Bana rahatsız edici bir şekilde o kadar yakındı ki baharatlı kokusu, cesetlerin kokusunu bastırıyordu. “Hm?”

Yutkundum. Gerçekten o fırsatı yakalamış mıydım? Wayne’nin yanına gitme şansım var, neyi seçeceğim? Yaşamak istiyor muyum? Yaşayıp burada bu işkenceleri mi çekeceğim? O da söyledi, Theron’a haber vermeden beni asla bulamazlar. “Bir daha bu soruyu sormam, iyi karar vermelisin. Ölmek mi, yaşamak mı?” Ne zaman ona haber verecek? Verene kadar bana neler yapacak?

Ölmek istiyorum.

Hayır. Yaşamak istiyorum. Theron’dan ayrılmak istemiyorum, benim için yaptığı onca şeye böyle karşılık veremem. Onu bir başına bırakamam.

Başımı sallayarak onayladım. “Chto?” (Ne?) “Yaşamak… yaşamak istiyorum. Theron benden vazgeçmeyecek… beni bulacak ve seni… seni gebertecek.” Sırıttım. Dişlerini sıktı, yüzü âdeta hırlayan bir köpek gibi kasıldı. “Sen bilirsin, günah benden gitti.” Başıyla merdivenlerde bekleyen adamlara işaret etti. Rusça bir şeyler konuştular, sonra aralarından birisi bir iğne çıkarıp ucunu cam şişeye soktu. “O—o ne?…”

“Korkma… kendini biraz iyi hisset diye.” Gülümsedi. Şırınganın yarısı dolduğunda bir diğer cam şişeye soktu, şırınga tam olarak doluydu artık. “Ne—ne yapacaksınız bana? Bana ne yapacaksın?!” Kıkırdadı ve yüz ifadesi yumuşadı. “Ne bois’sya, da ne boi’sya…” (Korkma, korkma…”

Beni diğer iki adam sıkıca tuttuğunda Vladimir ayağa kalkarak geriye çekildi. “Yapmayın! Lütfen… lütfen yapmayın!” Ne olduğunu bilmiyordum… bana karıştırılmış iki farklı ilaç vereceklerdi… Hareket edemiyordum, beni güçlükle tutuyorlardı. Şırıngalı adam yavaşça iğneyi baldırıma soktu. “Hayır… lütfen…” Panik her yerimi sardı. İlaç yavaş yavaş kanıma giriyordu, hissedebiliyordum. “N—nolur… yapmayın…” Ağlayacak gibi oldum, çaresizdim; panik her yerimi sarmıştı.

Birkaç saniye içinde başım dönmeye başladı, midem inanılmaz bir şekilde bulanıyordu. Kokuyla birlikte dayanamayarak yere kustum. Ama midem hâlâ bulanıyordu. “Iyyy, Aidan… gerçekten çok ayıp, tch, tch, tch.” Kaslarım gevşiyordu, nefesimi bile doğru düzgün toparlayamıyordum. Sanki boğulmaktan kurtulmuş hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.

Onlara rusça bir emir verdi. Ellerimdeki ve ayaklarımdaki bantları kestiler. Kalkıp onları dövmek istedim ama… bunu yapacak gücüm yoktu. Ayaklarımda ki kaslar tamamen gevşemişti. Vücudum tir tir titriyordu. Gözlerim bile karıncalanıp kararıyordu.

Bir şeyler konuşuyorlardı… ama duyamıyordum. Odaklanamıyordum. Nefesim daha da karmaşıklaştı. Ağzımı açıp başımı kaldırdım, güçlükle nefesimi kontrol altına almayı denedim ama… yapamıyordum. Nefes almayı denerken sanki birisi ciğerlerimi sıkıyordu, hava ciğerlerime dolmuyordu! Her denediğimde hırıltılar çıkıyordu boğazımdan. Öleceğim! Öleceğim… siktir, siktir, gerçekten öleceğim! Tanrım, hayır… hayır, olmaz. Ölmek istemiyorum!

Başım dönmeye devam ediyordu, gözlerim kararıyordu, midem bulanıyordu… sesler boğuktu… kaslarım yok gibiydi. Vücudum durmaksızın titriyordu ve dengesizdim; nefes alamıyordum. Ağlıyordum, korkuyorum. “T—theron…” Ne yapacağım? Ölüyorum… ne yapacağım? Tanrım, lütfen… hayır… böyle olmaz.

Dayanamadım. Kaslarım tamamen gevşedi, ellerimin üstüne düştüğümde gördüğüm tek şey pis ve bulanık olan yerdi. Konuşamıyordum bile. Nefesim yavaşlarken yüzümün üstüne düştüm. Yanağımı yere yaslayıp cesetlerle karşı karşıyayken gözlerim kapanıyordu. Şuurum tamamen kapandı.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu