Günlerdir Aidan’a ulaşamıyorduk. Vladimir’den bir haber yoktu. Şehirdeki her yere baktık. Ülke dışına kaçırmış olabileceğinin olasılığını düşündük ama kırmızı bülten ile aranan bir suçlunun ülke dışına çıkması mümkün olmaz dedik. Tabii eğer illegal yollardan kaçmadıysa. Buna karşıda önlemimizi aldık, Vladimir ülkeden Aidan ile ancak okyanus üzerinden kaçabilir. Polisler limanları araştırırken bizim adamlarımızda orada nöbet tutmayı eksik etmiyordu.

Ama Vladimir gibi bir şerefsiz her şeyi en detayına kadar planlamış olmalıydı. Dünyada ki en korkunç şeylerden birisi de intikam ateşi ile yanıp biten birisidir. Ne yapacağını bilmiyorum ve çaresizim. Ne yapıp ne etsem Aidan’ı bir türlü bulamıyorum. Her gün dışarıya çıkıp her yerde onu arıyorum. Hiçbir yer de yok. Tahminimce Vladimir sabit durmuyordu, sürekli, belki saat, belki gün aralıklarıyla yerini değiştirip duruyordu. Çünkü aksini yaparsa benimde onu ne kadar basit bulacağımdan haberi var.

Evde otururken telefondan bir haber gelmesini bekliyordum, günlerdir sinirlerim çok bozuktu. Önüme kim çıksa sanki öldürebilirdim. Evimiz, en önemlisi hayatım çok sessiz. Aidan ne yapıyor, ne içiyor, hiçbir haberim yok… Ona ne yapıyorlar… bilmiyorum. Korkuyorum, acı çekmemesini umuyorum ama gittiğinden beri içimde iğrenç bir his var. Sanki… sanki ona zarar veriyorlarda ben her bir hasarını vücudumda hissedebiliyordum.

Ona yemek veriyorlar mı acaba? Uyuyabiliyor mu? Karanlık bir yerde cesetlerle birlikte mi? Korkuyor mu? Korkuyor olmalı… hem de çok korkuyor olmalı. Onu bulacağıma inanıyor mu ki? Asıl… asıl ben onu bulabilecek miyim? Ya eğer bulduğum da ya da Vladimir bir haber gönderdiğinde çoktan ölmüş olursa? Tanrım… yerlerimizi değiştirsen ne olur? Neden benim yaptıklarımın bedelini o ödemek zorunda? Aidan’a zarar vermeyeceğim ama seni öldüreceğim dese kabul ederim, neden bu kadar dramatize etti?…

“Hey—“ Hızla Alice’nin elini ittirdim. “İyi misin? Betin benzin atmış.” Yine başım dönüyor ve gözlerim kararıyordu. Kalbim hiç durmaksızın çarpıyordu, ellerim, ayaklarım titriyordu. “Sence iyi miyim? Aidan yok.” Ne yapacağım?.. Ne yapacağım… Ayak uçlarıma kadar karıncalanıyordu her yerim. Korku ve endişe her yerimi sarıyordu. “Senin burada ne işin var ayrıca? Gelmemeni söylemiştim, kimseyi istemiyorum.”

“Yemek yemiyorsun, uyumuyorsun, kendine bile bakmıyorsun. Abimi ölüme mi terk edeyim?” Kaşlarımı çattım. Ondan nedense iğrendim. Biricik kardeşimden iğrendim. Sanırım babamın değdiği her şey midemi bulandırıyor. “Şimdi mi abin olduğum aklına geldi? Hastane koridorlarında bana dediklerini ne çabuk unuttun. Bak ne güzel, baban iyi ki bu hâlde değilde abin bu hâlde.”

“Ben onları demek—“ Onu kolundan tutup kaldırdım ve kapıya sürükledim. “Siktir git Alice, istemiyorum seni burada.” Elimi indirdi ve beni ittirdi. “Kafayı mı yedin sen?! Bana nasıl davrandığına bak!”

“Evet yedim lan, kafayı yedim! Sana daha iyi davranıyorken kaybol burdan! Umrumda değilsin, siktir git diyorum lan!” Yüzü seğirdi, gözleri doldu. “İğrençsin. Babamın anneme olan davranışlarından dolayı onu yargılıyorsun ama seninde ondan bir farkın yok. En azından babam değişmiş sen hâlâ aynı pisliksin. Asla değişmezsin.” Sanki beynime kan sıçradı, gözüm dönmüştü. Seninde ondan farkın yok. “Bir bok olmaz senden, aptal illegal işlerine devam ettiğin sürece sevdiğin tüm herkes böyle hayatından siktir olup gider işte!”

Yumruklarımı sıktım, gözüm kararıyordu. “Çık.” Onu ittirdim. “Siktir git evimden, bir daha gözüme görünme. Nankör orospu.” Alice’yi tekrar ittirdim, göz yaşlarını silerek kapıyı açtı. Kapının önünde babası vardı. Tek kelime etme, tek kelime etme, içimdekini tutacak gücüm yok. “Alice, neden ağlıyorsun?”

Göğüsüm öfkeyle kalkıp iniyordu. Burnumdan soluyordum. Yumruklarımı sıkmaktan avuçlarım kanayacaktı. “Boşver baba, gidelim.” Sus, Theron, sus. “Sana bir şey mi yaptı? Vurdu mu?” Nasıl… nasıl ona vurduğumu düşünür? “Kendine mi benzettin beni? Alice’ye vuracağımı mı düşünüyorsun? Anneme vurduğun gibi, hasta haliyle, ha?”

“Benim kanımdan değil misin? Neden yapmayasın?” Hızla onun üstüne yürüdüm ve yakasını tutarak apartman koridorunun duvarına yasladım. Yumruğumu havaya kaldırdığımda kendimi tutmayı becerdim. “Seni affetmeyi deniyorum, birisi için sadece… seni affetmeyi deniyorum ama sen her şeyi daha da zorlaştırıyorsun. Sana baktıkça midem bulanıyor, bir türlü affedemiyorum. Gelip bana böyle şeyler söylüyorsun…” Yakasını sallayarak onun sırtını duvara çarptım. “…nasıl seni affedebilirim? Bir kere bile bu kızın hariç beni önemsedin mi lan? Ya da annemi. Ona verdiğin sevgi ve ilgiyle vicdanını rahatlatacağını mı zannediyorsun? Yaptıklarından aklanacağını mı sanıyorsun?”

“Theron—“

“Bir kere gelip benden adam akıllı özür dilemeye çalıştın mı? Seni affedeyim diye hiçbir şey yapmadın! Çünkü senin niyetin sadece evlatlarından yararlanmak!” Bir elini omzuma koydu. Yumuşadı. “Oğlum—“ Suratına bir yumruk attım. “Kes sesini, bana öyle seslenme! Senden ve sana benzediğim için kendimden nefret ediyorum.” Onun yakasını bırakıp geriye çekildim. Alice onu tuttu, yanağı çoktan kızarmıştı bile. “Şimdi gelipte… yıllar sonra çıka gelipte bize iyi baba numarası yapma. Onu kandırabilirsin ama beni değil. Sen hiçbir zaman ne iyi bir eş, ne iyi bir adam, ne de iyi bir baba olabildin. Hiçbir zaman olamazsın.”

“Asla affetmeyeceğim seni. Bir daha… bir daha karşıma çıkma.” Soluklanırken Alice’yi işaret ettim. “Sende öyle küçük hanım. Belki o zaman kıymetimi anlarsın.” Babası uzaklaşırken Alice öfkeyle bana bakıyordu. Eve girmek üzereyken beni durdurdu. “Senden nefret ediyorum.” Omzumun üzerinden ona baktım. “Senden nefret ediyorum!” Gözleri dolduğunda bağırmaya başladı. “Tek istediğim şey yıkılmış ailemizi tekrardan bir araya getirmekti! Yeniden ailem olsun istiyordum!”

“Kusura bakma, senin aptal isteklerin için anneme saygısızlık edemem. Benim ailem oydu, benim ailemi yıkmış adamla tekrar bir aile kurmam. Bir daha gözüme görünme. Madem benden bu kadar nefret ediyorsun, öldüğümde bile…” Ona döndüm ve kaşlarımı çattım. “…sakın ne mezarıma, ne de cenazeme gel.”

Sızlandı, göz yaşları yanaklarından akıp gitti. Arkamı dönüp eve girdim ve kapıyı kapattım. Ellerimle yüzümü ovalarken yere oturdum ve sırtımı kapıya yasladım. “Sikeyim…”

“İğrençsin. Babamın anneme olan davranışlarından dolayı onu yargılıyorsun ama seninde ondan bir farkın yok. En azından babam değişmiş sen hâlâ aynı pisliksin. Asla değişmezsin.” Doğru ya, ben aslında gerçekte böyleydim. Beni değiştiren şey Aidan’dı. Onun sayesinde daha iyi birisiyim. Babamdan hiçbir farkım yok, haklıydı, orada Alice’ye vurup çok pişman olabilirdim. Ne de olsa onun kanındanım, onu kabul etmeyebilirim ama bunu reddedemem. O adamdan bende bir parça var ve bundan nefret ediyorum.

Ne yapacağım? Aidan olmadan hayatım bok gibi, her şey rayından çıkıyor. İnsanlığımı bile kaybediyormuş gibi hissediyorum. Aidan olmadan önce nasıl yaşıyordum ki? Hatırlamıyorum… ondan öncesi aklımda hiç yok.

Ne yapacağım? Aklımı kaçırıyorum. Tanrım… lütfen yardım et. Lütfen… ufacık bir ipucu, ne olur ya.

Sehpanın üstündeki telefon çaldığında hızla yerden fırladım ve hemen yanına giderek açtım. “Xavier.” Sesinde bir heyecan vardı, uzun zaman sonra ilk defa umutlu bir şey söyleyecekti sanki. “Theron, birini yakaladık. Vladimir’in adamı olabilir. Acil mekâna gelmelisin.” Kalbim heyecandan çarptı, elim ayağıma dolaştı. “Nasıl? Kimi buldunuz?!”

“Bilmiyorum, konuşmuyor ama belki sen yapabilirsin. Geldiğinde tüm detayları anlatacağım.” Hızla telefonu kapattım ve olabildiğince çabuk hazırlandım. Kaskla anahtarı alıp evden ayrıldım ve motora indim.

Uzun zaman sonra ilk defa bir şey yakalamıştık. Belki de Aidan’a yaklaşabilirdim, belki onu çok geç olmadan bulabilirdim.




user

Nankör peynir alice:) bencil peynir

Novebo discord sunucusu