Hastaneden taburcu oldum. Birkaç gün geçti, ailemi çok zor bir şekilde toprağa verdim. Hiçbir arkadaşım gelmedi, sadece ailemin yakınları; abimin arkadaşları geldi.
Anne ve babamdan kalan miras reşit olmadığım için yattı, reşit olduğum zaman benim olacaktı. Şu an hiç kimse dokunamıyor.
Ev ise duruyor, hatta babaannem orada yaşamamızı teklif etti ama ben oraya döndüğümde yapamadım. Her yer tatile gitmeden önce annemin bıraktığı düzendeydi.
Evin o kokusu bana onları hatırlatıyordu ancak onlar olmadığı için bu koku bana ağır geliyor.
Her şey ağır gelmeye başladı. Yürümek, nefes almak, konuşmak, göz kırpmak, elimi kaldırıp indirmek. Yemek yemek ve su içmek, hiçbir şey boğazımdan geçmiyor. Babaannem üzüldüğü için biraz atıştırıyorum.
Öfke duyabileceğim hiçbir şey yok. İçim bomboş, sadece büyük bir kedere sahibim. Abime mi kızmalıyım? O gün bize ölmemizi söylediği için kızmalı mıyım? Benim hayatımı kurtardığı için kızmalı mıyım?
Hayır, bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek Aidan.
Babaannemin ufak evine geldik. Karanlıktı ve ahşaptandı. Yerler gıcırdıyordu ama her yer çok temizdi.
Kıyafetlerimin olduğu bavulu taşırken babaanneme yardım ettim. Yaşlı haliyle yorulsun istemedim ama benimde karnım çok ağrıyordu, dikişlerim sanki patlayacaktı.
Babaannem de bundan korkarak yardım etmeye çalıştı ama inat ederek izin vermedim.
İki bavuluda kapının yanına koydum, kalacağım oda yukarıdaydı; bu yüzden biraz dinlenip daha sonra çıkaracaktım.
Salona gidip koltuğa uzandım. Karnımdaki dikişe elimi koydum ve acıyla biraz sızlandım. Gözlerimin üzerine kollarımı koydum. “Acıktın mı oğlum? Sana yemek hazırlayayım.”
“Hayır… teşekkürler babaanne. Dinlen sende hadi, hastanede hiç uyumadın.”
Sonra gözlerim sulandı, vücudum titredi ve boğazımdaki yumrularla birlikte hıçkırarak sessizce ağlamaya başladım.
Sırtımdaki bu yükü kaldırıp kaldıramayacağımı düşünemiyorum. Ağrılarım ve acılarım var, dinmeyecek bir özleme sahibim.
Babaannem yanıma gelip suratımdan kolumu çekti. Yüzümden saçlarımı ittirdi ve alnımı öptü. Hiçbir şey demedi ama onunda acı çektiğini biliyorum.
Gelinini ve torununu kaybetti, en önemlisi bir tanecik oğlunu kaybetti. Babaannem ile sadece birbirimize sahip olduğumuzu anladım.
Başka kimsemiz yoktu, belkide buna da şükretmeliyim. En azından Tanrı, babaannemi benden almadı. Ama almayacağı ne malum?
“Git de odanda biraz dinlen, koltuk sert gelir. Hadi.” Kalkmama yardımcı oldu. Karnımdaki ağrıya dayanamayıp babaannemden doktorun yazdığı ağrı kesicileri vermesini istedim.
Uzattığı su ve ilacı alarak içtim. Sonra kalkarak yukarı kata çıkmaya başladım tutunarak. “Bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeterli.”
“Tamam…”
Kalacağım odayı zaten biliyordum. Merdivenleri çıkmayı bitirdim ve odama girdim. Işığı açtığımda lamba biraz yanıp söndü, aynanın karşısına geçip üstümü çıkardım.
Hastanede yaralarıma hiç bakmadım, bandajları ve sargıları hep hemşireler değiştirmişti.
Yapma sırası artık bende, bundan sonra başımın çaresine ben bakacağım.
Altımdaki eşofmanıda indirdim. Vücudumun her yerinde bandajlar ve sargılar vardı. Başımı iki yana salladım ve tüm hepsini tek tek çıkarmaya başladım.
Gövdemde, sırtımda, bacaklarımda, kollarımda, boynumda ve yüzümde bile vardı. Doktor bazılarının iz bırakacağını, bazılarının bırakmayacağımı söyledi. Çoğu sıyrıktı ama yine de kesin izi kalacak dediğim bir çok dikiş vardı.
Özellikle de karnımdaki dikiş.
Diğerlerine göre daha büyük bir bandajdı. Karnımın tam ortasındaydı. Göğsümün altından başlıyor ve karnımın altına kadar uzanıyordu.
Bandajı sökerken derimi çekiştirdiği için canımı acıtıyordu. “Ahhh, bu kadar koca bir yaradan nasıl sağ çıktım ben…”
Yara neredeyse iyileşmişti, birkaç güne dikişleri alınacaktı diğerleri gibi. O zamana kadar doktor bandajlarımı yenilemeye devam etmemi söyledi.
Fakat ben o kadar yorgundum ki aşağı kattan yeni bandajlar alacak halde değildim.
Yatağıma yattım, sadece iç çamaşırım ile. Çarşafın altına girerek boynuma kadar çektim, uyuyana kadar sızlanıp ağladım.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı