Bir ay oldu neredeyse, kendimi artık daha sağlıklı hissediyordum. Theron’da hiç hareketlilik yoktu. Birkaç hafta yoğun bakımda gözlendikten sonra onu normal odaya almışlardı. Doktorlar solunumu kendi başına yeterli olduğunu ancak zayıf kaldığını söylemişti, bu yüzden beyni oksijensiz kalmasın diye sürekli oksijen maskesi takılıydı. Nefes alış verişini rahatça görebiliyordum ancak her birinde sanki canımdan bir can gidiyordu.
Onu elimden geldiğince yalnız bırakmamaya çalışıyordum. Neden ben hariç sevdiğim herkese zarar gelmek zorunda ki? Bir gün ben ölsem kimseye bir zarar gelmeyecek. Başlı başına bir riskim, resmen katil gibi hissediyorum. Yalnız kalmak istemiyorum ama her şeyin sonunda yine aynı karanlıkta, aynı soğuklukta kendimi bir başıma buluyorum. Tanrı neden benden bu kadar nefret ediyor acaba?
Bazen sadece her şeyi geride bırakmak istiyorum. Okyanusun en sonuna kadar gidip boğulmak istiyorum. Gücüm kalmamış gibi, dayanamıyorum. Artık yapamıyorum. Sırtımdaki yük beni her geçen gün toprağa daha da yaklaştırıyordu ama bir türlü içine giremiyorum.
Yaşadığım sürece sevdiklerime zarar gelmeye devam edecek. Ama bu sefer… bu sefer gerçekten ama gerçekten bunun son olmasını istiyorum. Korkuyorum, bir gün onun yanından ayrıldığımda bir telefon ile ölüm haberini alacağım diye. Babaannemle böyle olmuştu, ya o da babaannem gibi komadan çıkmazsa? Ailem ve Wayne gibi onu soğuk toprağa vermek zorunda kalırsam? İstemiyorum, eğer o giderse bende giderim. O olmadığı sürece bu dünyada artık bir yerim yok.
“Aidan.” Yerimden sıçradım. “Hah!” Soluk soluğaydım, her uykudan kalktığımda Theron’un başına bir şey geldiğini zannediyordum. Her seferinde onun kucağına başımı yaslayarak uykuya dalıyordum, diğer şekilde bir türlü uyuyamıyordum. “Böyle uyumaktan yeterince dinlenemiyorsun, neden koltukta yatmıyorsun?” Ruby gelmişti, mekânla asıl benim ilgilenmem gerekiyordu ama Theron’u burada bırakamıyordum. Eve bile uğramıyordum çok fazla, sadece ihtiyaçlar için. “Sorun yok, böylesi daha iyi…”
“Eve gitmen gerekiyor, burada beklemen bir şeyi değiştirmiyor. Doktorlar acil durumda seni arayacaktır zaten.” Ne yani, onu burada yapayalnız mı bırakayım? Sessiz ve karanlık odada, yalnız mı kalsın? Yapamam. Onu burada bir başına bırakamam. Korkuyorum.
“Nicolas iyi mi?” Koltuğa oturdu, bana yemek getirmişti ama aç değildim, doğru düzgün yiyemiyordum zaten. “Evet, verdiği karardan pişman değil. Aksine, onu affettiğin için çok mutlu ama bir yandanda Theron’a olanların hepsini kendine yüklemeden edemiyor. Peki ya Alice? Ondan bir haber var mı?”
“Çok sık gelmiyor… utanıyor olmalı.” Alice’nin haberi ilk aldığı anı hatırlıyorum. Theron’un o hâlini görmemesi için biraz geç haber vermiştim, biraz daha iyileşmesini beklemiştim. Hastaneye hıçkırıklar ile girmişti. Hüngür hüngür ağlıyordu, onu zar zor ayakta tutabiliyordum. “Abime bunu ben yaptım! Sürekli ölmesi gerektiğini söyledim!” Ona geç haber verdiğim için bana kızmıştı. Hatta birkaç defa bana vurmuştu. Onunla küstüklerini anlattı, ben yokken apartmanda yaşanan şeyleri söyledi. Birisiyle gerçekten küs gitmek iğrenç bir histi. Pişmanlık ve vicdan azabı hiçbir zaman peşinizi bırakmıyordu. Keşke insanlar her gününü yarın yokmuşçasına, sevdikleri yarın ölecekmiş gibi davransa. O zaman her şey daha iyi olur. Çünkü kimse ertesi gün ölecek bir insana kötü davranmaz, kavga etmez, bağırmaz; kalbini kırmaz.
Birinin ilaha kıyametini anlamak için gerçektende onu kaybetmemiz gerekiyor ama keşke buna hiç ihtiyacımız olmasa. Keşke sevdiklerimizi hiç kaybetmesek.
Ruby derin bir iç çekti, söylemek istediği bir şey vardı ama sürekli yutup duruyordu. “Söyle hadi, ne var?” Boynumu esnettim ve merakla söyleyeceği şeyi bekledim. “Aslında Nicolas… onun için endişeleniyorum.” Kaşlarımı çattım. “Ne? Neden?” Ellerini önünde birleştirdi ve oynamaya başladı. Bir süre sessiz kaldı, sonra konuşmak için tüm cesaretini toplamıştı. “Vladimir’i öldürdükten sonra adamları intikam istiyor. Nicolas da suçu üstlendiği için asıl katilin o olduğunu zannediyorlar. Ailesini ikna etmek zordu ama en sonunda ülkeden ayrıldılar. İçeriye bir adam girip Nicolas’ı öldürebilir.”
“Tamam o zaman, adamlarla buluşup her şeyi benle halletmelerini söyleyeceğim.” Ruby korkuyla başını kaldırdı ve bana baktı. Hızla reddetti. “Asla, buna izin veremem.” Kaşlarımı çattım. Ruby, Nicolas’a aşıktı ama yine de bunu kabul edemiyor mu? “Bunu sana söyleme nedenim bu değildi, sadece haber vermek istedim.”
“Nicolas’a da zarar gelmesini istemem, o yüzden ben halledeceğim, merak etme.”
“Hayır! Buna izin vermeyeceğim!”
“Neden, bana öfkeli değil misin? Benim yüzümden içerde, üstelik hayati tehlikesi de var.” Başını iki yana salladı. “Öfkeli değilim, sen sadece Theron’u korumak istiyordun. Sana yaptıklarından sonra az bile yaptın, hepsini öldürebilirdin. Nicolas bu yolu kendi seçti. Üstelik… kendine zarar verecek bir şey yapmana izin veremem…” Theron’a baktı. Bende ona dönüp baktım. “…benden son isteği buydu. Seni, bana emanet etti.”
Yutkundum ve başımı yere eğdim. “Sende o yüzden aptalca bir şey yapma, mümkünse mekânda dövüşlere bile katılma. Theron’un gözü arkada kalmasın.” Derin bir nefes aldım. İkilemde kalmış gibi hissediyordum. Bir yandan Nicolas’a zarar gelmesin istiyordum, diğer bir yandan da Theron’u böyle bırakmak istemiyordum. “Aksi takdirde Nicolas’a bir zarar gelecek, böyle elimiz bağlı mı oturacağız?”
“Hayır… Nicolas’ın kaldığı hapishanede Theron’un tanıdıkları var. Onu koruyacaklarına söz verdiler, Theron’un hatırına ama… ne kadar koruyabilirler bilmiyorum… Nicolas da bir yere kadar kendisini savunabilir.”
“Ya iyi de, her şey benim suçum. Neden benim suçumu üstlenmek zorunda? Böyle kendimi kötü hissediyorum.” Ayağa kalktı ve omzumu sıvazladı. “Her şey senin suçun değil, Aidan, sen sadece sevdiğini koruyordun, tamam mı? Kendine bu kadar yüklenme, herkes kendi seçimlerinin bedelini ödüyor; Theron bile.” Başımı salladım, ona hak verdim. Zamanla bu vicdan azabı beni yavaş yavaş tüketecekti ama Theron’u yalnız bırakamam. Ya eğer bir gün onu öldürmeye gelirlerse? Çaresizdi, kendini koruyamazdı. Onu yalnız bırakmamam gerekiyor.
Korkuyorum, onu tamamen kökten kaybedeceğim diye ödüm kopuyor. Lütfen… öyle bir şey olmasın. Uyanmasını istiyorum, pahası ne olursa olsun uyansın istiyorum. Bu yalnızlığa, bu sessizliğe daha nasıl, ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Şimdiden aptalca şakalarını, sonu olmayan kahkahalarını, bir çocuk gibi her şeye şikâyetlenmesini özledim bile. Kim bilir o orada ne yapıyordur? Tek başına mıdır?.. Soğuk ve karanlıkta ürküyor mu?


Ruby adama vicdan azabı çektirteceğine kapa çeneni