“Sen Aidan olmalısın.” Panikledim, ağır gözleri hâlâ üzerimdeydi ve üstümde inanılmaz bir baskı uyguluyordu. Kaçıp kafama sıkmak istiyordum. “E—efendim… özür… özür dilerim… yemin ediyorum soygun yapmaya ya da başka bir şey yapmaya gelmedim… hemen— hemen gideceğim—“ Arkamı döndüğümde seslendi ve yutkundum. Sesi çok toktu, beyaz saçları alnına düşüyordu. Çok karizmatik bir dilfti.
“Otur.” Kafama sıkmak istiyorum! Kesinlikle kafama sıkmak istiyordum! Yavaşça ona yaklaştım ve bir sandalye çekerek masada çaprazına oturdum. “Neden gizlice giriyorsun? Geleceğini bilseydim seni kapıdan içeriye alırdım.”
“Ama— ama efendim… eğer o bunu duysaydı—“ Güldü. “Sence bu evde onun sözü mü geçer?” Yutkundum ve sessiz kaldım. Oğlunun aksine yumuşak bir adamdı. Beni dövdürtmeyecekti, kafama sıkmama gerek yoktu. “Ne için geldin?”
“…efendim… ben—“ Gülümsedi. “Sakin ol, gerilmene gerek yok.” Ellerimi sıkmaya devam ettim, beni rahatlatmaya çalıştığında şiddetle atan kalbim biraz daha rahatladı. “Wayne’nin… Wayne’nin birkaç eşyasını almak istiyordum…”
“Wayne ha? O çocuğu hâlâ unutmadın mı?” Başımı iki yana salladım. Nasıl unutabilirim ki onu? Hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak, çıktığı gün yazıklar olsun bana. “Micheal benim yanımda ona hiçbir şey yapamazdı ama Wayne gelip bana anlattığında çok kızardım. Onu uyarırdım ancak hiçbir şey yapamazdım, yine birlikte kalıyorlardı, bensiz… malum…” Bacaklarını gösteriyordu. Başımı sallayarak onayladım. “Wayne size her şeyi anlatır mıydı?”
“Tabii ki… çoğunlukla seni anlatır dururdu, hiç tanışamadık ama seni çok iyi tanıyor oldum.” Derin bir nefes aldım. “Bana her zaman senin nasıl birisi olduğunu anlatırdı. Ne kadar harika ve ne kadar güçlü olduğunu. Senin sayende mutlu olduğunu, artık yaşamanın nasıl bir his olduğunu anlatıyordu.” Yutkundum, boğazım düğümlendiğinde hafifçe sıvazladım. Dedesi gülümsedi. “Öldüğü günün evvelsi akşamı oturup sohbet ettik. Her şey çok normaldi ama daha içten konuşuyordu.”
Aslında duymak istemedim, kalkıp gitmek istedim. Onun son sözlerini duymak istemiyordum çünkü her şeyin başa saracağından korkuyordum, başladığım yolu bitiremeyeceğimden ürküyordum. Ama yine de… duymam gerekiyormuş gibi hissettim.
“Yine senden söz etti, eğer olurda bir gün karşıma çıkarsan kendini suçlamaman gerektiğini söylememi istedi.” Nefesim kesildi, bacaklarım sallandı ve başım döndü. Oturuşumu düzelttim, yerimde duramıyordum, kaslarım şiddetle gevşemiş dünyaya sığmıyordum. “Ona ne demek istediğini sordum, sadece söylüyorum, dedi. Yarın bir gün bana ne olacağını bilemem. Böyle söyledi. Neden suçlasın kendini, diye sordum, güldü; Aidan öyledir, dedi. Beni bunca zaman yaşattığını unutur, son anımda yaşatamadığı için kendini suçlar. Oysa yüzümde huzur dolu bir gülümsemeyle son nefesimi veriyor olacağım, dedi. Şüphelendim, onu uyardım ama o sadece şaka yaptığını söyledi.”
Ellerimi iyice sıkmaya başladığımda dedesi uzanarak elimi tuttu ve gülümsedi. “Senin bir suçun yoktu Aidan, gözlerine baktığımda o kadar çok şey görüyorum ki… nasıl böyle yaşıyorsun? Kendine yaptığın bu ızdıraba nasıl katlanıyorsun?” Gözlerim yaşardı, sonra dolup taştılar. Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. “O gitmeden önce bile senden bahsediyordu, sana hiçbir zaman kızgın değildi, olmadıda. Aksine sana minnettardı. Sayende Wayne huzurla öldü.” Başımı eğdim ve göz yaşlarım daha da şiddetlendi. Hıçkırıklarım arttığında saçlarımı okşadı ve başımı onun kucağına yasladım.
Babaannemi hissetmeden edemedim. Sanki saçlarımı okşayarak bir şarkı mırılanıyordu. İkiside birlikte orada çok mutlu olmalılar, deli gibi kıskanıyorum.
Burnumu çekerek başımı kaldırdım ve göz yaşlarımı sildim. “İyi misin evlat?” Başımı sallayarak onayladım. “İzninizle… odasına çıkabilir miyim?” Gülümsedi ve başını salladı. Ayağa kalktım ve teşekkür ederek merdivenleri çıkmaya başladım. Her bir adımda göğüsüm sıkılaşıyordu. Odasına çıkıp sadece birkaç eşyasını alacağım, o kadar zor olmamalı.
Odasının kapısını açtığımda derli toplu olduğunu gördüm. Ama… Wayne’nin tasarladığı şekilde değildi. Sade bir odaydı, duvarlarında posterler yoktu ya da çizgi romanları, tozlu kitapları yoktu. Babası tüm eşyalarını atmış olmalıydı.
Ya eğer…
Koşarak dolabını açtım. Hiçbir kıyafeti yoktu. “Hayır… hayır…” Çekmecelere baktım, hiçbir kıyafeti yoktu. Yıllar önce ona verdiğim ceketim bile yoktu, dolap bomboştu ve tozluydu! Wayne’ye ait hiçbir şey yoktu! “Nasıl hepsini atar şerefsiz?… Nasıl…” Gözlerim dolmaya başladığında hızla sildim. “Hiçbir kıyafeti… yok…” Dudağımı ısırıp çekiştirdim.
Odayı aramaya başladım, belki bir yerlerde unutulan bir şey olmalıydı. Ona ait her hangi bir şey. Her yeri alt üst ettim ama hiçbir şey yoktu, gerçekten bir şey yoktu. Dudaklarımı ısırdım. Yatağa kendimi bıraktım ve dizlerime dirseklerimi yaslayarak yüzüme ellerimi koydum.
Sonra hizmetçi içeri girdi. Genç olan değildi, bir diğeriydi. Daha büyük, orta yaşlı bir kadındı. “Bay Aidan…” Başımı kaldırıp ona baktım. “Bay Armstrong bunu size vermemi istedi.” Wayne’nin dedesinden bahsediyordu. Elinde askeri yeşil renginde olan ceketim vardı, eski ve kirli olan. Yıllar önce denizden kurtardığım Wayne’nin omuzlarına attığım abimin ceketi. Hızla yerimden fırladım ve elimden aldım. “Şükürler olsun!!”
Göz yaşlarım seller gibi akmaya başladığında yatağa oturdum ve ceketi yüzüme yaslayarak Wayne’nin kokusunu içime çektim. Bir senedir o kadar özlemiştim ki saatlerce ağlayabilirdim. Sanki yanımdaydı, ne kadar özlediğimi ceketi kokladığımda fark ettim. “Bay Armstrong kokusu gitmesin diye hep katlı tutmamı ve özenle saklamamı söyledi, bir gün geleceğinizi biliyordu ve Wayne’nin bunu size vermesini istediğini söyledi.” Hıçkırarak ağlamaya devam ederken gülümsedim. “Teşekkür— teşekkür ederim…”
Odadan çıktığında ceketi açıp baktım, daha sonra boynumdaki kolyeyi tutarak sıvazladım. “İkinizide çok özledim… yalnız kalmaktan nefret ediyorum.” Cekete sımsıkı sarıldım, tam o sırada aşağıdan birkaç ses duydum. Kaşlarımı çattım ve burnumu çekerek göz yaşlarımı sildim. Bağırış çağırış vardı. Ceketi üstüme giydim ve koridora çıktım. Merdivenlerin tepesinden, aşağıdaki Theron’u gördüm, polisler onu zorla tutuyordu. Adımı haykırıyordu. “Ahhh… Theron…”
Gözlerimi devirerek merdivenlerden indim. Wayne’nin dedesi bana döndü. “Onu tanıyor musun?” Maalesef. Başımı sallayarak onayladığımda onu bırakmalarını söyledi, polisler itaat ederek Theron’u bıraktı ve benim üstüme koştu. “Bir şeyin var mı? İyi misin? Neden ağladın?” Suratımı, kollarımı ve vücudumun her yerini telaşla kontrol etmeye başladı. “İyiyim, ne olmuş olabilir?”
“Yarım saattir yoksun, merak ettim.”
“On beş dakika bile olmamıştır…”
“Önemli mi? Ya o herif burda olsaydı?”
“İyiyim ya işte, gidelim hadi.” Başını salladı ve onayladı, polislere dik dik bakarak ilerlemeye başladı. Wayne’nin dedesinin önünde durdum. “Tekrardan teşekkür ederim efendim, iyi ki karışılaştık.” Elimi tuttu ve gülümseyerek sıvazladı. “Sen yeter ki sana anlattıklarımı unutma, olur mu? Kendine dikkat et.” Onayladım ve tekrardan teşekkür ederek vedalaştım. Theron’un peşinden koştum.
“Ceketin yeni herhalde.” Bana baktı. Ceketime bakarak hafifçe silkeledim. “Öyle. Tek bu kalmış, her şeyi atmışlar.” Gülümsedi. “Şanslısın. Anısı var gibi duruyor.” Başımı sallayarak onayladım.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı