Wayne, baban hâlâ içeride. Sen öleli nerdeyse bir buçuk yıl oldu, artık Heather ile hiç görüşmüyoruz. Mezarını ziyarete gittiğimde uzaktan bazen onu görüyorum, yanına gitmek istiyorum ama yapmıyorum. Çünkü en iyisinin bu olduğunu düşünüyorum, sencede en iyisi bu değil mi? Benim gibi bir insan onun etrafında olmamalı, ikimiz çok ayrı insanlarız. Ayrıca beni değil, eski hâlimi seviyor.
Artık yavaş yavaş uyumaya başladım, bazen düşüncelerim kafamdan gitmiyor. Geceleri beni boğuyor, karabasan gibi çöküyorlar üstüme. Antidepresan kullanmaya devam ediyorum, Alina bırakmam gerektiğini söyledi ancak düşüncelerimi sadece antidepresan dindirebiliyor.
Seni hâlâ deli gibi özlüyorum, bir gün karşıma çıkacakmışsın gibi hayal kuruyorum. Çıkıp gittin hayatımdan, bir anda yolda karşılaşsak beni tanır mısın? Eskisi gibi değilim, bana garip garip bakar mısın? Şu serseriye bak, korkunç der misin?
Üzgünüm, sensiz ancak bu kadar olabiliyorum Wayne. Beni tamamlayan, neşelendiren şey sendin. Sen olmayınca da halk ağızı ile “serseri” den bir farkım kalmıyor.
“Bugün içimde kötü bir his var, sanki oraya çıkıp dövüşmemem gerekiyor gibi.” Tişörtümü çıkardım ve şortumu altıma geçirdim. Saati çıkarıp sehpaya bıraktım. Theron paraları sayarken fısıldadığından kaçta olduğunu anlayabiliyordum. Para sayması bittiğinde bana baktı. “Sakın kaybedeyim deme ha, öldürürüm seni.”
“Sağol ya, çok destekleyicisin gerçekten.” Yarım eldivenlerimi taktım ve bağladım. “Kim bu dövüşeceğim adam? Hiçbir şey söylemedin.”
“Bilmiyorum bende, anonim takılıyor.” Kaşlarımı çattım, çok garipti çünkü Theron dövüşeceğimiz adamların, özellikle benim dövüşeceğim adamları en derinine kadar araştırırdı. “Araştırdık ama hiçbir şey bulamadık, yüzünü bile tam olarak bilmiyorum. Suratında hep maske var.”
“Tamam o zaman, ben bugün ölüyorum.” Ayağa kalktı, anahtarını çıkarak kasanın olduğu odaya giderek paraları yerleştirdi ve çıkarak kilitledi. “Buna izin vermeyeceğimi biliyorsun değil mi?” Sessiz kaldı. “Kafeste dövüşebilirsin ama sana kimse zarar veremez. Hadi gidelim.” Kapıyı açtı ve ilerlemeye başladım. Her gün nasıl bu kadar kalabalık oluyordu anlamadım, hâlâ alışamamıştım.
Yaz geldiği için daha da insan geliyordu, dövüşlerde artmıştı.
İnsanların alkışları ile kafese girdim, Theron sırtıma vurdu ve beni destekledi. Isınmak için biraz sıçradım, sonra başımı kaldırıp rakibime baktım. Yüzünde siyah bir maske vardı, burnuna kadardı. Saçları uzundu. Beni görünce gözleri genişledi. Ayrıca o gözleri tanıyordum. “Seni tanıyorum.” Sessiz kalarak cevap vermedi.
Sunucu maçı başlattığında başını iki yana salladı. Bana saldırmayı reddediyordu. Kim olduğunu düşünüyordum, o gözleri kesinlikle tanıyordum.
İnsanlar yuhlamaya başlarken, “Neyi bekliyorsunuz lan! Dövüşün hadi!” diye bağırıyorlardı. Maskelinin arkasındaki bir adam tellere vurdu. “Seni beklemen için getirmedim buraya! Dövüşmeye başla!” Omzumun üstünden Theron’a baktım. İyi olup olmadığımı sormak için baş parmağını havaya kaldırdı. Başımı sallayarak onayladım.
Önüme döndüğümde bir anda üstüme atıldığını gördüm, gözlerim genişledi ve hemen kenara kaçarak kurtuldum. Bana baktı, göz göze geldik. “Kimsin lan sen?” Tekrar bir yumruk savurdu, yine kurtuldum ve karnına bir yumruk attım. Nefesi kesilerek geriye çekildi. Maskesini indirmem gerekiyordu, kim olduğunu deli gibi merak ettim.
Gardı çok düşüktü, onunda beni tanıdığında emindim. Başından beri maçı reddetmesinin sebebi bu olmalıydı, beni tanıyordu ve dövüşmek istemiyordu ama zorundaydı.
Karnını tutarken herkes onu yuhluyordu, öksürerek nefesini toparlamaya çalışıyordu. Boynundan tuttum ve suratına diz attım, başını kaldırdığında bacağına bir tekme atarak yere düşürdüm.
Eminim çok iyi bir dövüşçüydü ama bana karşılık vermek istemiyordu.
Yere sırt üstü düştüğünde eğilerek suratındaki maskeyi tuttum, tam çıkaracaktım ki suratıma sert bir yumruk atıp göğsüme tekmesini vurdu. Geriye savrulduğumda öksürdüm, çok sertti, neredeyse nefesim kesilmişti. Tellerden tutunarak ayağa kalktım, dudağım patlamış olmalıydı. Elimle sildim.
Kollarımı kaldırıp yüzümü korudum, birkaç yumruk savurdu. Bacağıma tekme attı, daha sonra eğilip dalağına bir yumruk attım. Ardından hızlı bir sol kroşe savurup geriye savurdum. Yerimde sıçradım ve çenesine bir tekme attım.
“O maskeyle dövüşmek zor değil mi? Yapış yapış olmuştur suratın. Ama merak etme seni kurtaracağım.” Üstüme saldırdı, sağa sola kaçarak kurtuldum ve karnına sarıldım. Sırtımı dirseklemeye başladı. Dişlerimi sıkarak yerden güç aldım ve ellerini bacak eklemlerine kaydırarak tuttum ve yere çektim. Aniden ayağa kalktım.
Yere düştü, kalkmak üzereydi ama hızla bacağımı savurdum ve suratına bir tekme attım. Tekrardan başını yere vurduğunda yüzüne yaklaştım. Maskesini açmak üzereydim, dudaklarının yarısına kadar açtığımda salonun tüm ışıkları açıldı. Herkes şaşırdı, araç girişinden polisler girmişti. Gözlerim genişledi. “Has…”
Gözlerim Theron’u ararken onun odadan çantalarla çıktığını gördüm. Hepsi para doluydu, polislerin önceden geleceğini öğrenmiş olmalıydı. Güvendiği çocukların sırtına çantaları verdi ve hemen gizli çıkıştan çıkmalarını söyledi. Tabii bunları el hareketlerinden anlıyordum.
İnsanlar kaçışırken göz göze geldik. Hızla kafese koştu ve kilidi açtı. “Çabuk, çabuk!” Beni tutarak çıkardı. Sirenler ötüyordu, mavi kırmızı ışığın karışımı sonucundam oluşan mor renk gözümü alıyordu. Bir anda nefesim daraldı, sesler boğuktu. Polisler havaya ateşlerken Theron beni sürüklemeye devam ediyordu. “Başını ey!”
Vücudum hareket etmediği için elini başıma koydu ve eğdi. Odaya girdik. Kapıyı kapattı ve bana baktı. Hızla üstüme bir kapüşonlu giydirdi. “Aidan, beni duyuyor musun? Aidan!” Sesi hâlâ boğuktu, sanki tekrardan bir kaza yaşanmıştı. Ormandaydım, karnıma büyük bir kütük saplıydı.
Babaannem soğuk banyo betonunda yatıyor.
Bir baktım ki Wayne kollarımda kanlar içinde kalmış.
Suratıma sert bir yumruk yedim, Theron ile göz göze geldim. “Duyuyor musun beni? Burada mısın?” Başımı sallayarak onayladım. “Şimdi arka kapıdan çıkacağız, başını asla kaldırmayacaksın. Polisler binanın etrafını sarmış olmalı, çok dikkatli olmalıyız.” Başımı sallayarak onayladım. Dolaplardan birine gitti ve çekmeceyi açtı. Silahın şarjörünü kontrol ettikten sonra beline koydu. Sonra tekrar yanıma gelip bana baktı. “Koşabilirsin değil mi?” Tekrar onayladım.
Kapüşonumu başıma çekti. Ama tam o sırada arka kapıdan polislerin girdiğini gördüm. Havaya ateş ettiklerinde kulaklarım çınladı. Bileğimi tuttu ve hızla salona çıkan kapıyı açtı. Planda yoktu. Polislerin girdiği yerden çıkacaktık, orası gizli çıkıştı.
Önümüze gelen üç polisi yere yatırdıktan sonra önümüzü açtı, etrafa baktığımda insanların yerlere yatırılarak tutuklandığını gördüm. Araç girişine doğru koşmaya başladık. “Önüme geç!”
“Seni arkada bırakmam!” Bağırdı ve beni önüne geçirdi. “Kaldırma kafanı! Olabildiğince hızlı koş! Çıkışta sağda hemen motorum kalacak, anahtarı al ve çalıştır.” Anahtarı aldım.
Belinden silahı çıkardı ve polislere doğru birkaç el ateş etti. Onları vurmak için değildi, geri savurmak içindi. Polis arabalarının arkasında geçerek eğildi, sıkmaya devam etti. Acemi değildi, sanki daha önce çatışmaya girmiş gibiydi. “İlerlemeye devam et! Başını kaldırma!”
Soluk soluğa kalmıştım. Koşarak arkamdan geldi, savurmak için defalarca ateş etti, her seferinde kulaklarım çınlıyordu ama alışmaya başlıyordum. “Sikeyim ya! Polisler ne alaka!”
Sonra bir silah sesi daha yankılandı. Arkama dönüp baktığımda Theron’un vurulduğunu gördüm. Zaman yavaşladı, nefesim kesilirken başım dönüyordu. Duvara yaslanarak yere düşmüştü. “Hayır… hayır…” Yanına koştum ve hemen eğildim. “Theron— Theron!”
Yarasına ellerimi bastırdım, kaygan ve ıslaktı. Elime deli gibi kan geliyordu. “Ahhhh, siktir, hah… siktir…” Omzumdan tutup beni ittirdi. “Git… git yakalanacaksın!” Başımı iki yana salladım. “Seni asla bırakmam!”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı