Birkaç ay geçti, babanın hangi hapishaneye nakil olduğunu öğrendik. Şanslıyız ki Theron içeriden birkaç tane tanıdığı olduğunu söyledi. Çoğu müebbet yemiş ya da uzun yıllar kalacak adamlardı.
Her gününü cehennem olarak yaşıyor, her hafta Theron gidip onlardan bilgi alıyor. Can çekişerek özür dilediğini sayıklıyormuş, gerçekten çok pişman olduğunu söylüyormuş ama hepsi nafile. Ölene kadar bunu çekecek, çıkana kadar içerde, çıktıktan sonra dışarda. Onu asla affetmeyeceğim, her şeyin temelinde o yatıyor, Micheal Armstrong.
Bu kadar fazlasını yaptığım için bana kızıyor olabilirsin ya da yeterli olduğunu düşünüyor olabilirsin ama benim için az bile Wayne. Ne çekerse çeksin, ne kadar pişman olursa olsun asla yetmeyecek. Sana ne olduysa onun yüzünden oldu, sende onu affetme, bu kadar yufka yürekli olma.
Bu zamana kadar oldun, korktun, şimdi ise toprağın altındasın ve asla dönmeyeceksin.
Eğer bilseydim, bedeli ne olursa olsun o an her şeyi yapardım. Ona şu an çektiklerini sen yaşıyorken yaşatmak çok isterdim. Belki o zaman hiçbir şey için geç olmazdı, belki o zaman benim yanımda olurdun.
Eğer şansım olsaydı ikimizin yerini bile değiştirirdim, yaşayacağını bilsem bir saniye bile durmam bu arada. Senin yaşamanı her şeyden çok istiyorum.
Ama bu artık sadece bir hayal olarak kalacak. Belki başka bir hayatta, başka bedenlerde daha iyi halimizle karşılaşırız. Bize acımayan hayat belki bu sefer acır ve o hayatımızda çok mutlu oluruz.
“Sen beni dinliyor musun?”
“Ha? Efendim?” Theron’a baktım. Kafama tıktıkladı. “İki saattir burada sana bir şey anlatmaya çalışıyorum, dikkatini verir misin?” Başımı sallayarak onayladım. “Kusura bakma.” Dikkatimi ona verdiğimde motorunun yanına gittik.
“Bak şimdi, gün gelcek, devran döncek bir gün bu motoru sürmen gerekecek.” Kaşlarımı çattım. “Neden gereksin?”
“Ne bileyim, bir şey olur, süremeyecek halde olurum senin sürmen gerekir.”
“Binlik makinayı nasıl süreyim? Gaza dokunduğum gibi tekere kalkar ölürüz. Kendin anlattın.” Güldü ve sırtıma vurdu. “O zaman gaza hafif dokunacaksın.” İç çektim. “Gel üstüne.” Dediğini yaptım ve motora bindim. “Debriyaja bas, bastın mı?” Başımı sallayarak onayladım. “Al birinci vitese. Heh, gaz ver, çok verme ama dikkat et.” Dediklerini birer birer yaptım. Motor ilerlemeye başladı. “Hafifçe bırak debriyajı, yavaş. Dengene dikkat et, sakın bozma.”
Hızlandığımı gördüğünde panikledi. Önceden motor tecrübem vardı, birkaç ay önce Theron’un arkadaşlarıyla öğrenmiştim. Onların motorları daha düşük cc’liydi. Tabii bundan onun haberi yoktu. Arkamdan seslendi. “Dur, dur, yavaşla! Gazı bırak yavaş yavaş, debriyajı çek, frene bas!” Bir anda basıp gözden kaybolduğumda güldüm.
Vites atmadım, çünkü daha yapabileceğimden emin değildim. İleriden döndüm ve Theron’un yanına geri bastım. Elleri başında panik hâlinde bekliyordu. Dediği gibi gazı hafifçe bırakıp debriyajı çektim ve frene basarak önünde durdum.
Debriyaj basılıyken boşa attım ve kontağı kapatarak ayaklığı açtım. Motordan indiğimde Theron beni omuzlarımdan tutup salladı. “Çok korktuuuummm!!!” Beni çekti ve sırtıma sarıldı. Ağlıyormuş numarası yaptıktan sonra çekilip bana baktı. “İnsan az korkar ulan, binlik diyorsun basıp gidiyorsun. Vites attın mı?” Başımı iki yana salladım. “İyi, iyi. Bir daha yapma, sadece acil durumlarda, tamam mı?”
Başımı sallayarak onayladığımda sırtıma vurdu. “Aferin, akıllı çocuksun. Yemek yemeye gidelim mi?”
Telefonumu çıkarıp baktığımda Heather’ın buluşmak istediğini söylediği bir mesaj gördüm. Derin bir iç çektim. Son bir kez konuşalım diyordu. “Heather’ın yanına gitmem lazım, beni bırakabilir misin?” Dilini yanaklarına bastırarak güldü ve bakışlarını başka tarafa çevirip sonra tekrar bana baktı. “Bırakayım.”
Heather’a sahilde bekleyeceğimin mesajını attım. Theron kaskı uzattı ve başıma taktım. Aynı şekilde o da. Motora binip çalıştırdı ve başıyla işaret verdi. “Bin.” Motora bindim. “Niye sinirlendin?”
“Ne? Ne sinirlenmesi?” Ona cevap vermedim. Ama biliyordum ki, Theron her motora binmem gerektiğinde, eğer sakinse “Atla.” ya da “Gel.” derdi ancak gerildiyse ya da kızgınsa “Bin.” derdi. Araziden çıktı ve sahile doğru sürmeye başladı.
Sahile geldiğimizde daha gün yeni batıyordu. Heather’ı uzaktan kumda otururken gördüm. Sarı saçları savruluyordu rüzgarda. Motordan inerek kaskımı ona verdim. Motoru kapattı ve üstünde durmaya devam ederken elinde tuttu. “Bekleyeyim mi? Gideyim mi?”
“Biraz konuşup geleceğim, sorun olmazsa bekle.” Başını salladı.
Kaldırımdan indim ve sahile doğru ilerlemeye başladım. Ellerimi cebime koyduğumda derin bir iç çektim. Birkaç kişi vardı, başka hiç kimse yoktu. Buraya uzun zamandır gelmemiştim, sanki üçümüz tekrardan buluşuyoruz gibiydi. Yanında durdum. “Selam.”
Bana baktı. “Hoş geldin, kabul etmezsin zannettim.” Bakışlarımı dalgalara çevirdim. “Oturmayacak mısın?” Başımı iki yana salladım ve ona baktım. “Uzun kalmayacağım.” Ayağa kalktı ve bana baktı. Elini yanağıma koydu. “Kaşına n’oldu?” Elimle kaşıma dokundum, Aziel ile olan kavgamda kesilmişti. İz kalmıştı. “Dövüşte oldu.”
Endişelenerek iç çekti. “Hâlâ devam mı ediyorsun?” Onayladım. Başını çevirip Theron’a baktı. Theron sigarasını içerken gülümsedi ve uzaktan ona el salladı. Heather bir şey yapmadı ve bana geri döndü. “Bir umut seni geri kazandıracağım diye çağırmıştım ama belli ki o seni bekliyor ve seni bana vermeyecek.”
“Onun bunlarla ilgisi yok. Kendi seçtiğim yoldayım.” Dalgalar karaya çarparken Heather’ın mavi gözlerine bakmaya devam ettim. O da benimkilerden hiç ayırmıyordu. “Ne zaman vazgeçeceksin? Yirmi yaşına geldin neredeyse, hayatını tellerin arasında mı geçireceksin?”
“Başka nerede geçirmeliyim? Restoranta patronluk taslayarak mı? Olmak istemediğim yerde mi?” Gülümsedi. “Olmak istediğin yer orası mı? İllegal de sert çocuk olmak mı?”
“Heather, illegal olsun olmasın, bunu seviyorum.” Ellerimi cebimde tutmaya devam ettim. “Orası benim ait olduğum yer, burada, senin olduğun dünyada yapamıyorum. Denedim, yapamıyorum. Her yerde Wayne var sanki, sürekli her bir gittiğim yerde o var. Eski hayatıma dair yaptığım her şeyde o var.”
“Burada kötü olan şey ne? Arkadaşımızla olan anıların mı? Sana artık o anılar çok mu çocuksu geliyor?” Başımı iki yana salladım. “Öyle bir şey demedim, elimde olsa tekrardan çocuksu hissetmek isterim. O anılar beni sadece boğuyor. Her birini tekrar yaşadığımda öfkelerle doluyorum.”
“Neden yapıyorsun bunu kendine Aidan? Böyle hissetmek zorunda değilsin, o yerlerde yeni anılar yaratabilirsin. Daha iyi, daha temiz bir hayat ile.” Güldüm. “Daha iyi? Daha temiz bir hayat ile mi? Wayne’nin yerini doldurmamı mı istiyorsun? O anıları silip atayım mı?”
“Öyle bir şey—“
“Ben senin gibi değilim Heather, ben arkadaşımı bir kalemle silip atamam. Hayatım o benim, ailem, dostum, her şeyim. Bırak onun yerini doldurmayı, onunla olan anılarımın yerini bile dolduramam.” Başını iki yana salladı. “Bunu kastetmedim, sadece hayatına devam etmeni istiyorum. Aramıza geri dönmeni, kendine tekrar bir şans vermeni istiyorum.”
“Daha ne kadar vereyim? Seni de kaybedene kadar mı? Ya da hayatıma soktuğum birisini tekrardan kaybedene kadar mı?”
“Böyle diyorsun ama Theron’u hayatının tam orta yerine koymuşsun.” Ona baktım. Motoruna yaslanmış telefonuyla ilgileniyordu, bir yandanda sigarasını içiyordu. “O başka.” Heather’a döndüm. “Onu artık buna dahil etme.”
“Nasıl etmeyeyim? Deli gibi kıskanıyorum onu, beni görmezden geliyorsun artık ama Theron’un yanından bir türlü ayrılmıyorsun. Hep Theron, hep Theron. Bir kere bile olsa, haftada bir sefer beni görmeye gelemez misin?” Başını iki yana salladım. “Heather, seni de kaybetmek istemiyorum. Beni anlamaya çalış. Üzgünüm, senide kaybedeceğim diye çok korkuyorum. Bu yüzden lütfen… lütfen artık ısrar etme. Beni de anlamalısın.”
Ellerini göğsüme koyduğunda yere indirdiğim bakışlarımı kaldırıp ona baktım. Gözleri parıldıyordu. Eğer iki sene önce olsaydı kalbim deli gibi çarpardı, bir şeyler hissederdim.
“Beni kaybetmeyeceksin, Aidan, buna kendini inandırma. Sen güçlüsün. Lütfen, bir şans ver, kendine, bize…” Dudaklarıma yaklaştığında başımı yana çevirdim. “Güçlü değilim. Güçlü olan bir insan kaçar mı? Sevdiklerini kendinden uzaklaştırır mı?” Çekildi, adımlarını benden uzaklaştırdı. “Güçlü olan sevdiklerini yanında tutar, geceleri korkudan uyuyamaz olamaz.”
Ona bakamazken son kez bakmak istedim. Buruk bir tebessüm ile gülümsedim. Suratına baktığımda gözleri hâlâ parıldıyordu ama yaşarmışlardı. “Benden şans isteme, ben kendimden istemiyorum. O Aidan’ı, Wayne öldüğünde yanına gömdüm. Bu Aidan bir daha öyle olamaz, bekleme bunu benden.” Elimle onun omzunu tuttum. “Son bir kez yalvarıyorum, lütfen bir daha beni arama. Hayatına devam et, hayallerini gerçekleştir. Eğer benim peşimden gelmeye devam edersen sadece hayal kırıklığı yaşayacaksın.”
Elimi eliyle ittirdi. “Git.” Başımı sallayarak onayladım. “Üzgünüm.” Bakışlarımı eğerek ilerlemeye başladım. Dönüp ona sarılmak istedim ama bacaklarım dönmedi, sadece ilerlemeye devam ettim. Üzgünüm… olması gereken en iyi şey bu.
Theron’un yanına geldiğimde telefonunu kapatıp cebine attı. “Bitti mi?” Başımı sallayarak onayladım ve kaskı bana uzattı. “Niye öpmedin kızı oğlum? Yaklaştı o kadar.”
“Neden öpeyim? Gönül mü eğlendiriyorum?” Suratını büzüştürdü. “Çok katısın ya.” Kaskını başına geçirdi. “Gidelim, çok açım.”
“Nereye?”
“Çok güzel bir yere!” Gülümsedi ve motora bindi. “Bin.” Kaskına sertçe vurduğumda dönüp bana baktı. “Ahhhh! Neden vuruyorsun be?!”
“Asıl sen neden bu kadar kızgınsın?!” Bir anda sesimi yükselttim. “Kızgın falan değilim neden kızgın olduğumu söyleyip duruyorsun?” Kafasına tekrar vurdum. Tekrardan inledi. “Anlıyorum da ondan! Aptal aptal kurulmayı kes, neye kuruluyorsun?” Aynalı vizörünü kapattı ve bir şey demeyerek önüne döndü. “Bazen çok prenses gibi davranıyorsun.”
“Sensin prenses!”
Ah be Heather...