Birkaç gündür sinirlerim bir hayli bozuktu. Nicolas artık yanımızda değildi ve bu yüzden neyin geldiğini bilmiyorduk. En azından bir şeyler öğrenebiliyordu, bu yüzden önceden önlemimizi alabiliyorduk ama şimdi ise… sadece oturup bekliyoruz. Bir yerden bir şey vuracak ama neyin nereden vuracağını bilmiyoruz.
Aidan mezarlığa gitmişti, ailesini ve arkadaşını ziyaret etmek için. Bense, Vladimir ile konuşmak için hapishaneye gelmiştim. Görüş odasında onu beklerken başımın ağrısı iyice alnıma vuruyordu, şakaklarıma kadar hissedebiliyordum. Dirseklerimi yaslamış ellerimi alnıma koymuştum. Katlanılamaz bir ağrıydı.
Vladimir yine kelepçelerle görüş odasına geldiğinde yine yüzünde aynı gülümsemeyle karşıma oturdu. Telefonu alarak kulağımıza koyduk. “Beni sık ziyaret ediyorsun, özlüyorsun değil mi?” Bakışlarımı ona diktim. “N’aptığından haberim var Vlad, derdin neyse benimle çöz. Etrafımdakilere bulaşıp onları kullanma.”
“Ah, ne yapmışım? Hmm…” Düşünür gibi numara yaptı. “Theron’cuğum çok şey yapıyorum, bana yardımcı olur musun? Ne yapmışım?..” Başımın ağrısı dahada vurduğunda kaşlarımı çattım. Beni öfkelendirdiğinde yumruğumu sıkıp sesimi yükselttim, kocaman adam olmuştu ama hâlâ benimle alay ediyordu. “Dalga geçmeyi bırak lan! Kendine yeni bir ekip kurduğunu ve Nicolas’ı tehdit ettiğini biliyorum, her şeyi öğrendim!”
Pişkin surat ifadesi yumuşadı, haberi yoktu, tam şu an öğrenmiş olmalıydı. Şaşkındı ama fazla göstermemeye çalışıyordu. “Adamlarının Aidan hakkında konuştuğunu duydum, ona bulaşmayacaksın diyorum sana. Problemin ya da intikamın her ne sikimse gelip benimle çöz bunu. İşleri yavaş yavaş yapmak zorunda değilsin, öldürmek istiyorsan beni gel öldür; uzatmanın anlamı yok. Bir korkak gibi hapishane köşelerinde emir vermekle olmuyor, uzatmadan bitir işini; Aidan’ı hiçbirine karıştırmadan.”
Sırıttı. “Ona olan aşkın beni öldürüyor. Gerçekten, söylesene Theron, onu bu kadar özel yapan şey de ne? Aidan’da Aidan, bir gün Aidan diye öleceksin.” Dişlerimi sıktım, Vladimir’in yüzünü parçalamak istiyordum. “Kes sesini. Yaptığın tek şey konuyu saptırmak, ne planladığını biliyorum.”
“Hah, da nu?” (Hadi canım?) “Ne planlıyormuşum?” Kalbim deli gibi çarpıyor, yine öfkem başını almış gidiyordu. “Aklın sıra Aidan üzerinden bana zarar vereceğini zannediyorsun, değil mi? Yapmayacağım, yapmayacağım, diyorsun ama sana bir gram bile inanmıyorum.” Gözlerimi kıstım, o da başını yana eğdi. Suratında ki yumuşak ifade hiçbir zaman düşmüyordu. “Planlarımın içinde Aidan’ın olmadığı kesin, tebrik ederim, merkez de sen varsın.” Bir deniz kadar mavi fakat içinde ne olduğunu bilmediğiniz belirsiz bir okyanus kadar korkunç olan gözleri gülümserken kısıldı. Ben değil ama sıradan bir insanın tüylerini ürpertirlerdi. “Sana neden inanayım?”
“Hmm, ne znayu…” (Hmm, bilmiyorum…) “…inanıp inanmamak sana kalmış. Eğer ona zarar vermemi bu kadar çok düşünüyorsan bende yaparım, olmaz mı? En azından boşuna paranoya yapmazsın.” Bir anlık hırçınlaşıp tekrardan küfürler yağdırmak için diklenmişken kıkırdadı. “Spokoyno, tigrenok…” (Sakin ol, küçük kaplan.) “…alay ediyorum. Alay ediyorum. Seni inandırabilecek hiçbir şeyim yok Theron, en azından her şeyin sonunda ona zarar vermediğimi görür ve mutlu olursun. Sonuçta çocuk çok acı çekmiş, kötü de olsam az da vicdanım var. Ne kadar iyi bir adamım, görüyor musun?”
“Anca külahıma anlatırsın.” Telefonu kapattım ve arkamı döndüm. Ne yapacağımı bilmiyorum, kafam çok karışık. Yeni bir araştırmacı bulmamız gerekiyor ama artık kime güveneceğimi bilmiyorum. Her zaman çok dikkatli olmamız gerekiyor, en yakınımızdaki insandan bile şüphelenmeliyim.
Motorun başına geldiğimde Aidan’dan eve döndüğüne dair bir mesaj aldım. Birbirimize sıklıkla haber verirdik çünkü her an ne olacağını bilmiyorduk, ikimizinde aklı kalıyordu. Ekipmanlarımı takarak motora bindim, annemin yanına gitmem gerekiyordu. Bunca şeyin arasında onun yanına gitmeyi aksatmıştım.
Bir çiçekçiden bir buket sarı karanfil aldım. Mezarlığa geldiğimde hâlâ temiz olduğunu gördüm. Alice sıklıkla uğrayarak temizliyordu, bunu yapmasını seviyordum, en azından annemi unutmuyordu. Onun için ne kadar küçüklükte ki bir anının insanı olsa bile.
Çiçekleri taşın başına koydum, başım hâlâ çok fena ağrıyordu. Ellerimi cebime atarak başımı yere eğdim. Ne yapacağımı bilmiyorum anne. Korkuyorum… Bazen keşke bu işlere bulaşmadan onunla karşılaşsaydım diyorum. Bazenleri ise sadece sıradan bir derdin peşinden koşsaydım diye umuyorum. Pişmanlık çekiyorum ama neye çektiğimi bilmiyorum… Hayatımın merkezine birisini koyduğum için mi yoksa bu işlere giriştiğim için mi?… Hiç bilmiyorum. Artık hiçbir şey bilmiyorum. Gözlüğümü saçlarıma ittirdim ve parmaklarımla dolmuş gözlerimi sıvazladım. Yaşasaydın ve iyileşseydin bu işleri bırakacağıma yemin etmiştim. Alice için bırakmamı söyledin ama bir türlü kopamadım. Bana çok kızıyor olmalısın, hayır… endişeden kendini yiyip bitiriyorsundur, özür dilerim.
Yüzümü ovalayıp elimi cebime geri koydum ve derin bir iç çektim. Burada olsaydın eğer n’apardın? Saçlarımı okşayıp beni sakinleştirir miydin? Sanırım bana gelebilecek en iyi şey bu olurdu. Artık nasıl olduğunu ve nasıl hissettirdiğini bile bir türlü hatırlayamıyorum. Sesini, kokunu bile. Sadece çok bağımlı olduğumu hatırlıyorum. Yere çöktüm ve ellerimi yüzüme koydum. Off, ne yapacağımı bir türlü bilmiyorum anne… Kafam çok karışık, her şeyi arkada bırakıp kaçsam mı sadece? Hayır, yapamam… Alice’yi, işleri ve çocukları arkada bırakamam. Ayrıca peşimi de bırakmazlar. Problemi kökünden çözmeden hiçbir şekilde rahatlayamam. İşin sonunda ya senin yanına geleceğim ya da hapisi boylayacağım. Zaten benim gibi bir adamın sonu ancak böyle olabilir. Güldüm. Her şey darmaduman oldu.
Mezarlıkta annemle biraz daha vakit geçirdim, hatta o kadar uzun vakit geçirmiştim ki Aidan beni merak edip arayınca bunu fark ettim. Telefonu açıp kulağıma attım. “Hey, iyi misin? Nerdesin?”
“Mezarlıktaydım, kusura bakma, unutmuşum.”
“Sorun değil, endişelendim.” Gülümseyip ayağa kalktım ve üstümü çırptım. “Beni özledin, ha? Demek öyle…”
“Öyle bir şey demedim, kapatıyorum.”
“Aidan—“ Suratıma kapattığımda tısladım. Her zaman bunu yapıyordu, daha söyleyeceklerimi bitirmeden ona göre kapatıyordu telefonu. Çok gıcık bir özellikti, kimden alıştıysa buna. “Hoşçakal anne.” Motora doğru ilerlemeye başladım. Vardığımda tüm ekipmanlarımı takarak bindim. Eve gitmeden önce biraz tatlı ve yiyecek şeyler aldım. Motoru park ettim, asansörü kullanarak yukarıya çıktım ve anahtarla içeriye girdim.
Aidan koltukta uzanmış telefonundan oyun oynuyordu. Onun yemeğini kucağına bıraktığımda tüm ekipmanlarımı çıkardım. Diğer aldıklarımıda mutfak tezgahına bıraktım ve salona geri döndüm. Büyük koltukta oturur pozisyona geçti ve hızla yerini kapıp uzandım. “Ahhh, çok yorulmuşum…”
Yemeğini açıp yemeğe başladığına bana döndü. Bütün lokmasını yanağına sıkıştırdı ve konuştu. “N’oldu? Ne diyor Vladimir?”
“Of, şu adamın adını ağzına almasana…” Gözlüğümü çıkarıp sehpaya attım ve yüzümü ovaladım. “Tüm her şey benimle alakalı, seninle ilgili bir planı olmadığını söylüyor ama buna inanmıyorum. Hatırlıyor musun, atari mekanında özellikle senin hakkında bilgi istiyordu adam.”
“Evet.” Yemekten koca bir lokma aldı. Ayağımla onun omzunu ittirdim. “N’apıyorsun??!” Kaşlarımı çattım. Aidan çok rahattı, hiç endişelenmiyordu. Sanki küçük bir çocuğun problemleriyle uğraşıyordum ama her şey benim sorunumdu. “Nasıl bu kadar rahatsın? Hiç korkmuyor musun? Şu keyifine bak! Ben kendimi yiyip bitirirken sen yemeğini hapur hupur bitiriyorsun!”
“Niye korkayım?”
“He?”
“Sen varsın ya, ne diye korkayım?” Yutkundum, kalbim göğsüme çarptı. Tüm sorumluluk benimdi, her şey gerçektende benim sırtımdaydı. Bana olan bu güveni beni yorduğu kadar sevindiriyorduda. “Theron sizin koruyucu meleğiniz ya zaten.”
“Hm, gerçekten de öyle. Koruyucu melek.” Onu tekrar ayağımla ittirdim. “Hey! Koruyucu melek olmak ne kadar zor, sen biliyor musun?” Bana baktı. “Biliyorum, teşekkür ederim.” Bir süre bakıştık, çok içten bir şekilde teşekkür etmişti. “Ağzının kenarında ki sosu sil.” Peçete alıp sildi ve arkasına yaslanarak bacaklarını sehpaya uzattı. Bende onun kucağına uzattım ayaklarımı. “O değilde, Alice’nin üstüne niye bu kadar düşmüyorsun? Sonuçta onada zarar verebilir.”
“Alice’ye bir şey yapmaz. Vladimir kadınlara karşı çok hassas. Yatalak bir kız kardeşi var, engelli. Ne kadar iğrenç ve korkunç, bir o kadar kaşar olsa bile kadınlara ve çocuklara asla dokunmaz.”
“O zaman niye Nicolas’ın kardeşiyle tehdit etmiş?” Bakışlarımı tavana çevirip ellerimi başımın altına aldım. “Nicolas’ın bu bilgiden haberi yok da ondan, çoğu kişi bilmez, bilenler de inanmıyor zaten. O kadar korkunç bir adam neden kadınlara ve çocuklara kıyamasın ki sonuçta?”
“Ona bu konu hakkında gerçekten güvenebilir misin ki? Ya yalan söylüyorsa?” Derin bir iç çektim. “Sence öyle olsa Alice’yi bu kadar rahat bırakır mıyım? Merak etme…”
“O n’apıyor?”
“Babasıyla takılıyordur, ne yapacak. Abisi yerine tercih ettiği babasıyla… şımarık. Eğer orada gerçekten ben yatsaydım nasıl hissederdi acaba.” Kaşlarını çatıp bana baktı. “Ne?”
“Boşver…” Alice o gün bana, babamın yerine sen yatsaydın dediğinden beri bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Gerçekten en içten isteği bu muydu yani?.. Benim ölmem ya da… komada yatmam mı? Belki hayat onlar için daha huzurlu olur, belki Aidan için bile… Tanrım ya, ben ne düşünüyorum?


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı