“Yerimde duramıyorum, cidden artık öfkeden… gözümün önünü göremiyorum. Kafayı yiyeceğim, nerde kaldı? Şimdiye kadar gelmiş olmalıydı.” Saçlarımı karıştırdım. Gözlüğümü çıkarıp sehpaya attım ve ellerimi yüzüme koyup başımı arkaya yasladım. “Ahhh…”
Sinirle göğüsüm kalkıp iniyordu, birkaç dakikaya bir dövüş vardı. Nicolas’ın çoktan burada olması gerekiyordu. “Ya eğer onun hain olduğunu öğrendiğimizden haberi varsa ve kaçtıysa?” Ayağa kalktım ve dolaba sert bir yumruk attım. Demir olan dolap içe göçmüştü. “Sikeyim ya! O gün orada onu yakalamam lazımdı, kaçmış olmalı!”
“Theron, sakin ol! Hiç kimsenin hiçir şeyi öğrendiği yok, sadece paranoya yapıyorsun. Birazdan gelir, normalde de bu saatlerde geliyor zaten.” İkinci yöneticimiz Ruby konuştuğunda Aidan ona hak verdi. “Sen emin misin, gerçekten bilgi mi sızdırıyor?”
“Ne, götümden mi uyduracağım? Bas bayağı Vladimir piçiyle iş birliği yapıyor! Şerefsiz herif, adamları dağıldıktan sonra ben anlayamayayım diye yeni bir ekip kurmuş!” Tekrardan öfkeden bağırdığımda bu sefer dolabı defalarca yumrukladım. Kapak artık kırılıp düştüğünde Aidan beni sıkıca tutup çekti. “Ya artık bir sakin olsana!” Göz göze geldik, yine başım dönüyordu.
İki elini yanaklarıma yerleştirdi ve gözlerini benimkilere dikti. “Birazdan gelecek, kaçtığı falan yok. Öğrenmiş olamaz, nereden öğrenecek? Aklına bile gelmemiştir onu yakaladığımız, sadece şüphelendiğimizi düşünüyor. Birazdan dövüş başlayacak, sakin olman gerekiyor, tamam mı?..”
Başımı sallayarak onayladım. “Sakin misin?” Tekrar onayladım. Bileğimi tuttu ve beni koltuğa sürükleyip oturduk. Aidan, Ruby’e baktı. “Girişler ve dövüşçüler tamam mı?”
“Evet, hepsi halloldu.” Kolundaki saate baktı. “Yirmi dakikaya dövüş başlamış olur.” Aidan onayladı ve bir bezi ıslatarak yanıma geldi. Yumruğumdaki kanları temizledi. “Ruby, ilk yardım çantasını verir misin?” Dediğini yaptı, sehpaya koydu. Arkama yaslandım ve derin bir nefes aldım.
Aidan yumruğuma pansuman yapınca sessizlice sızlanarak inledim. Daha sonra elimi tutarak kaldırdı ve yumruğumu sarmaya başladı. “Onu orada öldürmem gerekiyordu, gerçekten öldürmem gerekiyordu. Neden bana engel oldun ki?”
“İçeride o adamın yüz tane silahlı adamı olabilirdi. Ayrıca Vladimir bunu öğrenseydi işleri daha da hızlandırırdı.”
“Sikeyim, böyle yavaş yavaş olacağına bir anda olsun daha iyi.” Yumruğumu sarmayı bitirdi ve her şeyi yerli yerine koydu. “Belki de onu ilk başta dinlememiz daha iyi olur, anlamadan, dinlemeden onu dövmek… pişmanlıklara yol açabilir.”
“Sebebi ne olursa olsun asla affetmeyeceğim ve merhamet etmeyeceğim—“ Kapı açıldığında Nicolas’ın içeriye girdiğini gördüm. Yüzünde bir gülümseme vardı. “Selam!” Bu gülüş artık eskisi gibi hissetmiyordu, artık arkadaşım değil, düşmanımmış gibi kanımı kaynatıyordu. “Orospu çocuğu.” Hızla sehpanın üstünden geçtim. “Nico!” Aidan uyarı amaçlı bağırdığında çok geçti, yumruğumla yüzüne sert bir direk çaktıktan sonra başı döndü ve geriye tökezledi. Hiç durmadan sağ direğimi savurdum. Dengesini kaybederek kapıya çarptı ve yere düştü. Hızla onu saçından tutup yakaladığımda sürüklemeye başladım.
“Theron! Theron!” Ruby ve Aidan beni durdurmaya çalıştılar ama kimse engel olamadı. “Geberteceğim seni, piç kurusu.” Onu kafese sürükledim, kapısını açtığımda içine fırlattım. Kanayan burnuyla bana baktığında öfkem daha da ateşleniyordu sanki. Siyah ceketimi çıkardım ve aynı şekilde siyah olan boğazlımın kollarını sıyırmaya başladım. “T—theron… bir… bir anda n’oldu?”
“Ne o? Stalker’ımız onun ne bok olduğunu anladığımızı öğrenmemiş mi?” Gözleri genişledi. Suratına dik gelen bir yumruk attığımda başının üstüne düştü ve sızlanarak burnunu tuttu. “Beni dinlemelisin… ben…” Yüzüne aynı şekilde bir tekme attım. Bağırdı. Eğilerek saçlarını tuttum ve bana bakmasını sağladım. “Biz arkadaşız değil mi?”
“E—evet… evet…”
“Hatta arkadaştan öte, kardeşiz.” Onayladığında yüzüne bir yumruk attım. “O zaman neden hainlik ettin?! Vladimir’e bilgi verdiğini öğrenmeyeceğimi mi sandın! Salak mıyım lan ben?!” Saçlarını tutmaya devam ederken başını salladım ve bana baktı. “Bak benim gözlerime, bende sana kanacak göz var mı lan?!”
Omuzlarımı tuttu. “Yemin… yemin ederim… istemedim— yapmak istemedi—“ Suratına bir yumruk daha attım, saçlarını bırakmadan önce birkaç kez başını yere vurdum. Cenin pozisyonuna döndüğünde burnunu tutmaya devam ediyordu, gözü şişmişti ve kan tükürüyordu. “Ailem… kardeşim… Felix ile… Felix ile— tehdit ettiler…”
Kaşlarımı çattım. “Onları öldüreceklerini söylediler… eğer… eğer bilgi vermezsem… Aileni ve Felix’i öldüreceğiz dediler…” Ağlamaya başladığını gördüm. “Korktum… on dokuz yaşındayım daha… n’apabilirdim? Senin kadar… güçlü değilim ya da korkusuz değilim…” Karına sert bir tekme attım ve sırt üstü dönmesini sağladım.
“Şerefsiz… neden o zaman… neden o zaman gelip benimle konuşmadın? Tehdit ettiklerini neden söylemedin lan!” Bağırdığımda yüzünü elleriyle korudu. “Ben seni yanıma almadım mı? Sana güvenmedim mi? Aidan ile senin kardeşin için dövüşmedik mi? Her ihtiyacın olduğunda, seni Alice’den sakınmayıp sana destek olmadım mı Nicolas?” Eğildim. “Maddi, manevi, sana bir abi oldum. Kaç yıldır beraberiz, sen… bir tehdite aldanıp bana ihanet mi etmeyi seçtin?”
“Korkmuştum diyorum! Ne yapacağımı bileme—“ Bağırdığında yumruğumu tekrar kaldırdım. Sesi kesilmişti. “Bana geleceğini bilmeliydin, ailenle birlikte başka bir ülkeye giderdiniz. Tüm her şeyi karşılardım, saklardım sizi, korurdum.”
Dolu gözleriyle bana baktı. “Ama ne biliyor musun, bu saatten sonra benim için öldün. Seni asla korumayacağım, kardeşini, anneni… babanı, asla. Öldürsünler hepinizi, o zaman ne yapacağını belki bilirsin.” Ayağa kalktım, bileğime sarıldı ve dizerinin üstüne oturdu. “Lütfen…” Başını ellerine yasladı. “Hayır lütfen… lütfen… bu sefer gerçekten hepimizi öldürürler.”
Ayağımı savurduğumda geriye düştü. “Umrumda değil.” Hüngür hüngür ağlamaya ve yalvaramaya başladı, kafesten çıktığımda ceketimi yerden aldım. Aidan ve Ruby dona kalmıştı. “Fazla değil mi yaptığın?” Soluklandım ve boğazlının kollarını açtım. Ruby’e dönüm. “Çıkar onu, çocuklara söyle evinin önüne adam koysunlar. Annesinin, babasının ve kardeşinin peşinede adam taksınlar, güvenliğinden emin olun. Burnu yeterince sürtündükten sonra yurt dışı işlemlerini başlatın.” Siyah deri ceketi üstüme giydikten sonra kafese giren Ruby’i durdurdum. “Ona da dikkat edin, Vladimir’in ne adamına yaklaşsın, ne de onlar ona yaklaşsın, tamam mı?” Başını sallayarak onayladı. İnsanlar içeriye doluşmaya başladığında odaya geri dönmüştüm.
Ellerimde ki kanları peçeteye sildim. Aidan’ın yaptığı sargı bile kana bulanmıştı.
Hiç yapmazdım ama nedense tam şu an ağlamak istiyordum. Hislerim karma karışıktı, korksam mı, üzülsem mi, kızsam mı… bilmiyorum… Yapmadım, ağlayamadım. Aidan yanıma geldi. İyi olup olmadığımı kontrol etti. Ceplerime baktım ama sigara paketim yoktu. “Al, yere düşürmüşsün.”
Paketi uzattığında aldım ve bir tane yaktım. Gözlüğümü takarak saçlarıma ittirdim. “Her şey hep böyle boka bulanmak zorunda zaten.”
“İyi olacak… merak etme.”


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı