Birkaç gün geçti, Jack’in hastaneden taburcu olduğunu öğrendik. Nico’nun anlattığına göre Jack ve çetesi geri çekilmişti, Felix’e bulaşmayacaklardı. Nedenini kimse bilmiyordu. Küçük oğlanda gittikçe iyileşiyordu, yavaş yavaş antrenmanlara başlamıştı. Bu hepimizi çok mutlu etmişti.
Kafes dövüşlerine de bir süre ara vermiştik. Theron yıllık izinde olduğunu söylüyordu. Eğer o yıllık izindeyse bende yıllık izinde olmak zorundaydım. Benim tek başıma orada olmama izin vermiyordu. Biz yokken tabii ki dövüşler devam ediyordu, Theron’un yardımcısı bu işe bakıyordu.
“Bana— bana pas at—“ Goldü. Konsolun kolunu yere fırlattım ve ayağa kalktım. “Bıktım senle artık oynamaktan, sürekli ama sürekli kaybediyoruz!” Theron dişlerinin arasında ki sigarayı çıkardı ve küllüğe bastırdı. “Ne yapayım? Benim stratejime hiç uymuyorsun hiçbir zaman!” Oyun kumandasını yerden alarak koltuğa attım. “Sinir bozucusun, hep sinir bozucusun!” Theron dilini çıkardı. “Bleeeh!”
Sinirle hırladım, onu bazen gerçekten çok fena dövmek istiyordum. Telefonum çaldığında sehpadan alarak kulağıma koydum. “Hey, Nico.” Saat akşam gecenin biriydi, beni neden aradığını merak ettim. “Selam, Jack’i bulduk, sahil limanında.” Gülümsedim. Günlerdir ulaşamamıştık. Gidip onunla sakin kafayla konuşmak istiyordum, gerçekten böyle düşünüp düşünmediğini öğrenmek istiyorum. Yoksa beni sadece kışkırtmak için mi yapmıştı? Günlerdir bir türlü aklımdan gitmiyordu.
“Tamam, teşekkür ederim. Sabah gelmeyi unutma.” Onayladı ve telefonu kapattı. “N’olmuş?” Theron konsolu kapattı ve bacaklarını koltuğa uzatarak bana baktı. Ceketimi giydim ve kaskımı elime aldım. “Bir yere mi gidiyorsun?”
“Onu bulmuşlar.” Yerinden kalktı. “Jack’i mi?” Başımı sallayarak onayladım. “Bende geliyorum, bekle.” İçeriden ceketini almaya gitti, ben ise o sırada botumu giymeye başladım. Yanıma gelerek hızla botlarını giydi. “Neredeymiş?”
“Bizim sahil limanında.” Güldü. Kaskını ve anahtarı alarak birlikte çıktık. Tüm ışıkları kapatmıştık. Asansörle aşağı indik. “Seni tek gönderirdim ama yüreğim el vermiyor.” Kaşlarımı çattım. “Niye?” Otoparka indiğimizde kaskını başına geçirip kemerini bağladı. “Niye mi? Oraya gittiğinde birbirinize ne yapacağınızı biliyorum da ondan. Ya sen, ya o, ikinizden birisi katil olacak.”
“Niyetim o değil.” Bende aynı şekilde kaskımı takarak bağladım. “Hıı, tabii. Bende inandım.” Onu duymazlıktan geldim ve motora atladık. Yola çıktık, o da arkamdan beni takip etti. Ara da sırada -genel olarak ve sürekli- önüme geçiyordu.
Limana geldiğimizde etrafta onu aradık, kaskları motorların üstüne bırakmıştık. “Gitmiş olabilir mi?” Omuzlarımı kaldırdım. Ama haber verdiği gibi yola çıkmıştık ve birkaç dakikada gelmiştik. “Buldum onu.” Eliyle işaret ettiği yere baktım. “Beni onla yalnız bıraksan olur mu?” Başını iki yana salladı. “Hep böyle rahatsız edici olmak zorunda mısın sen ya?” Gözleri kısılırcasına gülümsedi ve başını hızla aşağı yukarı salladı.
İç çektim, Jack’in olduğu yere ilerlemeye başladık. Yavru bir ördek gibi peşimden geliyordu. Sanki korumamdı…
Jack denize doğru bir bankta başına bir votka şişesi dikmişti. Tam da ondan beklenecek bir hareketti. Yanına gittiğimizde şişeye vurdum ve yere düşerek parçalandı. Theron şaşırdı, Jack de öyle. “Yaptıklarının pişmanlığını mı çekiyorsun?”
“Aidan—“
“Sakın. Sakın benden özür dilemeye çalışma, sana ne kadar öfkeli olduğumun farkında mısın? Çocukluğumuza veriyorum yoksa seni buracıkta öldürür, denize atardım.” Sessiz kaldı. Gözlerinde ki pişmanlığı gördüm, bir yavru köpek gibi bakıyordu. “Arkadaş değil miydik biz? Ailemle aynı masada otururken, babamla futbol oynarken bunları mı diliyordun? Babam sana, oğlum, diye seslenirken ölsün diye Tanrıya dua mı ediyordun?” Yutkundum. Tekrar olmazdı hayır. Burada olmaz. Ama boğazıma dizilen yumrular gözlerimden taşmak üzereydi. Dudağımı ısırdım.
Göz yaşlarım aktığı gibi hızla elimle sildim. Yerden bir cam parçasını aldım ve diğer elimle onun yakasından tutarak ayağa kaldırdım. Cam parçasını boğazına yasladım. Theron beni durdurmaya çalıştı. “Dokunma lan!”
Jack’i tekrar salladım. “Eğer seninle yollarımızı ayırmasaydım, beni de onların yanına mı gönderecektin?” Yanıt vermedi. “Cevap ver! Cevap ver dedim lan sana!” Sarsaladım. “Evet… evet.” Kesiği boğazına yasladım. Kanamaya başladı. “Neden yapmadın? Seni durduran şey neydi?”
Gözlerime bakamıyordu. “Aidan, yapma.”
“Cevap ver.”
“Özür dilerim.”
“Özürüne ihtiyacım yok, senin özürün kimseyi geri getirmiyor. Bana sadece cevap vermeni istiyorum…”
“Acı çekmen, ölmenden daha iyiydi.” Theron tam o sırada elimi sıkıca tuttu. Eğer tutmasaydı, kırık onun boğazındaydı. Başını iki yana salladı. “Yapma, değmez.” Güçlükle elimi tutmaya devam ediyordu. Diğer elini göğsüme koydu. “Lütfen.” Küfür ederek bağırdım ve camı fırlattım. Hızla dönerek Jack’in suratına sert bir yumruk attım. Sarsaladı, vurduğum yeri tutup bana baktı. “Seni rahatlatacaksa yine beni döv, bunu hak ettim. Çok pişmanım, o gün seni sadece kışkırtmak için yaptım.”
“Seni asla affetmeyeceğim ama eğer seni affetmemi istiyorsan kendini öldür. Dualarının bedelini öde. Ve bir daha asla, ama asla benim karşıma çıkma. Ne Nico’nun kardeşine bulaş, ne de çetenin haberlerini duyayım.” Onu göğsünden ittirdim. “Eğer birini yaparsan, seni bulduğum gibi öldürürüm Jack.”
Theron’a baktım. “Gidelim.” Başını salladı. İkimiz ilerlemeye başladığımızda Jack arkamdan seslendi. Ona döndüm. “Ben o zamanlar sadece bir çocuktum. Hayatı ailesi tarafından karartılmış bir çocuk, yanlışı doğruyu bilmeyen bir çocuk. Annesi her gün evden kaçtığı, kocasını aldattığı için suçlu sayılan küçük bir çocuk. Bu yüzden her gece, annesinin yediği bokların bedelini ödeyen bir çocuk. Piç doğmuş bir çocuk, babası belli olmayan bir çocuk. Sığındığı tek liman, onu on beş yaşında terk etmiş abisi. O yaşta kıskanacağı tek şey bir oyuncakken, mutlu bir aileyi kıskanmış kendi yuvası yokmuş gibi bir başkasının yuvasını yıkmış.”
“Bu çocuk büyüdü, iğrenç bir serseriye dönüştü. Duygularını bilmeyen, nerede nasıl davranmasını gerektiğini bilmeyen bir serseri olmuş. Çünkü hiçbir şey öğrenmedi, gördüğü tek şey vahşet ve kötülük. Bu kötülüğün içinde bir vicdan azabı çekti. Sana yaptıklarının sinirini başkalarından çıkardı, bu onu dahada kötü birisi yaptı. Ama hâlâ nerede nasıl davranılması gerektiğini bilmiyor.”
Bunları neden yapıyor? Bana kendini inandırmaya mı çalışıyor? Ona acımamı mı istiyor?..
Eğer ne yapmaya çalışıyorsa işe yarıyordu. Vicdanım sızlıyordu. “Umrumda değil anlattıkların.” Derin bir iç çekerek başını eğdi. “Sadece bilmeni istedim, eğer şu an ki aklım olsaydı… dualarımı geri alabilseydim ve bu, onların geri gelmesini sağlayacak olsaydı yapardım. Gerçekten çok pişmanım. Duygunun ne olduğunu bilmiyorum ama birinin farkındayım; vicdan azabı ve pişmanlık.”
“Sana inanmıyorum Jack, pişman olduğuna hiçbir zaman inanmayacağım. Eğer gerçekten vicdan azabı çekiyorsan, içinde boğularak öl. O zamanlar sen bir çocuktun, peki ben değil miydim?” Kaşlarımı çattım. “Bende çocuktum! Neden senin kıskançlığının sorumluluğunu ben çektim ki?! Bu kadar şeyin acısını benden çıkaracağına gidip kendini öldürseymişsin keşke. Bir kelime daha konuşursan, seni kendim öldüreceğim. Sesini duymaya tahammülüm yok.”
Arkamı döndüm ve ilerlemeye başladık. Theron omzumu tutarak sıvazladı. “Yine de onun için üzülmeden edemiyorum. Ağır konuştum ama… ne bileyim işte, üzülüyorum. Abisiyle arası çok iyi diye ben onu kıskanırdım, oysa olana bak.” Boğazıma yumrular dizildi. Göz yaşlarım tekrardan akmaya başladığında bağırdım. “Ahhh, neden her şey böyle olmak zorunda!! Neden insanlar iyi bir hayat yaşayamıyor? Neden… acıyla ve nefretle büyümek zorundayız!?”
“Aidan—“
“Neden onlar ölmeliydi, neden Wayne ölmek zorundaydı?!” Göz yaşlarımı kolumla sildim. “Ne için onlar yerine hiçbir zaman ben ölmedim?! Neden hep hayatta kalan ben oldum?! AAAH, SİKEYİM LAN!” Üstümde ki ceketi çıkardım ve kenara attım. Limanın kenarına gittim. “Aidan—“
“Sikerler.”
“Gel şuraya, çok derin orası. Bir sürü de gemi var, altında kalacaksın.”
“Umrumda değil.” Aşağıya baktım. Derin bir nefes aldım, hiç bu kadar cesur hissetmemiştim. “Gece vakti alır dalgalar götürür seni, gel şuraya diyorum!” Bağırdı. “Aidan!”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı