Antony ile içeriye gittik. “Cidden bununla mı takılıyorsun?” Dolaptan birkaç eski çarşaf çıkardı, Theron’un kanları koltuğa bulaşmasın diyeydi.
“Theron mu? Gayet iyi çocuk, neden öyle diyorsunuz?” Kaşlarını çattı. “Kaç yaşında bu?” Çarşafları elime verdiğinde tuttum ve ona baktım. “Yirmi üç? Aramızda üç yaş var işte.” Başını iki yana salladı, sanki hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu. “Sen yirmi yaşına mı geldin?”
“Birkaç aya evet.” Çok şaşırmıştı, elini omzuma koyarak sıvazladı. “Vay be, elimde büyüdün.” Gülümseyerek başımı salladım. Sanırım Bay Antony beni işe aldığında on beş, on dört yaşındaydım. Elini indirdi.
“Çok ukala o bebe, çocuk gibi.” Güldüm. “Anlaşıldı.”
“Bu tavır ne şimdi? Anlaşıldı da ne demek?”
“Sizde farklı değilsiniz patronum.” Kafama vurdu. “Ahhh.” Bana içeri geçmemi söyledi. Geldiğimde koltuğa çarşafları serdim. Hazırdı, hiç bulaşmazdı koltuğa. “Çok şükür ki kurşun çokta derine saplanmamış, görünüyor. Kolayca çıkarabilirim.” Kalkmasına yardım ettim, seke seke koltuğa geldi ve yattı.
“Anesteziyi bacağına yapacağım, zaten büyük ihtimalle çoktan uyuşmuştur ama garantiye alalım olur mu? Biraz kesmek zorunda kalacağım.”
“Nasıl isterseniz doktorum.” Theron’un bu ses tonu. Yavşaklık ses tonuydu. “Yapmasana!” Fısıldadım. “Ne? Taş gibi hatun.” O da bana fısıldadığında başını tutarak yasladım. “Sapıklaşma. Tüm süreç boyunca bana bakacaksın.”
“Neden sana bakıyorum? Ben doktora bakmak istiyorum!” Başımı iki yana salladım. “Çekil önümden!” Beni ittirdiğinde önüne geri geldim. Bana bakacaktı. İnat etmiştim, doktor resmen ondan yaşlarca büyüktü. Ayrıca ona yüz bile vermiyordu.
“Anesteziyi yaptım Theron, bir şey hissettin mi?” Beni ittirdi ama tekrar önüne geri geçtim. Sinirle iç çekti. “Hayır.” Kalkmasın diye onun omuzlarından tutarken başımı döndürüp omuzumun üzerinden baktım. Eldiven giymişti, elinde dezenfekte edilmiş bir neşter vardı. Ayrıca malzemelerde dezenfekte edilmişti. Sıra sıra, düzenli bir şekilde duruyorlardı.
Yavaşça kurşun yarasını kesti. Suratımı ekşittim. Kan fışkırmadı ya da deli gibi akmadı. Akan az bi kanı gazlı bezle temizledi, Antony ışığı tutuyordu. Eliyle yarayı biraz açtı ve pensi aldı. “Biraz daha yaklaştırır mısın?” Antony ışığı yaklaştırdığında pensi yaranın içine soktu. Theron’a baktığımda gayet iyi görünüyordu. “Acıyor mu?”
“Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum.”
“Daha önce böyle bir şey yaşamış gibi duruyorsun.” Gülümsedi. “İlk defa kaçak yollardan tedavi olmuyorum, bu içlerinden en iyisi. Hem doktorun anestezisi olmuyordu, hemde doktor çirkindi. Hep yaşlı gelirdi.”
“Anestezisi olmuyor muydu? Nasıl dayanıyordun?”
“Film klasiği ile, ağızda bir bezle, dişlerin kırılacak kadar bastırıyorsun. Deli gibi terliyorsun, bitsin diye yalvarıyorsun. Ölmüyorsun ama ölmeyi diliyorsun. Benimle takılmaya devam et, onu da deneyimlersin. Ama belli ki artık bu hanımefendi var, işe mi alsak?” Başımı sallayarak sessiz kaldım ve tekrar arkama baktım.
Kurşunu çıkarmayı başarmıştı. “Kurşun dışarda.” Temiz bir yere koydu ve iğne ipliği alarak yaraya yaklaştırdı. “Şimdi dikmeye başlayacağım, nasıl hissediyorsun Theron?”
“Yumuşak ellerinizi hissedemediğim için çok üzgünüm doktor hanım.” Antony ona sinirle baktığında dil çıkardı. Bende ona dönüp baktığımda başımı iki yana sallayarak uyardım. “Hem konuşmam yasak, hem görmem. Ben ne yapayım?”
“Sus mesela.” Kaşlarını çattı. Tekrar döndüm ve baktım. Yarayı özenle dikiyordu, işini çok temiz yapmıştı. Bitirmesine çok az kalmıştı. Theron sıkıntıdan patlıyordu. Sürekli iç çekip duruyordu. “Dayan azcık, bitecek.”
Bir süre sonra doktor bittiğini söyledi. Kanları ıslak bir bezle temizledi. Sonra bir krem sürerek eldivenleri çıkardı. “Buraya bir antibiyotik bırakacağım, bitene kadar kullanacaksın. Bir de şimdi bir iğne yapacağım.” Kalktım. Theron başını kaldırarak yaraya baktı. Gerçekten harika bir iş çıkarmıştı doktor.
Dediği iğneyi yaptı. “Ne olur, ne olmaz bir hastaneye gitmelisin. Röntgen çektirip kemiğinde ya da sinirinde hasar var mı diye kontrol ettirmelisin.” Theron başını salladı, kesinlikle yapmayacaktı. Adım gibi emindim.
“Bacağını zorlamayacaksın, yoksa dikişler patlar. Tekrar dikiş atamam. En az on güne yürüyeceksin, ne koşacaksın, ne de tekme atacaksın. Sargıyıda her gün değiştir, ameliyathanede olmadığımız için enfeksiyon kapabilirsin. Her gün pansumanını yap. Antibiyotiğide saatinde kullanacaksın, bitene kadar, yoksa bacağını da kaybedersin.” Doktor dikişe bir bandaj sardı.
“Ee güzelim şimdi sen böyle anlatıyorsun ama, ben ne zaman yürüyeceğim? Ya da ne zaman eskisi gibi dövüşebileceğim?”
“İlk üç hafta dinlenmelisin, koltuk değnekleri ya da Aidan’ın yardımıyla. Dördüncü haftada yavaş yavaş yürümeye başlayacaksın, dengeni geri kazanacaksın. Beşinci ve altıncı haftada yavaş yavaş koşmaya başlayabileceksin. İstersen fizik tedavi görebilirsin. Altıncı ve sekizinci haftada ise tam olarak kendine gelmiş olursun.”
“Oha, hayatta olmaz, ben bekleyemem. İki aylık bir süreçten bahsediyorsun doktor, farkında mısın?” Theron için gerçektende imkansız bir süreçti. İyileşmesini beklemeli, ondan sonra işlerini halletmeliydi. Ama şu an içindeki hırsın nasıl olduğunu tahmin edebiliyordum, yerinde duramıyor olmalıydı.
“Bacağını kaybedebilirsin diyor Theron, işin ciddiyetinin farkında mısın?” Bana baktı. Başını iki yana salladı. “Sende biliyorsun Aidan, yapacak bir sürü işim var.”
“Dayanmalısın, bir-iki ay bir şey değil. Bacağın için. Eğer aksini yaparsan ne dövüşebilirsin, ne de motor sürebilirsin. Sürmeyi bırak gezemezsin bile.” Derin bir iç çekti. “Aidan, onunla sen ilgilen. Theron bacağı ile hiç ilgilenmeyecek gibi duruyor.” Doktorun dediğini başımı sallayarak onayladım. Demese bile zaten yapacaktım, Theron’u asla böyle bırakamazdım.
Doktor etrafı toplamaya başlarken Antony kollarını göğsünde birleştirmiş bize bakıyordu. “Bugün burada kalın ertesi gün nerede kalacağınıza bakarız.”
“Bakmaya gerek yok, benim ev var.”
“Yapabilecek misiniz?” Gülümsedim. “Senelerdir yalnız yaşıyordum, niye yapamayım?”
“Yalnız kalmayın diye dedim.”
“Yalnız kalmak ha?” Buruk bir şekilde güldüm ve Theron’u tutarak kaldırdım. “Sen kenara geç, bizde çarşafları çıkartalım.” Onu diğer koltuğa oturttum ve çarşafları çıkardık.
Hepsini çöpe attık, temiz nevresimleri koltuğa serdik. Theron’u tutarak kurduğum koltuğa oturttum. Bay Antony ona temiz bir eşofman getirmişti. Alarak ona giydirdim. İyi olduğu için şu an çok mutluydum, bir anlığına onu da kaybedeceğim diye ödüm bokuma karışmıştı. “Şuna bak, yatalak hasta oldum.”
Antony diğer koltuğu benim için hazırlarken konuştu. “Buna şükret, mermi en azından hayati bir yerine saplanmamış. Yoksa Aidan’ı bu sefer kimse tutamazdı.” Ona baktım. Sonra Theron’a baktım. O da bana bakıyordu. “Ölsem benim içinde ağlar mıydın lan?”
“Hayır.” Güldü. Mahvolurdum, bu sefer gerçekten Antony’nin dediği gibi beni kimse tutamazdı. Bir kaybı daha asla kaldıramazdım.
Bu yola girmeden önce bir daha kimseyi hayatıma almayacağıma yemin etmiştim, herkesi kendimden uzaklaştıracaktım ama Theron benim için son şans gibi bir şey olmuştu. Son umudum. Kalmak için son bir sebepti. “Ben Aidan’ı asla yalnız bırakmam, ne olursa olsun. Gerekirse mezardan kalkarım.” Parmaklarını saçlarımın arasına sokarak karıştırdı ve gülümsedi. Elini ittirdim.
Bacağını kaldırıp yatmasında yardımcı oldum. “Senin omzuna n’oldu?” Antony yanıma yaklaştığında omzuma baktım. Theron endişeyle bize baktı. Kan vardı. “Melissa, bir bakar mısın?” Yanımıza geldi. “Çıkar üstünü.” Antony’nin dediğini yaptım ve çıkardım.
Kolum kanla kaplıydı. Melissa yarayı inceledi. “Kurşun sıyırmış, bununda dikilmesi gerek.” Derin bir iç çektim. “Önemli bir şey değil, iki saniyemi alır. Otur hadi.” Koltuğa oturdum. “Enfeksiyon kapmış olabilir, yarın hastaneye git.” Başımı sallayarak onayladım. “Anestezi de kalmadı, fazladan enjektörde yok.”
“Önemli değil, dayanırım.”
Omzuma bir dikiş atıldı ve kanlar temizlendi. Antony yeni bir tişört verdi bana. “Şu vücudunun haline bak, dövüşmekten morluklarla, yaralarla dolmuş. Suratın bile nasıl değişmiş...” Sessiz kalarak bir şey demedim. “Keşke yakalansaydınız da görseydiniz gününüzü.”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı