“Anne! Tuzu versene, tuzsuz olacak!” Annemle birlikte yemek yaparken tuzu koymayı unutmuştuk. “Theron… oğlum, az önce attık ya. Ne kadar unutkansın…” Başımı iki yana salladım. “Hayır, bak tadına, tuzsuz.” Temiz bir kaşığa yemekten bir tutam aldım ve üfleyerek ona uzattım. Kaşıkta ki yemeği ağzına aldı ve çiğnedi. “Mhmm, gerçekten tuzsuz olmuş. Cidden atmamış mıyız ya?”
“Gördün mü? Sana demiştim.” Güldü ve biraz tuz attı. “Yaşlandım artık, n’apayım? Unutuyorum…” Ona sarılarak yanağını öptüm. “Sorun değil.” Yemek hazır olduğunda tabaklara dökmeye başladı. “Ama gerçekten çok lezzetli oldu, mis gibi kokuyor.” Onayladım ve ona hak verdim. Masaya oturarak yemek yemeğe başladık.
“Biraz daha al oğlum, çok az almışsın, incecik kaldın.” Güldüm ve hemen reddettim, tabağım zaten doluydu. Annemle birlikte yemek yapmaya bayılırdım. “Anne, zaten tabağım dopdolu! Ama yesem bile doyamam, senin parmaklarının değdiği her şey çok lezzetli! Keşke bende daha güzel yapabilsem…”
“Ne demek o öyle? Zaten elin bir erkeğin eline göre çok lezzetli ve yetenekli. Ayrıca senin o gülen yüzün bana yeter.” Masaya oturdu ve çatalını eline aldı. “Eee, okul nasıl geçti bakalım?”
“Yaaani, idare eder… Jaxon ile kavga ettik ama barışırız yine merak etme.“ Kaşlarını çattı, ağzındaki lokmayı yutmak için suyunu yudumladı. Bende yemeğimi yemeğe devam ettim. “Nedenmiş o? Yine ne için kavga ettiniz? Keşke çağırsaydın, birlikte yemek yerdik.” Ağzım doluyken konuştum. “Merak etme, yarına kalmaz barışırız.”
“Aidan nasıl?”
“Aidan?” Kaşlarımı çattım. O? Aidan… kimdi ya? Biraz düşündüm. Elimle alnımı ovaladım. “Hatırlamayadım ki…” Bana inanamadı. Çok önemli birisi olmalıydı ki hatırlamayışıma çok şaşırmıştı. “Oğlum, yemeklerin kokusu seni sarhoş mu etti?” Güldüm. “Belki?…”
“Şaka yapmıyorsun. Gerçekten Aidan’ı unuttun mu? Nasıl unutursun. Sevdiğin çocuk, vardı ya hani.”
“Anne.” Güldüm. “Ben bu hayatta kolay kolay birisini sevmem, biliyorsun.” Derin bir iç çekerek onayladı. “Biliyorum, o yüzden şaşırdım ya. Nasıl bu kadar önemli birisini unutursun?” Kendimi kötü hissettim. O kadar önemli birisiyse neden unuttum?
“Boşver. Biliyor musun anne, sen dünyanın en sabırlı ve en tatlı annesisin.” Gülümsedi ve ufak bir kahkaha patlattı. Uzanarak saçlarımı karıştırdı. “Sen de benim en büyük mutluluğumsun oğlum. İyi ki varsın… ama…” Salatadan bir kaşık aldım ve çiğneyerek onun diyeceği şeyi merakla bekledim. “…burada olmaman gerekiyor. Artık gitmen lazım.”
“Ne? Nereye?”
“Uyanman lazım.” Güldüm. “Anne, bende bu şakalarını ne zaman yapacaksın diye merak ediyordum. Nasıl dayandın şimdiye kadar?” O gülmüyordu, oldukça ciddiydi. “Şaka yapmıyorum Theron, gitmen gerekiyor. Burada olmamalısın, ait olduğun yer burası değil.” Tekrardan güldüm. “Kes şunu, bence oyuncu olmalısın.”
“Seni bekliyor.” Ürkmüştüm. Annem ne diyor böyle? Uyanmak, buraya ait olmamak?… Benim evim burası, annemin yanı, buraya ait olmamakta ne demek? “Kim?” Elini kaldırdı ve dışarıyı işaret etti. Evin kapısı sahile çıkıyordu, birisi denizin karşısındaydı. Bedenimi sanki ben yönetmiyordum, bir anda ayağa kalktım, camın yansımasından kendimi gördüm. Kocamandım, liseli değildim. Dışarı çıktım. Denizin dalgaları kayalara çarpıyordu, kıyıya gelip orada bekleyenin çıplak ayaklarına vuruyordu.
Yaklaştıkça yaklaştım, sıcak kum ayaklarımı ısıtıyordu. Sahildeki rüzgâr saçlarımızı savuruyordu. Arkama baktığımda annemin beni kapıdan seyrettiğini gördüm. Önüme döndüğümde onun yüzünü gördüm. Aidan’ın.
Doğru ya, Aidan. Nasıl unuturum onun kim olduğunu? Bana tekrardan hayat veren, beni tekrardan insan gibi hissettiren birisini nasıl unuturum? Hangi yüzle ona sırtımı dönebilirim? “Aidan.” Ona yaklaşmak istedim ama sanki aramızda görünmeyen bir duvar vardı, yanaşamadım. Başını iki yana salladı, alnında ki saçlar rüzgârla savruluyordu. “Dönmeyeceksin, değil mi? Burada kalacaksın, sonsuza kadar.”
“Burada kalmak mı?”
“Bir buçuk sene oldu Theron, neden hâlâ dönmüyorsun?” Bir buçuk sene mi? Ama ben buraya… daha dün geldim. “Ben… belki de dönmek istemiyorumdur. Biraz daha onunla kalmak istiyorum. Annemle mutluyum, onunla uyuyorum, onunla kalkıyorum.” Kaşlarını çattı, dalgalar karaya şiddetle çarpıyordu. Dalgaların sesinden neredeyse onu duymayacaktım. “Yolun sonu mu?” Ona cevap veremedim. Arkasını yavaşa döndü. “Sanırım artık özgürlüğe ulaşmanın zamanı geldi. En mantıklısı bu, en başından beri insanlara hayatımı adamayı kesmeliydim. Onlara bağlanmamalıydım. Wayne’yi sudan çıkarmamalıydım, sudan çıkarmasaydım senlede tanışmazdım. Hayır… babaannem o gün beni hiç kurtarmamalıydı, o kazadan sağ çıkmamalıydım. Dokunduğum her şeyi çürütüyorum, zehirliyim sanki.”
“Aidan, hayır…”
“Bu berrak denizin derinliklerinde özgürlük var, neden burada kalarak kendimi sınıyorum ki?” Vücudunu bana yarım bir şekilde döndü ve gülümsedi. “Wayne de beni seçmedi, sende burada kalacaksın. Herkese hayatımı adadım ama bana kim hayatını adadı? Herkes çekip gidiyor, kimse kalmıyor; kimse kalmaz zaten, ben neden inatla kalıyorum ki?”
“Hayır Aidan, öyle değil. Gelmek istiyorum! Lütfen.” Başını iki yana salladı. “Unut gitsin.” Bağırdım. “Hayır! Gerçekten gelmek istiyorum, bir anlığına ne dediğimi bilemedim! Sen varsan her yere gelirim, sadece senle ben!”
“Bende, bende öyle istiyorum ama…” Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Usulca bir göz yaşı yanağından süzüldüğünde başını yere eğdi, suratıma bakamaz oldu. “…artık insanları zehirlemek istemiyorum. Burada olmanın nedeni benim suçum.” Hızla reddettim. “Öyle değil! Gerçekten!” Arkasını döndü, rüzgâr şiddetle eserken bir yandan onu soyuyordu. Gömleği dalgalanırken sırtına kadar çıkıyordu. “Umarım bu sefer beni kimse kurtarmaz.” Hiddetli dalgaların arasına girerken gözden kaybolması çok uzun sürmedi.
“Dur, hayır… yapma!” Peşinden koşmaya başladım, aradaki duvar kalkmıştı. Deniz buz gibiydi, ay’ın ışığı denize vuruyordu. Aidan yavaş yavaş kara, kötü niyetli suyun arasında kayboluyordu. Aramızda kocaman bir mesafe vardı, ona yetişemiyordum. Sırılsıklam olmuştum, bağırıp yakarırken onu durduramıyordum. Koca dalgalardan birisi beni içine çektiğinde derin okyanusa daldım. Yüzeye çıkamıyordum, etrafta Aidan yoktu. Bütün ciğerlerime su doluyordu, parlayan ay’ı suyun tepesinde görüyordum. Sanki bir şey beni bir daha çıkmamak üzere, dibe çekiyordu.


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı