Basın açıklaması günüydü. Wayne’yi yalnız bırakamazdım, bu yüzden sahne arkasında onunla birlikteydim. Çok stresli ve gergindi. “Kâğıt?! Kâğıt nerde!” Kaşlarımı çattım. “Almadın mı yanına? Evde mi unuttun?” Ceplerine baktı. Konuşma yapacağı kâğıdı kaybetmiş olamazdı. “Olamaz ya! Olamaz!!!!”
“Sakin ol, dur. Ben gidip arabaya bakacağım, sende buralara bak.”
“Beş dakika kaldı!”
“Tamam, hemen gidip geleceğim.” Yerimden fırladım ve dışarıya koştum. Şöföre kapıyı açmasını söyledim. Arka kapıyı açtım ve koltuklara baktım. Başımı eğerek koltuklarına altında göz gezdirip elimi attım. Kâğıt elime geldiğinde hızla kaparak baktım. Gülümsedim. Çıktım ve kapıyı kapattım. Şöföre teşekkür ederek koşmaya başladım.
Bir dakikası kalmıştı, nefes nefese kalmıştım. Sanki neredeyse kan kusacak gibiydim. Sahne arkasına tekrar girdim ve Wayne’nin eline kâğıdı tutuşturdum. “Al…” Soluklandım. Ciğerlerim yanıyordu. Rahatladı ve teşekkür etti.
Bir görevli Wayne’yi çağırdı, kâğıdı elinden aldı ve büyük ihtimalle kürsüye götürecekti. “Tamam, geliyorum.” Wayne’nin saçlarını ve gömleğini düzelttim. Ceketinide silkeledim. “Sakın stres yapma tamam mı? Etrafa bakma, gazeteciler soru sorduğunda sakince cevap ver. Unutma, sen hiçbir şey yapmadın.” Başını sallayarak onayladı. “Harikasın, hadi.” Sırtına hafifçe vurdum ve ilerledi.
Sahnenin arkasından çıktım ve onu daha net görebileceğim bir yere geçtim. Bir sürü kamera vardı, flaşlar Wayne çıktığı anda patlıyordu. Böyle bir ortamda nasıl sakin kalacağını düşündüm ama başarabileceğine inandım.
“Öncelikle burada herkesin karşısında yaptığım şeyden dolayı ilk biricik ailemden, halkımızdan, daha sonra bu videoyu görüp izleyen küçük kardeşlerimden özür diliyorum. Sizi hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm. Bu videoda on yedi yaşımdaydım, iki sene geçti ve iki sene boyunca çok değişip büyüdüm. Yaptığım şeyin doğru olmadığını, çocuk aklıyla hareket ettiğimi söylerim. O günden sonra bir daha asla kullanmadım.” Flaşlar patlamaya devam etti, neredeyse sesi duyulmayacaktı. “Burada bu açıklamayı yapmaktan utanç duyuyorum, kendimden utanıyorum. Bir daha öyle bir şeyin tekrarlanmayacağına yemin ediyorum.”
Bir muhabir aralarından bağırdı. “Bay Wayne, on üç yaşınızda intihar girişiminde bulunduğunuz doğru mu?”
Bu planda yoktu. Bu mevzu, kamuoyuna hiç yansıtılmamıştı. Ama nasıl oluyorda böyle bir soru sorabiliyordu? Kimsenin haberi yokken bu muhabirin nasıl vardı?
Herkes şaşırarak aralarında fısıldaşmaya başladı. “Bileklerinizi kestiğiniz söylentisi doğru mu?” Wayne ile göz göze geldik. Flaşlar patlamaya devam ediyordu, daha da şiddetlenmişti. Nefesi daralıyor olmalıydı, başı dönüyordu. Kürsüye tutundu. “H—hayır, kesinlikle… kesinlikle bir dedikodu.”
“Ama hastane kayıtları var.” Yutkunduğunu fark ettim, bana bakarak yardım istediğini anladım. Kollarımı göğsümden indirdim ve etrafa baktım, ne yapacağımı bilemedim. “Bir açıklama yapmak zorundasınız! Neden kendinizi öldürmeye çalıştınız?”
Başımı iki yana salladım, sessiz kalmasını tercih ettim. “Öyle bir şey olmadı… ben asla… öyle bir şey yapmam.”
“Sizin örnek alınacak bir insan olmanız lazım! Küçük yaşta intihara kalkışıp klüplerde uyuşturucu çekerek mi örnek oluyorsunuz?!” Muhabiri tutup bütün kameralar önünde ağzını burnunu kırmak istedim. Birden fazla gazeteci ve muhabir soru soruyordu, Wayne hiçbirine cevap veremiyordu. Ağlamaya başladığını gördüm.
“Bir açıklama yapın! Siz nasıl bir örneksiniz! Geleceğimiz sizin gibi birinin elinde mi olacak?”
“Babanız bu durum hakkında neden sessiz kalıyor!?”
“Neden kamuoyuna yansıtılmadı? Neden intihar girişiminiz saklandı?”
Yerimde duramadım. Wayne’nin buradan kaçması için bir şeyler yapmam gerekiyordu, en azından şu an buradan gitmesi gerekiyordu.
“Günlerce niçin açıklama yapmadınız? Neden saklandınız?” İnsanları ittirerek sahneye çıktım. Wayne’yi çektim. “Git.” diye fısıldadım ve onu ittirdim. Beni tutan güvenlikleri ittirdim ve mikrofona uzandım.
“Aptal aptal sorular sormayı kesin lan! Neden bu çocuğa bu kadar baskı yapmak yerine anlayış göstermiyorsunuz?!“ Güvenlikler beni çekiştirirken ısrarla mikrofona uzanıyordum.
“Wayne’nin öz ailesi Armstrong değil! Bu çocuğun ailesi belirsiz, yıllarca öz ailesinin yokluğu ile yaşamak zorunda kaldı! Yalnız hissettiği ve şahsi meselelerinden dolayı, bir daha asla kullanmayacağı bir maddeyi kullandı, videoya çekildi ve yıllarca bu video yüzünden şantaja uğradı durdu! Jackson White! Her şey onun yüzünden! Yıllarca masum bir oğlanı zorbaladı! Parasını yemek için onu tehdit etti, sürekli dövdü! Sırf sizin yüzünüzden, hepiniz birer orospu çocuğu olduğunuz için buna katlanmak zorunda kaldı! Sadece Wayne’yi değil, daha sesini çıkaramayan bir sürü çocuk var! Yanlış kişiyi işaret ediyorsunuz, burada suçlu olan Wayne değil! Suçlu olan Jackson White ve sizlersiniz! Doğru düzgün bir ebeveyn olmayı bile beceremiyorsunuz lan! Çocuklarınızı nasıl eğiteceğinizi bilmiyorsunuz!”
Güvenlikler beni sürüklemeye başladı. Mikrofondan uzak kaldığım için bağırmak zorunda kaldım. “WAYNE’Yİ ÇOCUKLARINIZA ÖRNEK GÖSTERMEDEN ÖNCE SİZ ONLARA İYİ BİR ÖRNEK OLUN APTAL OROSPU ÇOCUKLARI!”
Güvenlikler beni dışarıya çıkardı, onları ittirdim. “Bırakın lan! Gerizekalı mısınız nesiniz sizde!” Etrafıma baktığımda bir sürü gazetecinin ve muhabirin geldiğini gördüm. “Has…” Hızla hareketlenerek Wayne’nin arabasına ilerledim. “Çabuk aç!!”
Şöför açtı ve içeri girerek kapıyı kapattım. Şöförde benimle oturdu. Camlar film kaplıydı, etrafta bir sürü gazeteci vardı. “Yaptığın konuşma çok havalıydı.” Güldüm ve ona baktım. “Harbi mi diyorsun?” Başını sallayarak onayladı. “Bakayım.” Telefonunu çıkarıp bana gösterdi. “Yakışıklıyım ha.” Güldü. “Dur, Wayne nerde?”
“Gelmedi.” Telefonumu çıkardım. Wayne’yi aradım. Bir süre açmadı, korktum. Ama en sonunda açmıştı. “Arabada yoksun, nerdesin sen?”
“İçerideyim, çıkamadım daha, dışarısı çok kalabalık.”
“Ne zaman çıkacaksın? Arabada seni bekliyorum.”
“Birazdan.” Onayladım ve telefonu kapattı. Dışarıya baktım, bütün gazeteciler ve muhabirler Wayne’nin çıkacağı yere bakıyordu. Arabadan indim. Wayne’nin çıktığını gördüğümde etrafında güvenlikler vardı, onu koruyorlardı. Muhabirler yine bir sürü soru sormaya başladı. Sinirden dişlerimi sıktım ve ilerledim. “Bay Wayne, neden bir açıklama yapmıyorsunuz? İntihar ettiğiniz gerçekten doğru mu?” Kalabalığı ittirdim. Güvenliklerde sanki bilerek onu yavaş yavaş getiriyorlardı.
Wayne’yi hemen kolumun altına aldım ve başını etrafa bakmaması için eğdim. Çok kötü görünüyordu, ağlayıp durmuş olmalıydı. Titreyip duruyordu ve kollarını cimcikliyordu. “Bir şey olmayacak, sakin ol.” Fısıldadım. “Ben buradayım, sana hiçbir şey yapamazlar.”
Şöför kapıyı açtı ve hızla Wayne’yi bindirdim. Ardından binerek kapıyı kapattım. Derin bir nefes aldım. Şöför kapıyı kilitledi, arabanın önüne koca bir topluluk kapatıyordu. Şöför kornaya basıp duruyordu. Pencereyi açtım ve bağırdım. “Lan dağılsanıza! Ne kadar yapışıksınız, yeter artık!”
Birini en sonunda dövecektim. Wayne hıçkırarak ağlamaya devam ediyordu, nefes alamıyordu. Ona uzandım ve sarılarak başını omzuma yasladım. Saçlarını okşarken konuştum. “Şşş, sakin ol. Ben buradayım tamam mı? Ben varken sana kimsenin zarar vermeyeceğini biliyorsun.” Sakinleştiğini hissettim. Çekilirken saçlarından öptüm. “Aç kapıyı.” Şöför açtığında arabadan indim ve sürücü kapısını açtım. “Diğer tarafa geç.”
“Ne? Aidan, buna izin veremem.”
“Wayne’ye baksana, çocuk boğuluyor! Hava alması lazım, korna çalarak dağılmayacaklar.” İnsanları ittirdim. “Kay hadi!” Yan koltuğa geçti ve başımı eğerek bindim. Kapıyı sertçe çektim. Araba zaten çalışıyordu. Sağ ayağımla gaz pedalına basıp çektim, araba bir anda hafifçe kükredi. Tekrar bastım, daha yüksek bir sesle kükredi araba.
Güldüm. “Ha siktir lan, sese bak!” İnsanlar yerinden sıçradı, biraz daha geriye çekilmişlerdi ama hâlâ arabanın önündeydi. Tekrar bir ara gaz verdim. Camdan başımı çıkartıp bağırdım. “Çekilmezseniz sizi ezeceğim! Arabayıda ben kullanıyorum, Wayne değil!”
Tekrar bir ara gaz verdim, bu sefer daha yüksek sesli ve şiddetliydi. Kesinlikle tehdit dolu bir kükremeydi. Bir kısım kenara çekilirken ilerideki kısım daha çekilmeden ayağımı debriyajdan çektim ve gaza asıldım. Araba yan verdiğinde birkaç kişi etrafa kaçıştı, belki birazına çarpmış olabilirdi, çünkü dibimize kadar girmişlerdi! “İyi oldu amına koyayım.”
İlerideki kısımda çığlıklarla dağıldığında yan verip alandan çıktım ve daha da bastım. Şöför’e bir gün bunu sürmek için yalvaracaktım, o gün bugündü. “Altında böyle bir şey varken nasıl bu kadar sıkıcı sürmeyi başarabiliyorsun?”
“Asıl sen E60’ı böyle sürmeyi nerden biliyorsun?” Eliyle kenardan tutunuyordu, korkuyordu. Güldüm. “Kanımda var.” Dikiz aynasından Wayne’ye baktım. “İyi misin sen?” Biraz yavaşladım ama hâlâ şöförden hızlıydım. “Bilmiyorum…”
Arabayı dağlık bir alana çektim. “Ne yapacağız burada?” Arabadan indim ve Wayne’nin kapısını açtım. “Hadi, in.” İndi. Ceketini çıkardı ve gömleğinin kollarını katladı, kravatını da çıkarıp arabaya attı ve kapıyı kapattı. Şöför arabada kaldı.
Birlikte ilerledik. Uzun boylu, mullet saç kesimiyle harika bir yüz hatlarına sahip yakışıklı bir adam uçurumun kenarında sigara içiyordu. Gözlüklüydü ve yanağıyla çenesinde hafif bir morluk vardı. Sigarayı aşağıya attı ve yanımdan geçerken göz göze geldik, bizden sadece birkaç yaş büyük olmalıydı. Bizi arkasında bırakıp uzaklaştı, sonra yüksek sesli bir motor sesiyle buradan ayrıldı. Uçurum kenarına oturduk, tüm deniz altımızdaydı. “Yaptığın şey için teşekkür ederim, oradan başka nasıl kaçardım bilmiyorum.”
“Bize hak veren insanlar olacaktır, anlayış gösterceklerdir. O anda babanın yaptıklarını söylememek için o kadar zor durdum ki…” Yumruğumu sıktım. “O piçin ne bok olduğunu herkesin bilmesi gerekiyor.”
“Ama bu her şeyi daha kötü yapardı.” Başımı sallayarak onayladım. “Gerçi bundan daha kötüsü var mı? Kim bilir eve gittiğimde gene ne yaşayacağım…”
“Buna cesaret edemez, bana teşekkür etmesi gerekiyor. Arabayı bana verebilir, harika sürmedim mi? Resmen Hızlı ve Öfkeli de gibiydim.” Güldüm. Ama Wayne gülmemişti. Gülmeyi kestim.
Elimi onun omzuna atarak sıvazladım ve kendime çektim. “Bir şey olmayacak, insanlar sana anlayış gösterecek dostum. Kimse olmasa bile yanında ben varım, bunu unutma. Ben seni anlıyorum ve asla bırakmayacağım.”
Bana bakarak gülümsedi ama çok umutsuz bir gülüştü. Gözleri parıldamıyordu, ağlamaktan kıpkırmızı olmuşlardı zaten. “Keşke seni önceden tanısaydım.” Bir anda dediği şeye şaşırdım. “Keşke daha önceden karşılaşsaydık, başka bir sefer daha iyi bir halimizle. Ailelerimizle oturup gülüşüp yemek yediğimiz bir halimizle, sadece mutlu olduğumuz, kamuoyunun hiç önemli olmadığı bir halimizle.”
Yutkundum ve önüme döndüm. Yaşaran gözlerimi hızla sildim. “Şöyle konuşmasana, biraz dişimizi sıkacağız ve çok mutlu olacağız.” Ona baktım. “Değil mi?” Bir şey demedi, omzunu tuttuğum elimle onu salladım. “Evet… evet, öyle.” Dişlerimi sıktım.
Çok korkuyordum, çok. Onu kaybedeceğim diye ödüm kopuyordu. Bir saniye bile yalnız bırakmak istemiyordum.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı