Kardeşimin yanına gelmiştim. Kafeye geçerken ona kapıyı açtım, gülümseyerek geçti. Bu kafe onun kaldığı eve çok yakındı, bu yüzden hep burada buluşurduk. Sürekli bir dilim yaş pasta sipariş eder, yanında da sert ve acı kahvesini içerdi.
Koltuğa oturdu, bende karşısına geçtim. Her zaman söylediği sipariş etti, bende tatlı bir içecek söyledim. “Aidan yok mu?” Kaskımı masaya koyup eldivenlerimide çıkardıktan sonra ceketimi sandalyeye astım. “Hastane de o.” Kaşlarını çattı, endişelenmişti. Ne olduğunu sormadan hemen açıkladım. “Ne? İnanmıyorum! Yani eğer sen orada olmasaydın Aidan şu an…” Başımı sallayarak onayladım. “Ciddi bir şey yok değil mi?”
“Hayır, o iyi. Hastanede şu an, buradan sonra onu almaya gideceğim zaten.” Başını salladı. “Geçmiş olsun…” Teşekkür ettikten sonra biraz muhabbet ettik. Üniversite hayatından ve arkadaşları ile ne yaptığından bahsetti. Dersleri hâlâ çok güzel gidiyordu, Alice gerçekten çok başarılıydı ve gurur duyuyordum. Annem de onunla gurur duyuyor olmalıydı.
“Geçenlerde babam yazdı.” Pastasından bir lokma çiğneyip kahvesini yudumlarken gözleri genişledi. “Öyle mi? Ne yazdı?” Peçeteyle dudaklarını sildi. “Evet, buluşmak istiyor. Benim hakkımda bir şeyler mi söyledin? Çünkü o herif benden sürekli nefret etti de ondan.”
“Ne olmuş söylediysem? Seni merak ediyordu.” Güldüm. “Sence beni merak ettiğinden mi soruyor beni? Ya da seninle gerçekten ilgilendiğinden mi seninle konuşuyor Alice?” Sessiz kaldı ve bir şey demedi.
Alice hiçbir zaman babamızın kötü bir adam olduğuna inanamamıştı, biliyordu ancak kabullenemiyordu. Alice için aile çok önemliydi, annemizin ölümünden sonra bile zor toparlamıştım. Ama yine de ayakta kalmıştı, çok küçük olduğu için babamın o zamanlar anneme nasıl davrandığını hatırlamıyordu. Zaten annem hastanelik olduğunda babam çoktan yok olmuştu, Alice de babanın ne olduğunu bilmiyordu. Şimdi ise babamın verdiği ufak bir ilgiyi gerçek bir sevgi zannediyordu. Babam da onun bu yanını bilerek kötüye kullanıyordu.
“Buluşacak mısınız?” Dudağımı ısırdım, aslında bunu yapmak hiç istemiyordum. Ama verdiğim söz için, Aidan’ın bağışlanan hayatı için yapmam gerekiyordu. “Evet… evet maalesef, maalesef ki buluşacağım!” Yanakları tombullaştı ve gözleri kısılana kadar gülümsedi. “Gerçekten mi? Lütfen~ lütfen bende geleyim!!”
“Olmaz Alice.” Kaşlarını çattı. “Ya ama neden? Uzun zaman sonra sende ailecek buluşmak istemiyor musun?”
“Bizim bir ailemiz yok, birbirimizden başka hiç kimsemiz yok. Babamla zorunda olduğum için görüşeceğim, yoksa hiç umrumda değil o herif.” Suratı hemen düşmüştü, önündeki pastayı ittirdi. Yemeyecekti, tabağından tutup çektim ve çatalı alarak yemeğe başladım. “Ne zamana kadar hep böyle olacaksın? Hiç mi affetmeyeceksin onu?” Başımı iki yana salladım. “Annemde senden bunu istemez miydi? Hatırlamıyor musun, nefret insanı sadece daha mutsuz bir insan yapıyor, derdi.”
“Babama karşı nefret bile beslemiyorum ben, sadece affetmeyeceğim.” Derin bir iç çekti. Pastadan bir lokma daha alıp arkama yaslandım ve ona baktım. “Bence sende bu kadar saf olma güzelim, bir gün pişman olacaksın. O adamla büyüdüm ben, ne halt olduğunu biliyorum. İyi, güzel, o senin baban ama sınırlarını belirle. Şımartırsan tepene çıkar, sonra kötü bir şey yapmak zorunda kalırım.”
“Of abi ya! Hep böyle kırıcısın!”
“Kırıcı değilim ben! Kırıcı değilim! Ben sadece gerçekçi bir abiyim, tamam mı? Onun yüzünden kırılacağına benim yüzümden kırıl daha iyi, anladın mı? O adam tam bir şerefsiz ve ikimizi de kullanıyor! Aç artık o gözlerini!”
“Bari bende geleyim. Lütfen, lütfen ~ lütfen abi~” Alt dudağını büzüp gözlerini kırpıştırdı. “Bakma bana öyle, git.” Başımı pastaya eğip bir lokma alıp ona baktım. Hâlâ gözüme bir yavru kedi gibi bakıyordu. “Lütfen~”
“Of! İyi, tamam. Ama sana garantisini veriyorum, tatlı şeyler olmayacak, sonra gelip de bana kızma tamam mı? Çünkü biliyorum seni, bana öfkeleneceksin.” Gülümsedi. “Tamam! Söz!” Dudaklarımı büzüştürdüm. “Hiç inandırıcı gelmedi.”
Biraz daha sohbet ettikten sonra saatin üç’e geldiğini gördüm. Aidan hâlâ hastanede olmalıydı. “Ben gideyim.” Hesabı ödedim ve ekipmanlarımı giydim. Kaskımı elime alıp birlikte kafeden çıktık, motora doğru ilerlerken o da bana eşlik etti. “Eşşek erkek arkadaşın ne yapıyor? Seni üzmüyor değil mi?”
“Of abi ya, onun bir ismi var, şöyle seslenmesene!” Elimle başını hafifçe ittirdim. “Yok onun bir ismi falan. Uyar onu bak, eğer seni üzerse karşısında beni bulur, anladın mı? Döverim onu.” Kaşlarını çattı. “Haber ver.” Onayladım ve sarıldık. “Dikkatli sür!”
“Sende— ah, dikkatli git işte.” Güldü ve çekildi, arkasını dönerek yürümeye başladı. Motora bindim ve hastaneye doğru yol aldım.
Yine de çok kızgındım, Aidan’ı nasıl affedebileceğimi bir türlü düşünemiyordum. Evet, affetmek istiyorum ama yine de… bilmiyorum. Ne kadar korktuğumu anlatamam. Gerçekten, asla anlatamam, deneyemem bile.
Hastaneye geldiğimde Aidan çoktan kapıdan çıkmıştı. “Hey, hey—“ Hızla yanına ilerledim. “Beni bekleseydin ya.” Theron… abartma. Sadece boğuldu, sakatlanmadı. Kendi başına halledebilir. Offf. “Gelmezsin zannettim.” Güldüm. “Gelmez miyim mi sandın? Ama mantıklıymış, keşke gelmeseymişim.” Kaşlarımı çattım, yine öfkem vücudumu sardı. “Sürekli böyle mi davranacaksın?” İlerlemeye başladık. “Bilmem, sen olayın ciddiyetini kavrayana kadar belki evet.” Sessiz kalarak başını yere eğdi. “Üzgünüm, düşüncesiz davrandım işte.” Hafifçe kıkırdadım. “Keşke bende biraz düşüncesiz davranabilsem. Sana aynı şeyleri yaşatmamak için ne kadar çabaladığımdan haberin var mı Aidan? Senin için ne kadar çabaladığımdan… aman ya, boş ver.”
“Senden benim için çabalamanı istemedim.”
“Ne?” Durup ona baktım, o da durdu ve arkasını döndü. Haklıydı, o benden hiçbir şey istemedi. Ama yine de böyle demesi doğru mu? “Beni kurtarmanı ya da benim için çabalamanı istemedim. Senden sadece Armstrong’un açığını bulmanı istedim, bunlara anlam yüklemen benim suçum mu?” Kalbim sıkışırken gözlerim karardı, nefesim daraldı. “Ne— ne diyorsun sen?” Gergin bir şekilde güldüm.
“Sen— sen ciddi misin lan?” Kâbus falan olmalıydı ya da Aidan tekrardan aklını kaçırdı. Garip konuşuyordu. “Unut gitsin Theron.” Kaşlarımı çattım ve onun yakasını tek elimde tutarak çekiştirdim. “Seni gider o suda tekrar boğarım lan. Ne diye benim yanımdan ayrılmadın o zaman? Tüm intikamın bittiğinde neden siktir olup gitmedin yanımdan!” Sessiz kaldı. “Bak çocuk, eğer kırıcı konuşuyorsak konuşalım o zaman; sen kaybetmeye alışık olabilirsin ama ben değilim. Seni kaybetmeye niyetim hiç yok, aptal intihar dolu kafanıda patlatmadan kes sesini.”
Göğüsüm hızla kalkıp indiğinde kendimi babam gibi hissetmeden edemedim. Kendimden iğrendim. Hızla Aidan’ın yakasını bıraktım ve başımı başka tarafa çevirdim. “Biliyor musun, senin derdin ailenin ölümü falan değil.” Göz göze geldik. “Senin tüm derdin Wayne, o çocuk. Wayne de Wayne, tüm hayatın toprağa karışmış. Gözünün önündekini görmüyorsun lan! Yalnız kalmak mı istiyorsun? Benden senin için çabalamamı istemedin mi? Sadece Armstrong için mi yanımda kaldın? Kullanmışsın sen beni resmen. Neyse ya, siktir git.”
Ona yaklaştım.
“Sik.tir.git.”
Omzunu ittirerek önüne geçtim ve ilerlemeye başladım. Sonra durdum, ceketimin ucunu tutmuştu. Ona döndüğümde başı eğikti. Elini ittirdim. “N’apıyorsun lan?” Hâlâ öfkeliyim. “Özür dilerim, özür dilerim! Gerçekten özür dilerim! Neden böyle konuştuğumu bilmiyorum! Bir daha böyle bir şey yapmam, yemin ediyorum.”
“Umrumda değil. Laf ağızdan bir kere çıkar.” Arkamı döndüm, seslendi. “İlaçlardan olmalı, gerçekten neden böyle yaptığımı bilmiyorum! Böyle şeyler demeyeceğimi biliyorsun, gerekirse tekrardan hastaneye yatarım, lütfen! Bir daha böyle bir şey yapmam diyorum.“ Aidan ara sırada antidepresan kullanmaya devam ediyordu, bağımlı hâle gelmiş gibiydi ama aşırı fazlada değildi. Geçen hafta daha yüksek bir dozda antidepresan yazdırmıştı, duygu değişikliği yaşıyor olmalıydı.
Başımı iki yana sallayıp derin bir iç çektim. Baban gibi olma Theron, anlayış göstermelisin. “Seni de kaybetmek istemiyorum, son kumarımsın sen, yalnız kalmak istemiyorum.” Bir hıçkırık sesi duydum, ona baktığımda gözlerini koluyla kapatmış ağlıyordu. “Gerçekten yalnız kalmak istemiyorum! İstemiyorum!” Bunu her yaptığında küçük bir çocuk gibi görünüyordu. “Off, gel buraya, tamam.” Onun başını tuttum ve yüzünü omzuma yasladım. Ellerini yüzüne koyup omzumda ağlayarak hıçkırdı. “Sorun değil…”
Tanrım… ağlarken hiç kıyamıyorum ona! O da bunu biliyor olmalı tabii! Vücudu her sıçradığında kalbimden bir çatırtı sesi geliyor gibi oluyordu. Çekilip ona baktım. “Daha iyi misin?” Başını sallayarak onayladı. Ceketimin kollarını elime çektim ve yanaklarındaki göz yaşlarını silmeye başladım. “Ağladığında ne kadar gülünç göründüğünün farkında mısın? Kocaman adam oldun, hâlâ çocuk gibi ağlıyorsun.” Burnunu çekerek bir şey demedi.
Bazen, onun da benim gibi erken büyümek zorunda olan bir çocuk olduğunu unutuyordum.
Kolumu onun omzuna sardım, daha fazla ona bağırıp çağırıp kalbini kırmak istemiyordum. Gülümseyerek onu kendime çekiştirdim. “Çok mu seviyorsun lan beni?” Koluyla beni ittirdi. “Kes sesini.”
“Ah~ biliyorum, çok seviyorsun işte beni.” Bir şey demedi. “Bir daha böyle bir şey yaparsan seni kurtarmam, tamam mı? Sakın.” Güldü. “Bende inandım.” Alnına elimi koyup ittirdim. “Cevap vermesene işte!” Başına kaskı geçirip hafifçe başımı eğdim ve kemerini bağladım. “Ceketi de giy.” Omuzlarımdan çıkardım ve onun kollarına geçirdim. “Bana çocukmuşum gibi davranmasana ya!”
“Sus.” Fermuarı çekip omuzlarını sıvazladım. “Gidelim hadi.” Motora binip geri geri park yerinden çıktım, ayakta dikilip bana baktı. “Binsene hadi.” Derin bir iç çekti. “İntihar etmeye korkmuyorsunda, s1k’ma binmeye mi korkuyorsun?!”
“Korkmuyorum, R1’den sonra alışamadım, ikisi çok farklı makinalar!”
“Alışamadımmış korkak seni.”
“Sensin korkak!”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı