Yine nerede olduğumu bilmiyorum. Artık ellerimi ya da ayaklarımı bağlamıyorlar. Sadece bir yerden bir yere giderken gözlerimi kapatıyorlardı ya da bazen iğneler ile bayıltıyorlardı. Sonra kendimi bambaşka, hiç bilmediğim bir yerde buluyordum.
Artık gücüm kalmamıştı, ayağa kalkacak hâlim yoktu. Elimi bile güçlükle kaldırıyordum. Bana ne verdiklerini bilmiyorum, sanki sadece beni yavaş yavaş zehirliyordu. Acı çekiyordum, her gün ölecekmiş gibi hissediyorum.
Kaç gün olduğunu bilmiyorum. Dışarıyı göremiyorum, her zaman karanlık ya da yanıp sönen, patlamak üzere olan bir ampul ışığı. Bazenleri soğuk betonlarda yatarken, bazenleri yataklarda yatıyordum. Şu an sadece bir ızgara olan odadaydım, cızırtısı duyduğum tek şeydi.
Theron beni arıyor mu? Birileri beni arıyor mu? Daha ne kadar buna katlanmak zorundayım? Boğazımda, kollarımda, bacaklarımda… her yerimde iğne izleri var. Hâlâ korkuyorum, her geçen gün ölümle yüzleştiğimde tekrardan insan olduğumu hatırlıyorum. Yaşamak istediğimi anlıyorum ama hangi manyak böyle bir durumdayken yaşamak ister ki? Yaşıyor muyum… yoksa sadece bir yaşayan ölü müyüm?
Her yerim ağrıyor, uyuyamıyorum. Sanki her an gelip bana işkence edeceklermiş gibi. Önceden iyi dövüşürdüm ama şimdi onlar bana vurduğunda kendimi savunacak hâlim bile yok. Kalkamıyorum. Bu yüzden beni bağlamıyorlar.
Yerde öylece yatarken sadece kollarımı seyrediyordum. Neden o trafik kazasında ölmedim ki? Bunları neden yaşamak zorundayım? Bileklerimdeki dikiş izlerine dokundum. Keşke babaannem beni o gün hiç kurtarmasaydı. Ölmek haricinde tüm her şeyi yapıyorum. Benim lanetim bu olsa gerek.
Canım acıyor, uykum var ve yemek yemek istiyorum.
Theron ile birlikte olmak istiyorum. Kafes dövüşünde dövüşmek istiyorum. Ailemin ve Wayne’nin mezarını ziyaret etmek istiyorum. Yurt evine gidip çocuklarla oynamak istiyorum ama sadece… burada bir aptal gibi yatıyorum. Kalkıp hiçbir şey yapamıyorum. Kaçmak için gücüm bile yok.
Vietnam’a gitmek istiyorum. Vietnam’a gidip Theron ile huzurlu bir şekilde yaşamak istiyorum. O da artık acı çeksin istemiyorum. Sadece mutlu olmak istiyorum artık, o kadar da büyük bir şey olmamalı. Neden sürekli acı çekmek zorundayım? Tanrım, artık dayanamıyorum. Bana biraz merhamet göster. Hiçbir şey yapmadım, hayatım boyunca sadece iyi bir insan olmak istedim. Neden sürekli cezalandırılıyorum?
Büyük kapı açıldığında içeri ışık sızdı. Izgaranın turuncu ışığı haricinde beyaz bir ışık odaya doluştu. Güçlükle yerden destek aldım, her yerim beni yerde tekmeledikleri için ağrıyor. Sızlanarak oturur pozisyona geçtim. Vladimir çok sık gelmiyordu, çok nadir görüyordum onu. Dilimi bilmeyen rus adamlar gelirdi sürekli. Ancak uzun zaman sonra Vladimir bugün gelmişti. Üstünde bu sefer farklı bir kürk vardı.
Yine suratında korkunç bir gülümseme. “Aidan, bugün nasıl hissediyorsun? Oda epey bir sıcak değil mi?” Ona cevap vermedim. “Bu bakışına bayılıyorum, korkmuş bir yavru köpek gibisin.” Eğildi ve başını yana eğdi. “Çok aç olmalısın. Bugün izin günün, sana bir şey yapmayacağım. Çocuklar sana yemek getirdi.”
Eliyle işaret verdiğinde yere lezzetli yemekler koydular. Bir tutsağa göre harika şeyler hazırlanmıştı. “Şu hâlinle bile çok yakışıklısın, biliyorsun değil mi?” Eliyle saçlarımı okşadığında güçlükle onun elini ittirdim. Kıkırdadı. “Sıkıldın değil mi? Her gün aynı şeyler, iğnelen, acıyla kıvran, beyaz ışığı gör; ayıl, sonra tekrardan iğnelen.” Yemeğin kokusu burnuma geldiğinde yutkundum, yanında bir su bile vardı. “En kısa zamanda bitecek. Salak Theron az da olsa yaklaştı sanırım, tabii, ben öyle istediğim için sadece.” Elleriyle uzun kürkünü geriye savurdu ve ayağa kalktı. Arkasını dönüp gidecekken seslendim. “Ne… ne kadar zaman oldu?”
Bana döndü. “Hm?” Yutkundum. Boğazım kurumuştu. “Beni kaçırmanın üzerinden…” Gülümsedi ve aydınladı. “Ahhh, anladım. Hmm, biraz düşüneyim.” Çok sinir bozucu bir herifti, keşke gücüm olsada onu geberene kadar dövsem. “Bir buçuk ay.” Gözlerim genişledi. O kadar… o kadar çok mu gerçekten? “Etkileyici, değil mi? Theron’un kafayı sıyırışını görmek içimi kıpır kıpır ediyor. Moy malen’kiy synok…” (Benim küçük oğlum…)
“Ona ne… ne yapacaksın?”
“Şu durumdayken bile onu mu düşünüyorsun? Gözlerim yaşardı…” Kaşlarımı çattım. “Sana planımı söylemeyeceğim, sürpriz! He-he.” Gülümsedi ve odadan çıktı. Turuncu ızgara ışığı ile hızla yemeği atılıp yemeğe başladım. Suyu başıma diktim, kaç gündür aç olduğumu bilmiyorum.
Artık eve gitmek istiyorum.
Yine de bugün şanslıydım. Bana sanırım gün aralıklarıyla yemek veriyorlardı, haftanın belki birkaç günü ilaç vermiyorlardı, hangi gün neyin geleceğinden haberim yoktu. Ancak azaltmışlardı, eskiye göre ilaç vermekten daha çok bana vuruyorlardı. Bugünler şükrettiğim günlerdi. Gerçekten kafam o kadar ilaçtan sonra o kadar allak bullak olmuştu ki birkaç aya belki hiç şuurum kalmayacaktı. Bir zombiye dönüşürdüm.
Yalvarırım, birisi beni artık bulsun. Theron nerede kaldı? Beni aramaktan vazgeçmiş olabilir mi? Hayır, Vladimir, onun kafayı yediğini söyledi. İyi olacağım, iyi olacağız. Beni bulacak, bundan eminim. Bana bu günlerde umut veren tek şey buydu, beni bulacak.


Vlad ruh hastası p**
Aidan ne zaman mutlu mesut yaşayacak :(