Önceki bölüm

Ve böylece, ödevle birlikte başlayan küçük bir sohbet, Shu Nox Lumin için gizli bir arkadaşlığın başlangıcı oldu. Sessiz, temkinli ama umut dolu bir başlangıç.
.
.
.
.
.
.
Bu sırada yeryüzünde...

Kış, Shu topraklarını demir bir pençe gibi kavramıştı. Rüzgâr, karla kaplı dağların üzerinden uluyarak iniyor, yerleşim yerlerinin üstüne ölüm sessizliği bırakıyordu.

Aelira uzun zamandır onlara uğramıyordu. Fakat kendisini arada bir hissettirdiği oluyordu.

Bu yüzden kış çok soğuk ve zorlu geçmesine rağmen asla o zamanki kadar korkunç değildi.

Ateşler yanıyor, çömleklerde kaynayan basit çorbalar insanların karnını doyurmak için değil, sadece bedenlerini biraz olsun ısıtmak için kaynıyordu. Shu halkı, geçmişte yaşadıkları nice felaketin ardından birlik olmayı öğrenmişti; zaferden sonra kalplerinde hem gurur hem de ihtiyat vardı.

Ama bir sabah, ufukta kıpırdayan siyah bir çizgi görüldü. Yaklaştıkça bu çizginin bir kervan olduğu anlaşıldı.

Savaşın parçalamış olduğu, yorgun, aç, yaralı insanlar. Çocukların çıplak ayakları karda iz bırakıyordu. Kadınların gözleri kurumuş gözyaşlarından kızarmıştı.

Erkeklerin elleri hâlâ kanlı silahlardan titriyordu. Bu insanlar, kaçmaktan başka çare bulamamış, kaderi başka bir halkın merhametine bırakmıştı.

Shu klanı dünya üzerinde biraz izbe bir yerde olduğu için bu savaştan çok fazla etkilenmemişti.

Fakat savaşın olduğu yerde nice canlar yitip gitmişti.

Shu halkı ise şanslıydı.

Elder Yan, köyün en yüksek noktasından onları uzun süre izledi. Şüphesi büyüktü; çünkü savaşın artıkları her zaman beraberinde hem bela hem de umut getirirdi. Ama sonunda ağır adımlarla öne çıktı ve Shu halkına döndü:

-Kapılarımızı kapatırsak biz de onların haline düşeriz. Bugün merhamet eden, yarın merhamet bulur.

-Unutmayın! Tanrımız ne demişti? "İnanç kan bağı istemez"!

Elder Yan, hala Shu halkının arasındaydı.

Peki kimse onun çok uzun süredir yanlarında olduğunu ve ölmediğini, yaşlanmadığını fark etmemiş miydi?

Elder Yan böyle bir şeye izin vermezdi.

Halkı öyle bir manipüle etmişti ki...

Kimse şüphe etmezdi onun insan olmadığından.

Halk, Elder Yan'ın ismini her nesil başkasının üstlendiğini sanıyordu. Tabi ki öyle bir şey yoktu.

Shu halkı sessizce başlarını eğdi. Yabancılar içeri alındı. Ama hemen dikkat çeken bir şey vardı: onların inancı.

İçlerinden yaşlı bir kadın, gri pelerininin altında titreyerek doğruldu. Çatlak sesinde hem sitem hem dua vardı:

-Ey Gece’nin Çocuğu… bizi sığınak bil. Işığın bizi yakmasın. Gölgen bize örtü olsun…

Köylüler şaşkınlıkla birbirine baktı. Onlar için tanrılar her zaman ışığın ve gücün sembolüydü. Ateş yakar, güneş doğar, yıldız yol gösterirdi. Ama bu yabancılar gölgeye dua ediyor, karanlığı koruyucu olarak çağırıyordu.

Kendilerinin aksine...

Fakat içten içe biliyorlardı ki kendi Tanrıları sadece işık değil gölge de taşıyordu. Fakat Shu halkı bunu görmezden gelmeyi seçmişti.

Belki de korktukları için...

Fakat bu korktukları güce inanan ve ona takınan bir topluluk vardı.

O anda, tapınağın direkleri önünde yanan büyük ateş garipçe titredi. Alevler küçüldü, etrafa yayılan gölgeler büyüdü. İnsanların yüzleri sanki karanlığın içinden fısıldıyormuş gibi göründü.

Ve tam o an, Shu Nox Lumin’in içinde iki ayrı yankı çarpıştı.

Biri, eskiden beri onunla olan, ışığın sıcak sesi, Ayrıca ilk olan...

“Onları koru, sen onların yolundaki ışıksın.”

Ama şimdi, yabancıların dualarından doğan başka bir ses yükseldi. Daha derin, daha kadim, karanlığın kalbinden gelen bir fısıltı:

“Hayır… sen onların gölgesisin. Onları ört, onları gizle. Işık yakar; ama karanlık sarar.”

Shu halkı dehşetle geri çekilirken, sığınmacılar yere kapanıp diz çöktü. Onlar için bu işaret kurtuluştu.

O an Shu Nox Lumin’in gözlerinde kısa bir an için hem güneşin parlaklığı hem de gece yarısının sonsuz karanlığı göründü. İçindeki iki güç birbirini itiyor, ama aynı zamanda birbirine bağlanıyordu.

Gölge tarafı uzun zamandır vardı ama hiç bu kadar güçlü olmamıştı.

Yenidoğan bir Tanrı, inançtan beslenmeye ve değişim geçirmeye meyilliydi.

Şimdi Shu Nox Lumin de bir değişim geçiriyordu!

Fakat bu sefer Shu klanı ve Shu Nox Lumin için değişim henüz bitmemişti.

Aradan geçen 2 ayın sonunda başka bir topluluk daha Shu halkına sığınmak için geldi.

Kışın keskin soğuğu hâlâ dağların zirvesinde hüküm sürerken, Shu halkı yeni düzenine alışmaya çalışıyordu. Gölgelerin dualarını getiren ilk topluluk çoktan kök salmaya başlamıştı. Onların ritüelleri gece yarısı, meşalelerin sönük ışığında yapılıyor; çocuklar bile gölgelerin isimlerini ezberliyordu.

Fakat bir gün, kuzeyin sınırında güneş gibi parlayan bir kervan belirdi. Buzlu rüzgârda bile beyaz ve altın işlemeli bayrakları solmuyor, üzerindeki sembol ışıldıyordu: Solmir Güneşi. Onlar kendilerini Solmir Kavmi diye tanıttı.

Solmir halkı, saf ışığın yolunu takip ediyordu. İnançlarının temelinde düzen, adalet ve arınma vardı. Çocuklarına sabah duasını öğretiyor, savaşçılarına kalkan gibi ışık örmeyi aşılıyorlardı.

Geleneklerinde karanlıkla en ufak temas bile lanet sayılırdı. Bu yüzden gölgeye meyleden ilk topluluğu gördüklerinde yüzlerinde buz gibi bir küçümseme belirdi.

Shu halkı, önce merhametle onları da bağrına bastı. “Acı çekmişlerdir” dediler. “Bize gelen her misafir gibi onlara da yuvamız olsun.” Fakat çok geçmeden, gölgelerin taraftarları ile Solmir’in ışıkçıl inançlıları arasında görünmez bir sınır oluştu.

Klan’nın taş duvarları arasında bu ayrışma daha da büyüyordu. Geceleri bazı insanlar gölge törenlerine katılıyor, sabahın ilk ışığında ise diğerleri Solmir’in ilahilerini söylüyordu. Shu Nox Lumin’in heykeli parçalanmanın eşiğine geldi. Halk onun gözlerinde artık iki farklı parıltı görüyordu: Biri derin gölgeler, diğeri yakıcı ışık…

Ve söylentiler yayıldı:

“Eğer Lumin bu baskıya daha fazla dayanamazsa, ikiye bölünecek. Biri sonsuz gölgenin, diğeri saf ışığın Tanrısı olarak…”

---

Solmir kavmi, göç yollarından taşıdıkları kutsal güneş taşlarını Klan’nın avlusuna yerleştirdi. Her taş, gündüzleri parlak bir alev gibi yanıyor, geceleri ise gökyüzündeki yıldızlara eşlik ediyordu. Onlar bu taşlara “Aurorite” adını veriyordu ve inanıyorlardı ki, her taşın içinde saf güneşin özünden bir kıvılcım saklıydı.

Her sabah Solmir rahipleri, bu taşların etrafında bir halka oluşturup “Şafak İlahi” adını verdikleri şarkıyı söylüyordu.

İlahi yükseldikçe hava ısınıyor, gölgeler geri çekiliyordu. Gölge halkı bu törenleri izlerken rahatsız oluyor, kendi dualarını gizli yerlerde fısıldamaya devam ediyordu.

Fakat ilginç olan şuydu: Shu halkının kendi eski duaları, ne tamamen ışığa ne de tamamen karanlığa aitti. Onların inancı, daha çok dengeye dairdi. “Her gölge bir ışığın hatırasıdır, her ışık da bir gölgenin izini taşır,” derlerdi.

Evet gölgeden korkuyorlardı ama ona da inanıyorlardı. Çünkü kendi Tanrılarında bunu görmüşlerdi.

Zamanla bu üç inanç birbirine karışmaya başladı:

Solmir’in rahipleri, sabah ayinlerinde Shu halkının eski denge dualarını kendi ilahilerine eklemeye başladılar.

Sonuçta bir gün sadece sabahtan ibaret değildi.

Gölge halkı, törenlerinde Solmir’in ışık taşlarını kullanmaya cesaret etti; ama onları tamamen söndürmeden, hafif loşlukta bırakıyordu.

Bir gün içerisinde gece de vardı.

Shu halkı ise iki taraftan öğrendiklerini kendi kadim anlayışlarına kattı; gölgeyle ışığı birlikte onurlandıran yeni bir ritüel doğdu.

Gün, sabah ve gece olarak bir bütündü.

Bu birleşim en çok Shu Nox Lumin’i etkiledi. Onun gözlerindeki çelişki artık sadece bir çatışma değil, yeni bir uyumun kıvılcımı gibiydi. Halk onu görmeye geldiğinde bazen bir ışık huzmesi saçıyor, hemen ardından gölgenin serinliğiyle herkesi sarmalıyordu.

İlk kez halk şöyle fısıldadı:

“Belki de Lumin ikiye bölünmeyecek. Belki de iki tarafı tek bir beden içinde birleştirecek.”

Klandaki insanlar ise bu karışımı kendi yollarına uyarladı. Gölgeyi öğrenenler ışığın şarkılarını da mırıldanmaya başladı, ışıkla büyülenenler ise gölgenin sırlarından korkmadan faydalanmayı denedi.

İki farklı inancın rahibi bile şaşırmıştı; çünkü yüzyıllardır görülmemiş bir şey yaşanıyordu: İki uç inanç, Lumin’in varlığında yavaş yavaş birleşiyordu.

Aylarca süren ayinlerden sonra, gölgenin fısıltılarıyla ışığın şarkıları ilk kez aynı anda yükseldi. Klanın meydanında toplanan halk, Solmir’in Aurorite taşlarının çevresine dizildi. Gölge halkı kendi dualarını mırıldanırken, Solmir rahipleri şafak ilahisini söyledi. Shu halkı ise en eski denge sözlerini ekledi.

Halkın İlâhisi

Gölgeden doğar sırrımız,
Işıktan örülür yarınımız.
Bir elde gece, bir elde gün,
Dengeyle yürür yolumuz.

Ey gölge, bize sabrı öğret,
Ey ışık, kalbimizi yücelt.
Bir arada ikinizden doğar,
Adaletin sessiz hükmü.

Ne yalnız karanlık,
Ne yalnız aydınlık,
İkisi birden çağırır bizi:
Birliğe, bütünlüğe, dengeye.

Biz, halkız; gölgede giz,
Biz, halkız; ışıkta iz.
Göğe yükselen dualarımızda
Üç kere yankılanır adınız:

Gölge! Işık! Denge!

---

O anda meydanda tuhaf bir şey oldu. Gökyüzü yarıldı sanki: bir yanı kara bulutlarla karardı, diğer yanı altın ışıkla yandı. Tam ortasında ise Shu Nox Lumin belirdi.

Onun bedeni artık eskisi gibi değildi:

Bir kanadı saf beyaz ışıkla parlıyordu, tüyleri güneşin altın alevi gibi titreşiyordu.

Diğer kanadı ise kara dumanla örülmüş, sanki yıldızsız bir geceyi taşır gibi ürpertici ama görkemliydi.

Yüzünün bir yarısı şefkat dolu, diğer yarısı keskin bir korku maskesi gibiydi.

Gözlerinden biri gün doğumu gibi ışıldarken, diğeri sonsuz geceyi andırıyordu.

Kalabalık korkuyla geri çekildi, ama aynı zamanda hayranlıkla diz çöktü. Çünkü ilk kez halk, gölge ile ışığın tek bir bedende uyum bulduğunu görüyordu.

Lumin’in sesi duyuldu, hem yankılanan gök gürültüsü gibiydi hem de şefkatli bir ninni kadar yumuşak:

“Ben ne sadece gölge, ne de sadece ışığım. Ben, sizin dualarınızın birleşimiyim.

Ben Shu Nox Lumin’im – denge Tanrısı.”

Bu sözler halkın kalbine işledi. Gölge halkı, korkuyla ama saygıyla başını eğdi. Solmir kavmi gözlerinden yaşlarla ışık taşlarını yere koydu. Shu halkı ise ilk kez huzur hissetti: onların inancı doğru çıkmıştı, denge en yüce hakikatti.

Fakat Lumin’in dönüşümü sadece bir kutsama değildi; aynı zamanda bir uyarıydı. Çünkü o anda herkes fark etti: Eğer denge bozulursa, bu Tanrı’nın içindeki ışık ve gölge birbirine düşecek, dünyayı ikiye bölecekti.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu