Önceki bölüm
-Gördüğünüz gibi, farklı halklar farklı isimler söyler; ama hepsi aynı hakikatin etrafında döner. Çünkü Tanrılar, halkların hafızasında farklı şekillere bürünse de, özleri birdir: yaratılışın kudreti, ölümün sessizliği, yeniden doğuşun vaadi. Sizler bu bilgiyi taşırsanız, yalnızca kendi Tanrılığınızı değil, tüm dünyanın mirasını anlarsınız.
Sınıfta uğultular başladı; Tanrı çocukları ve Yarı Tanrılar heyecanla sorularını hazırlıyordu.
Bilgelik Tanrısı ellerini arkasında kavuşturdu, ağır adımlarla sınıfın önünde dolaştı. Sesi, taş duvarların içinde yankılandı:
-Evlatlarım... Bizler farklı uygarlıkların farklı adlarını taşısak da, özümüzde aynı sorulara cevap arayan halkların yansımalarıyız. En eskisini anlatayım size: Sümer Tanrıları.
-Onların zamanı, insanlığın henüz ilk şehirlerini inşa ettiği, yazıyı yeni öğrendiği çağlardı. Enlil gökleri yönetirdi, Enki suların ve bilgeliğin efendisiydi, İnanna ise hem aşkın hem savaşın çelişkili yüzünü taşırdı.
-O günlerin Tanrıları, insanlarla iç içeydi; onları yönlendirir, bazen de cezalandırırlardı. İşte o ilk Tanrıların çocukları, bugün bu sınıfta yok. Çünkü onların soyundan gelenler, çoktan Yüksek Tanrı katına yükseldiler. Kimileri kendi evrenlerini kurdu, kimileri ise artık bizim bile erişemediğimiz 'Ötesi'ne geçti. Bazıları ise yok oldu.
Sınıfta bir uğultu yükseldi. Öğrenciler birbirine baktı, bazıları ürperdi. Bazıları da bu kudreti hayal etmeye çalıştı.
Bilgelik Tanrısı devam etti:
-Size mısır tanrıları hakkında bir şeyler anlatmadan önce araya Kelt mitolojisi ve tanrılarını da özet geçmek istiyorum. Onlar da oldukça eski zamanlarda var olmuşlardır.
-Kelt mitolojisi, Antik İrlanda, İskoçya, Galler, Britanya ve Kuzey Fransa (Galya) bölgelerinde ortaya çıkmış bir inanış sistemidir. Yazılı kaynakları sınırlı olsa da sözlü geleneklerle kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Mitoloji, doğa, savaş, ölüm ve kahramanlık temalarıyla iç içedir.
-Kelt tanrıları genellikle doğa güçleri ve insan duygularıyla bağlantılıdır. Aynı tanrı farklı isimlerle farklı bölgelerde anılabilir. İnsanlar bu tanrılara ritüeller, kurbanlar ve festival kutlamaları ile tapardı.
-Önemli Tanrıları ise...
Dagda
“Baba Tanrı” veya “İyi Tanrı” olarak bilinir.
Bilgelik, bereket ve savaşta güç tanrısıdır.
Devasa sopası ve her zaman yemek veren sihirli kazanı vardır.
Lugh
“Işık” ve “Usta Zanaatkar” tanrısı.
Tüm sanatlarda ve savaşta ustadır.
Lugh’un günü olan Lughnasadh festivali hasat şenlikleriyle kutlanır.
Brigid
Şiir, sanat, iyileşme ve demircilik tanrıçasıdır.
Hristiyanlıkla birleşerek azize Brigid’e dönüşmüştür.
Cernunnos
“Boynuzlu Tanrı”, doğa, vahşi hayvanlar ve bereket ile ilişkilidir.
Genellikle boynuzlu bir adam olarak tasvir edilir.
Morrigan
Savaş ve kader tanrıçası.
Genellikle karga veya çok başlı bir varlık olarak görünür.
Savaş sırasında askerlerin kaderini belirlediğine inanılır.
Danu
Kelt panteonunun anne tanrıçası.
Toprağın ve yaşamın kaynağı olarak görülür.
Tuatha Dé Danann (Danu’nun halkı) efsanevi Kelt tanrılar topluluğudur.
-Başka bahsetmek istediğim şeyler ise;
Tuatha Dé Danann: Kelt mitolojisinin tanrı ve kahraman topluluğu.
Otherworld (Öte Dünya): Tanrılar ve ölüler alemi; Kelt mitolojisinde sıkça geçer.
Festivaller: Samhain, Beltane, Lughnasadh gibi ritüel günler tanrılara adanır ve mevsim döngülerine bağlıdır.
Doğa ve Hayvan Sembolleri: Keltler doğayı kutsal görür; hayvanlar, ağaçlar ve nehirler tanrılarla ilişkilendirilir.
-Pekala, Kelt mitolojisi hakkında anlatacaklarım bu kadardı. Fakat dikkatinizi çekmek isterim ki bazı ritüeller size tanıdık gelmiştir değil mi?
-İnsan ırkının hayal gücü hem oldukça geniş hem de oldukça sınırlıdır. Hangi dünya hangi halk olursa olsunlar, birbirlerinden ne kadar uzak olurlarsa olsunlar ve verilen isimler ne kadar farklı olursa olsun benzerdir.
-Devam edeceğim bir sonra ki Tanrılar ise Mısır Tanrılarıdır.
-Mısır Tanrıları , Onlar zamanı ve düzeni sembolleştirdiler. Ra, güneşi her gün doğurup batırırken, Osiris ölümden sonra dirilişi simgeledi. İsis ise hem anne hem büyücüydü. Çocukları güçlüydü ama az sayıdaydılar.
- Çünkü bu türden Tanrı soyları, dünyaya nadiren doğar. O yüzden her biriniz, burada bulunarak zaten tarihin en büyük mirasçılarından birisiniz.
Bir öğrenci elini kaldırdı:
-Efendim... Eğer o eski soyların çocukları yoksa, biz kimiz? Biz neden buradayız? Biraz kafam karıştı. Aslında hepimizin benzer olduğunu söylüyorsunuz ama bizler farklı değil miyiz? Hem kişiliklerimiz, hem fiziksel yapımız hem de güçlerimiz birbirinden çok farklı değil mi?
Bilgelik Tanrısı gözlerini kısarak ona döndü:
-İşte en zor sorulardan birisi bu. Sizler, bazen Tanrıların kendi kanından, bazen de ölümlülere dokunan Tanrı parçalarından doğdunuz. Bu yüzden azsınız. Çünkü Tanrı, her arzusunda çocuk sahibi olamaz. Bir Tanrı çocuğu, evrenin dengesini değiştirebilir. O yüzden Tanrıların çocukları, çağlar boyunca bir elin parmaklarını geçmedi.
-Ayrıca haklısın ve kafanın karışması da oldukça normal. Demek istediğim şey şu; Bizler hem benzeriz hem de farklıyız. Çünkü benzer inanışa sahip halklar farklı. Onlar "Bizim Tanrılarımız boynuzları sahip" derlerse boynuzlu olarak var olurlar. Fakat başka bir halk başka bir inanışa sahipse başka oluruz. Fakat inanış benzerlik taşıyabilir.
Sınıftaki sessizlik ağırlaştı.
Bilgelik Tanrısı dersine devam etti.
-Çin'in Yuanshi Tianzun'u, Japonya'nın Amaterasu'su, Türklerin Tengri'si... Her biri kendi halklarına ışık oldu. Onların da çocukları vardı, ama bakın... Bu sınıfta değiller. Çünkü ya Yüksek Tanrı oldular, ya da soyları bu Tanrı diyarından çekildi.
Bir başka öğrenci dayanamayıp sordu:
-Peki hocam... Bizden hiç kimse Yüksek Tanrı olamayacak mı?
Bilgelik Tanrısı gülümsedi, ama gülümsemesinde hüzün vardı.
-Olabilir... ama bunun için sadece güç yetmez. Kaderin sizi seçmesi gerekir. Her birinizin yolculuğu farklıdır. Ama unutmayın: Burada olmanız bile, sizi sıradanlığın çok ötesine taşır.
Öğrenciler bir süre sessizce düşündü, sonra arka sıralardan bir Tanrı çocuğu sorusunu fısıldadı:
-Efendim... Peki, farklı kültürlerin Tanrıları birbirine benziyorsa, aslında aynı varlık olabilir mi? Aynı varlıklarsa nasıl ayrıldılar?
Bilgelik Tanrısı parmaklarını küresine dokundurdu; içinde ışık ve gölge birbirine karıştı.
-Bazen öyle görünebilir. İnsanlar Tanrılarını, kendi dillerine, coğrafyalarına, deneyimlerine göre şekillendirmiştir. Ama öz, her zaman birdi. Sizler bunu fark ettikçe, tüm evrenin akışını anlamaya başlarsınız. Sizin yapmanız gereken de budur.
Başka bir öğrencinin sorusu geldi:
-Peki hocam... Bizim azlığımız bir dezavantaj mı?
Bilgelik Tanrısı ağır bir nefes aldı, sonra gülümsedi:
-Tam tersine... Azlık, büyük bir sorumluluktur. Çünkü her bir Tanrı çocuğu, Tanrıların mirasının taşıyıcısıdır. Çoğunluk olsaydı, gücünüz parçalanırdı. Ama azsınız, bu yüzden her birinizin adı, bir efsanenin başlangıcı olabilir.
Sınıfta kısa bir sessizlik oldu. Herkes hem kendini hem de dünyanın eski Tanrılarını düşündü. Tanrı diyarında çok fazla Tanrı ve onların soyundan olan vardı. Bazıları çok çok eskiydi bazıları ise bir o kadar yeniydi.
Benzer güce sahip yığınla Tanrı ve soyundan gelen vardı ama oldukça farklılardı.
Tanrılar diyarı çok karmaşık bir yapıya sahipti. Hepsini anlamak oldukça zordu.
Bilgelik Tanrısı son kez ellerini kürsüye koydu:
-Şimdi size bir görev vereceğim. Araştırın... her bir uygarlığın Tanrısını, onların hikâyelerini, nasıl doğduklarını, hangi halkı etkilediklerini not edin.
- Sümer, Mısır, Yunan, Çin, Japon, Türk, Kelt... her biri hakkında kısa bir çalışma hazırlayın.
-Ama sadece yazmayın; düşleyin, anlamaya çalışın. Çünkü bilgi, yalnızca aktarıldığında güç olur.
Öğrenciler not defterlerini çıkarırken, sınıfta hafif bir uğultu yükseldi.
Bilgelik Tanrısı ekledi:
-Bu ödevinizi, bir sonraki derse getireceksiniz. Ve unutmayın: gerçek öğrenme, yalnızca kitaplarda değil, gözlemde, sorgulamada ve düşünmede yatar.
Sınıfta bir sessizlik daha oldu, sonra hafif bir esinti gibi uğultular yükseldi. Öğrenciler defterlerine not alırken, Bilgelik Tanrısı kürsüden ağır adımlarla uzaklaştı. Ders bitmişti, ama bilgiler ve sorular sınıfın içinde hâlâ yankılanıyordu.
Böylece ders:
En eski Tanrılardan başlayıp diğer uygarlıklara uzandı.
En eski Tanrıların çocuklarının sınıfta olmadığını ve Tanrı çocuklarının azlığını vurguladı,
Öğrencilerin sorularıyla ders interaktif hale geldi,
Sonunda ödev verilerek doğal bir şekilde sonlandı.
Ders sona ermişti. Öğrenciler defterlerini toparlayıp sınıftan çıkmaya başladılar, ama bir kısmı hâlâ sessizce birbirleriyle konuşuyor, ödevi tartışıyordu.
Shu Nox Lumin, köşede kendi defterine bakarken, yanına çekingen ama meraklı bir ses geldi.
-Sen... yeni geldin, değil mi?
Lumin başını kaldırdı ve hafifçe gülümsedi. Nazikçe bir cevap verdi:
-Evet... Daha çok gözlem yapıyorum. Bundan önce kendi halkıma döndüm.
Karşısındaki Tanrı çocuğu Aeris omuz silkerek ekledi:
-Harika! Keşke benim de kendime ait bir halkım olsaydı. Fakat ben bir Tanrı çocuğuyum. Kendime ait bir halkım yok.
-Her neyse, bazen gözlem yapmak yeterli değil. Bilgiyi paylaşmak da gerekir. Mesela ben ödev için Mısır Tanrıları hakkında birkaç not aldım. Gösteririm istersen.
Lumin merakla başını salladı ve defterini Aeris'in defterine doğru uzattı. Aeris gülümseyerek:
-Bak, Osiris'in yeniden doğuş efsanesini buraya çizdim. İstersen birlikte notlarımızı birleştirip daha iyi bir ödev çıkarabiliriz.
Lumin, sınıfta birinin onunla konuşmasına şaşırmıştı, ama başını salladı ve onayladı.
-Tamam... deneyebiliriz.
Sınıfın diğer köşelerinden de bazı Tanrı çocukları yanlarına gelip fikirlerini paylaştılar. Lumin, yavaş yavaş kendini yalnız hissetmediğini fark etti. Henüz kimse onun gelecekteki gücünü ya da kimliğini bilmiyordu, ama bu küçük işbirliği, kalbinde bir güven duygusu yaratıyordu.
Bilgelik Tanrısı, sınıftan çıkmadan önce son kez öğrencilerine baktı. Gözlerinin köşesi hafifçe Lumin'e takıldı, ama kimse fark etmedi.
Ve böylece, ödevle birlikte başlayan küçük bir sohbet, Shu Nox Lumin için gizli bir arkadaşlığın başlangıcı oldu. Sessiz, temkinli ama umut dolu bir başlangıç.
....
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı