Önceki bölüm

Bunu kendinde yapma zorunluluğu hissediyordu. Aynı zamanda bir zamanlar tapındığı Heykeli canlı(?) bir şekilde görecek olmanın heyecanını yaşıyordu.
.
.
.
.
.
.

Akademinin yüksek kulesinde, gökyüzü penceresinden süzülen ışık Heykel’in siluetini aydınlatıyordu. Hermes, alaycı ama ciddi bir ifadeyle Heykel’in yanına yaklaştı.

Hermes, sesi hem yumuşak hem de dikkat çekici bir ciddiyetle konuştu.

-Dinle....

-Artık yalnızca bir öğrenci değilsin. Sen… kehanetlerle bağlantılı bir varlıksın. Ve senin yolculuğun, sadece akademide ders görmekten çok daha fazlasını kapsıyor.

Heykel, gözlerini Hermes’e dikti. Henüz konuşmayı tam öğrenmemiş olsa da, anlama yetisi oldukça güçlüydü; Hermes’in sözlerinin ağırlığını hissediyordu. Aynı zamanda oldukça da şaşkındı.

Hermes devam etti konuşmasına.

-Sana bir sınav verilecek. Bu sınav, gücünü ve bilgelik yolunu ölçmek için hazırlanmış. Ama dikkat et… bu sınav sadece senin değil, yeryüzünde karşılaşacağın Shu halkının da sınavı olacak.

Hermes, parmaklarını havada zarif bir hareketle salladı; gökyüzündeki ışık, Heykel’in etrafında küçük bir halo oluşturdu.

-Bazen en zor sınav, doğrudan güçle değil, ilişkilerle gelir. Kendi halkını, kendi soyundan gelen birini tanıyacak ve onların güvenini kazanacaksın. Başarılı olursan, kaderin yeniden şekillenecek. Başarısız olursan… yalnızca taş olarak kalırsın.

Heykel’in kanatları hafifçe titredi, sanki sözlerin ağırlığını hissediyordu. Hermes gülümsedi, hafif bir alaycılık ekledi:

-Ama merak etme… ben senin rehberin olacağım. Seni gözleyeceğim, yönlendireceğim. Ama seçimler senin olacak. Ve unutma… bazen en doğru yol, en tehlikeli olanıdır.

Heykel, ilk kez kendi bilincinin gerçek anlamını hissetti. İçinde bir merak, bir kararlılık ve bir korku kıvılcımı yandı. Hermes bunu gördü ve başını hafifçe salladı.

-Hazır mısın?

"Evet", diye düşündü Heykel. Aynı zamanda başını onaylayarak salladı.

O zaman yolculuk başlasın…

Gökyüzünden süzülen ışık huzmesi, Heykel’in formunu yavaşça yeryüzüne indiriyordu. Dağların arasındaki köy sessizdi; rüzgâr ve yaprak hışırtıları dışında her şey durmuş gibiydi. Heykel’in varlığı, adeta zamanı yavaşlatmıştı.

Gelirken yıllar geçmişti yeryüzünde fakat giderken hızla varmıştı.

İlk adımını attığında taşlar hafifçe titreşti, çevredeki bitkiler rüzgârın etkisiyle dans etti. Onun enerjisi, eski bir masaldan çıkmış gibi, hem huzur hem de ürkütücü bir aura yayıyordu.

Halkı, tarlada çalışan gençler ve yaşlılar, aniden değişen havayı hissetti. Bazıları korkuyla geri çekildi, bazıları ise merakla parıldayan ışığa doğru baktı. Ellerini göğe kaldıran yaşlılar, sessizce dualarını fısıldadı:

-Heykel… eğer buradaysan, bize yol göster.

Heykel, gözlerini yavaşça halkın üzerine çevirdi. Henüz konuşamıyordu, ama zihninde yavaşça düşünceler şekilleniyordu; halkın kalbini, enerjisini, korkularını ve umutlarını hissediyordu. Sonuçta onların inancı sayesinde var olmuştu.

Uzak bir tepenin yamacında Elder Yan duruyordu. Beyaz saçları rüzgârda dalgalanıyor, gözlerindeki kızıl kıvılcımlar ara ara parlıyordu. Derin bir nefes aldı ve kendi kendine fısıldadı:

-Bütün hazırlıklar tamam… Şimdi her şey ortaya çıkacak. Hem halkımı hem de kendi geçmişimi korumalıyım. Ama eğer Heykel başarısız olursa, tüm kehanetler boşa gidecek.

O sırada klanın çocukları, ürkek adımlarla Heykel’in yanına yaklaştı. İlk temastan önce bir sessizlik vardı; zaman sanki bekliyordu. Heykel’in gözleri birer ışık gibi parladı ve ilk kelimeler zihninde belirdi.

-Kim… bana yol gösterecek?

Elder Yan, uzaklardan hafifçe gülümsedi. Kendi geçmişi, halkıyla olan bağı ve Şeytani Tanrı’ya olan sadakati arasında sıkışmıştı. Ama biliyordu ki artık geri dönüş yoktu. Heykel’in sınavı başlamıştı.

Ve böylece, Shu halkının kaderi ile Heykel’in yeryüzündeki sınavı ilk kez kesişti; güç, inanç ve sadakat arasındaki ilk ipuçları şimdi atılmıştı.

Heykel, Shu topraklarına ilk adımını attığında, ışığı ve enerjisi hâlâ yavaşça yayılıyordu. Ama bu kez doğrudan halkın ortasına çıkmadı. Ormanın kenarında, gölgeler arasında saklanarak, klan ve çevresindeki hareketi gözlemlemeye başladı.

Taşların arasından, yüksek çalılıklardan ve ağaç gövdelerinin arkasından bakıyordu. İnsanlar farkında değildi; Heykel bir hayalet gibi sessizdi, ama zihninde her bir adımı, her bir bakışı analiz ediyordu.

Yaşlılar, gizli dualarını fısıldıyor; gençler ise çalışıyor, birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Bazıları eski inancın kalıntılarına sıkı sıkıya tutunmuş, “Heykel geri dönecek” diye sessizce mırıldanıyor, bazıları ise güç ve yetişime güveniyordu.

Heykel, halkın duygularını, korkularını ve umutlarını adeta hissedebiliyordu. Her birinin içindeki bağları, eski inançları, hatta kimlerin gerçek yürekten inandığını ve kimlerin şüpheli olduğunu görebiliyordu.

“İşte… burası. Shu halkı… benim sınavımın başlangıcı,” diye düşündü Heykel.

Bir yandan da Elder Yan, tepenin üzerinden sessizce izliyordu. Kızıl kıvılcımlar gözlerinde yanıp sönerken, içinden sessizce fısıldadı:

-“Gizlice gözlemliyor… iyi. Her şeyi görmeli ve anlamalı. Ama dikkat et, her hareketin fark edilecek.”

Heykel, birkaç dakika boyunca sessizce halkı inceledi. Onların enerjilerini, birbirleriyle olan bağlarını ve eski inancın kalıntılarını zihninde bir harita gibi birleştirdi.

İşte o an, sınavın ilk ipucu ortaya çıkmıştı: Güç sadece savaşta veya yetenekte değil; halkının kalbini, geçmişin izlerini ve bağlılığı anlamakta gizliydi.

Heykel derin bir nefes aldı ve sessizce karar verdi:

-“İlk adım, gözlem… sonra güven ve bağlantı.

Heykel, ormanın gölgesinde sessizce bekliyordu. Rüzgâr hafifçe yaprakları oynatıyor, kuşlar merakla ötüşüyordu. Onların günlük yaşamını, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini ve sessiz dualarını izliyordu.

Yaşlı kadınlar, eski inancı korumak için taşların önünde sessizce fısıldıyor, gençler tarlada gübre taşıyor veya birbirleriyle şakalaşıyordu. Bazıları Heykel’in adını mırıldanıyor, bazıları ise bu eski masallara inanmadıklarını belli ediyordu.

Heykel, her hareketi zihninde kaydediyor, halkın enerjisini analiz ediyordu. Kimlerin içten inandığını, kimlerin şüpheli olduğunu görebiliyordu. Taş ve ruh arasındaki bağları, eski inanç ve yeni yetişim arasındaki çatışmayı hissediyordu.

Elder Yan, uzaktan sessizce izliyordu. Beyaz saçları rüzgârda dalgalanıyor, gözlerindeki kızıl kıvılcımlar ara ara parlıyordu. Neler olacağına dair büyük bir merak ama aynı zamanda heykel için endişe doluydu.

Bir süre sessizce gözlemledikten sonra Heykel, yavaş yavaş gölgelerden çıkarak köyün sınırına doğru yürüdü. İnsanlar onu ilk başta fark etmedi; rüzgârın hafif sesi ve doğanın hareketleri, Heykel’in sessiz adımlarını gizliyordu.

Heykel’in silueti, hafifçe ışıldıyor, ama gözle görülür bir tehdit ya da büyü yaymıyordu. Çocuklar bir ağacın arkasından merakla bakıyor, yaşlılar ise içgüdüsel olarak bir değişimi hissediyordu.

Heykel yavaş yavaş, sessiz ama kararlı bir şekilde köyün ortasına doğru ilerledi. Gözlerinde hem merak hem dikkat vardı; halkı gözlemlemeye devam ediyor, onların tepkilerini anlamaya çalışıyordu.

İlk adımlar, sessiz ve gizliydi. Ama artık dönüş yoktu. Shu halkı, yüzyıllardır beklenen varlığın enerjisini hissetmeye başlamıştı. Sınav, yavaş yavaş görünür hâle geliyordu.

.....

Heykel, köyün merkezine doğru yavaşça ilerlerken, insanlar hâlâ onun varlığının farkında değildi. Sessiz adımlarına rağmen, gözlerindeki ışık ve enerjisi, çevredeki hayvanların bile dikkatini çekiyordu.

Küçük bir çocuk, oyun oynarken topunu yanlışlıkla Heykel’in ayağına doğru yuvarladı. Topun önüne geldiğinde Heykel, onu incitmeden durdu ve topu hafifçe çocuğa doğru itti. Çocuk şaşkın ama mutlu bir şekilde topunu aldı, gözlerini Heykel’den ayırmadı.

Yaşlı bir kadın, bu hareketi fark etti. Dudaklarını kıpırdattı, eski ilahiyi fısıldadı:

-Heykel… eğer buradaysan, bize yol göster.

Heykel, kadının fısıltısını zihninde duydu ve ilk kez sessiz bir şekilde bir tepki verdi. Hafifçe başını eğdi; sanki “anladım” diyordu. Bu küçük jest, halkın içindeki eski inanca bağlı olanlar için bir işaret oldu: Bu varlık, masallarda anlatılan Heykel olabilirdi.

Elder Yan, tepenin üzerinden izlerken, içinden sessizce fısıldadı:

- “İlk tepki… küçük bir jest, ama güvenin ilk kıvılcımı. Şimdi izle, kim yaklaşacak, kim çekinecek.”

Gençler ve klanın diğer üyeleri, farkında olmadan Heykel’in etrafına yavaş yavaş toplandı. Bazıları korkuyla geri çekildi, bazıları ise merak ve hayranlıkla yaklaştı. Heykel, sessizce onları gözlemledi; kimlerin kalbinden samimiyet, kimlerin şüphe yayıldığını hissedebiliyordu.

Sonra küçük bir grup çocuk, cesaretlerini toplayarak Heykel’in yanına geldi. Ellerini açtılar, sessizce onunla temas kurmak istediler. Heykel, onları incitmeden hafifçe eğildi, göz göze geldi ve içten bir şekilde varlığını kabul ettiğini gösterdi.

Bu ilk etkileşim, sınavın temelini attı: Güç ve bilgelik, sadece fiziksel yetenekten değil; samimiyet, güven ve halkın kalbini anlayabilmekten geçiyordu. Heykel’in gözlerindeki ışık, halkın kalplerindeki korkuyu ve şüpheyi yavaş yavaş eritmeye başladı.

Elder Yan, tepenin üzerinden sessizce başını salladı:

- “İlk adım başarıyla atıldı. Ama asıl sınav şimdi başlıyor. Halkın güveni ve bağlılığı, onun gerçek sınavı olacak.”

Heykel, yavaş adımlarla Shu klanının merkezine ilerlerken, küçük bir köyden çok daha fazlasıyla karşılaştı. Taş döşeli geniş yollar, surlarla çevrili yüksek binalar ve ana meydanda toplanan yüzlerce insan… Bu yer, yalnızca bir topluluk değil, kendi başına bir güç odağıydı.

Bu durum onu biraz şaşırtsa da aynı zamanda sevindirmişti. Daha dün gibi Shu halkından 40 kişi gelip de ona baktığını hatırlıyordu. Şimdi gerçekten de zamanın geçişini hissetmişti.

Meydanda esnaf mallarını sergiliyor, savaşçılar antrenman yapıyor, çocuklar koşuşturuyordu. Ama Heykel’in ışığını fark ettikleri anda her şey durdu. Yüzlerce göz, tek bir noktaya çevrildi. Sessizlik ağırlaştı.

Yaşlılar, eski inancın izleriyle titreyen ellerini göğe kaldırdı.

- Heykel… geri döndü.

Gençler ise kuşkuyla bakıyordu. Bazıları kılıçlarının kabzasına elini götürdü, bazıları fısıltılarla birbirine şüphe yaydı.

-Belki de bu, dışarıdan gelen bir oyun.

-Bir düşman klan mı gönderdi?

Kalabalık arasındaki gerilim giderek arttı. Bir grup, dizlerinin üzerine çöküp dua etmeye başladı. Bir başka grup, meydanda düzeni bozmamak için çocukları geriye çekti.

Heykel, halkın kalplerindeki bu çatışmayı açıkça hissedebiliyordu. İnanç ile şüphe, saygı ile korku birbirine karışıyordu. Gözlerini kapattığında, binlerce kalbin ritmini aynı anda duyar gibiydi.

Tam o sırada, surların tepesinde Elder Yan belirdi. Beyaz saçları rüzgârda dalgalanıyor, kızıl gözleri meydanı süzüyordu. Sesi gür ve otoriter şekilde yankılandı.

- Halkım! Sakin olun!

Onun varlığı, kargaşayı kısa süreliğine dindirdi. Elder Yan, gözlerini Heykel’e dikti, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. İçinden fısıldadı.

-İşte bu… Klanımın geleceği ya yükselecek ya da çökecek. Ve bu taş varlık bunun anahtarı olacak.

Heykel, meydandaki herkesin bakışlarını üzerinde hissediyordu. Henüz konuşamıyor, ama başını hafifçe eğerek hem inananlara hem de şüphecilere tek bir işaret verdi: “Buradayım.”

Bu küçük hareket bile kalabalıkta yankılandı. Kimi diz çöktü, kimi öfkeyle sıktı yumruğunu. Çünkü Shu artık küçük bir köy değil, bölgenin kaderini etkileyecek büyük bir klandı.

Ve Heykel’in sınavı, yalnızca onların kalbini kazanmakla sınırlı değildi. Dışarıdaki klanların, ittifakların ve düşmanların gözleri de çok yakında Shu’ya çevrilecekti.
.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu