Önceki bölüm
Konseyin kararı gökyüzüne mühürlenmişti. O andan itibaren, Heykel’in yolu yalnızca bir öğrencinin değil, bütün tanrıların kaderini etkileyecekti.
.
.
.
.
.
Karar mühürlenmişti. Kristallerin ışığı konseyin üzerine huzur gibi düşmüş, herkes yavaş yavaş sessiz kabullenişe geçmişti. Fakat tam o sırada…
Kapılar kendi kendine açıldı.
Gök kubbeyi titreten bir uğultu yayıldı. Salonun içine, ağır ve yanık kokusu taşıyan karanlık bir sis doldu. Adımlar yankılandı; her adımda mermer zeminde ince çatlaklar oluşuyordu. Uğursuz bir ses yankılandı.
- Benim haberim olmadan mı karar veriyorsunuz?
Konsey üyeleri bir anda doğruldu. Bazılarının elleri silahlarına, bazılarının gözleri büyülü parıltılara gitti. Fakat gelen varlık gülüyordu.
Şeytani Tanrı – adı unutturulmuş, yüzü gölgelerle örtülü – karanlık kanatlarını gererek ortaya çıktı. Gözleri kızıl birer ateş gibi parlıyordu.
Hermes alaycı bir tebessümle eğildi.
-Demek ki sen de duydun. Senden daha azını beklemezdim.
Karanlık Tanrı, Hermes’in sözünü umursamadan parşömene doğru yürüdü. İnce uzun parmaklarıyla kehanetleri yoklar gibi dokundu.
-Kehanetlerden haberdarım. Bu “heykel” dediğiniz yaratık… ne kadar ilginç. Siz onu korumak istiyorsunuz. Ama ya sınamak? Onun gerçek gücünü anlamanın tek yolu, tehlike ile yüzleşmesidir.
Themis sert bir sesle karşı çıktı.
- Onu daha doğar doğmaz ateşe atamazsın! Adalet bu değil.
Karanlık Tanrı güldü, sesi hem soğuk hem büyüleyiciydi. Şeytani bir cazibe ile doluydu.
- Adalet mi? Bu evrende güçsüz olanı korumak adalet değildir; güçsüzü yok etmek doğanın kuralıdır. Eğer bu kehanetler doğruysa, bu çocuk sınavı geçer. Eğer yanlışsa… o zaman zaten yaşamasına gerek yok.
Odin yumruğunu masaya sertçe vurdu.
- Bu kadar acımasızca söylenemez!
Ama Chronos sessizce düşünüyordu. Gözleri zamanın derinliklerine kaydı.
- Belki de sınav… kaçınılmazdır. Gelecek, yalnızca mücadeleyle açığa çıkar.
Salon karıştı; fısıldaşmalar, itirazlar ve onaylamalar birbirine karıştı.
Karanlık Tanrı ileri çıktı ve konseyin tam ortasında sesini yükseltti.
- Öyleyse bir görev verelim. Akademinin en eski sınavlarından biri. Onun gerçek yüzünü açığa çıkaracak bir görev. Bu hem tanrılar için bir gözlem olur, hem de kaderin ilk düğümü çözülür.
Hermes’in gözleri parladı, dudaklarında hafif bir gülüş belirdi.
-İlginç… gerçekten çok ilginç.
Konsey Başkanı sonunda söz aldı. Sesi ağırdı ama kararlıydı.
-Bu öneri… tehlikeli. Ama aynı zamanda kaçınılmaz görünüyor. O hâlde, Heykel’e bir görev verilecek. Ne kadar hazır olduğu… yalnızca bu şekilde anlaşılır.
Kristallerin ışığı bu kez sanki söndü, salonu yarı karanlık kapladı. Konseyin kaderi, bir kararla değişmişti. Ve Heykel’in yolu artık yalnızca akademide ders görmekten ibaret olmayacaktı.
Konsey kararını mühürledikten sonra göksel ışık hafifledi. Herkes, Heykel’in kaderini tartışırken Şeytani Tanrı bir kez daha söz aldı:
-O hâlde sınav yeryüzünde olacak. Göklerde doğan bir varlık, kendi köklerine inmeden asla gerçek gücünü anlayamaz.
Hermes’in gözleri parladı. Yavaşça başını salladı.
-Evet… kendi halkına dönmeli. “Shu Halkı”… Bir zamanlar ona tapan, sonra heykelini unutan insanlar. Kehanetin tohumları orada saklı.
Hermes çok daha eski bir Tanrı olduğu için heykel olanları hissetmese bile o biliyordu. Onun her yerde kulağı ve bir haber alma bağlantısı vardı.
Apollon itiraz eder gibi oldu.
-Ama onlar artık eski insanlar değil! Yıllar geçti, toprakları değişti, inançları zayıfladı. Heykel döndüğünde, eskisi gibi ona secde eden doğru dürüst bir halk bulamayacak.
Themis soğuk bir ifadeyle ekledi.
- İşte bu yüzden sınav adil olacak. Eğer yalnızca güce sahip olup da bağlılık kuramazsa, o zaman tanrı değil, sadece taş kalır.
Chronos gözlerini kapadı, zamanın derinliğine baktı ve fısıldadı.
-Halkının içinden biri… kendi rahiplerinden gelen bir kan bağı… Evet, onun sınavı yalnızca dışarıda değil, içeride de olacak.
Konsey salonunda derin bir sessizlik oluştu. Herkesin zihninde aynı görüntü belirmişti:
Heykel, yeryüzüne inecek, Shu Halkı arasında yıllar sonra değişmiş insanlarla karşılaşacak ve en zoru… kendi soyundan gelen birini bulacaktı. O insan, sınavın anahtarı olacaktı.
Şeytani Tanrı alaycı bir gülümsemeyle geri çekildi. Planını kolayca kabul ettirmişti.
- Kendi halkı onu tanıyacak mı, yoksa reddedecek mi? İşte kaderi belirleyecek an bu olacak. Kesinlikle çok eğlenceli olacak. Hahahahahha...
Konsey Başkanı son noktayı koydu.
- Öyleyse karar verildi. Heykel, Akademideki ilk derslerinden sonra yeryüzüne inecek. Orada kendi halkını bulacak, kendi kanından gelen kişiyi tanıyacak… ve sınavdan geçecek. Eğer başarısız olursa, isimsizliği sonsuza dek sürecek.
Hermes, dudaklarının kenarında bir sır saklayan gülümsemeyle fısıldadı.
-İşte beklediğim an… Heykel, gerçek yolculuğun şimdi başlıyor.
Bu sırada...
Shu Halkı artık yetişimle güçlenmişti ama eski inanç hâlâ kanın içinde dolaşıyordu. Onlar bilmeseler de, en derin bağlardan biri hâlâ canlıydı: Heykel’in eski rahiplerinden biri....
Yüzyıllar önce, Heykel yok olduktan sonra o rahip, halkını korumak için gücünü zorlamış, yasak ritüellere başvurmuştu. Ama yardım yerine lanet bulmuştu. Ölümün ötesinde cehenneme sürüklenmiş, orada karanlıkla birleşmiş, bir Şeytani Tanrıya dönüşmüştü.
Ancak… yıllar sonra insan kılığına bürünüp Shu Halkı’na geri döndü. Kendi klanının içinde yaşamaya başladı. Onlar onu sıradan bir yetişim ustası, eski soyun yaşlı bir koruyucusu sandılar. Oysa ki gerçek kimliği gizliydi.
Shu Halkı, yüzyıllar boyunca dağların arasında kendi yollarını kurmuştu.
Artık sıradan köylüler değillerdi; yetişim yapan klanlar haline gelmiş, doğanın ve ruhların gücünü kullanmayı öğrenmişlerdi.
Onların törenlerinde hâlâ “Heykel”in adı fısıldanır, eski ilahiler yankılanırdı. Ama genç kuşak için bu, çoğu zaman sadece bir efsaneden ibaretti.
Heykelin bilincinin gitmesinin üstünden tam 251 sene geçmişti. Bu az bir süre değildi.
İki farklı damar vardı halkın içinde:
Bir kısmı eski inanca bağlı, “Heykel geri dönecek” diyerek safça dua ediyordu.
Diğer kısmı ise yetişimin gücüne inanıyor, eski törenleri zayıflık sayıyor, göğe değil sadece kendi güçlerine güveniyordu.
Ve tüm bu çatışmanın ortasında, halkın bilge koruyucusu gibi görünen biri vardı:
Ustaları “Elder Yan” diye çağırıyordu.
Yani Shu Yan!
Onu görenler, derin gözlerinde hem karanlık hem huzur buluyordu.
Saçları kar gibi beyazlamıştı, yüzünde zamanın çizgileri vardı.
Ama gözbebeklerinin derininde ara sıra yanıp sönen kızıl bir kıvılcım görünürdü.
Çoğu kişi bunu yaşlılığın ve bilgeliğin bir yansıması sanıyordu.
Hiç kimse bilmezdi ki Elder Yan, aslında bir zamanlar Heykel’in ilk rahiplerinden biriydi. Halkını korumak için yaptığı yasak bir ritüel yüzünden cehenneme düşmüş, orada karanlıkla kaynaşmış ve bir Şeytani Tanrı olarak yeniden doğmuştu.
Ama yıllar sonra insan kılığına girip halkına geri dönmüştü. Onun için cehennemde geçen süre oldukça uzundu. Tam olarak 4616 sene geçirmişti.
Shu Yan'ın halk arasında ki rolü...
Çatışma anlarında hakem olur, kimseye sert görünmezdi ama söylediği söz hep ağır basardı.
Eski inancı koruyanlara gizlice destek olurdu, çünkü derinlerde hâlâ Heykel’e bağlıydı.
Ancak yetişimcilerin de güvenini kazanmıştı, çünkü onlara güç konusunda akıl verirdi.
Bu yüzden herkes için ortak bir otoriteydi.
Ama… geceleri yalnız kaldığında gerçek yüzüyle yüzleşirdi. Aynadaki suretinde boynuzları, kararmış derisi ve cehennemin izleri ona bakar, geçmişini hatırlatırdı.
Kendi kendine fısıldardı:
> “Ben halkımı kurtarmak için düştüm… Şimdi onları hem koruyan hem de kandıran benim. Eğer Heykel yeniden doğarsa… beni affeder mi? Yoksa beni yok mu eder?”
Shu halkının güncel durumuna gelirsek..
İç savaşın kıyısındalar: Güç için yetişimi kullanan bir grup ile eski inancı savunanlar arasında gerginlik giderek artıyordu.
Gençler arasında “Heykel sadece masal” diyenlerin sayısı çoğalmıştı.
Yaşlılar ise hâlâ gizli ayinler yapıyor, “O dönecek” diye dua ediyordu. Çünkü halk onun bilincinin gittiğini yıllar önce sezmişti.
Elder Yan, bu çatışmayı dengede tutuyor gibi görünse de aslında kendi içinde parçalanıyordu. Çünkü biliyor ki kehanetler doğruysa, Heykel yeniden ortaya çıkacak. Ve o an geldiğinde, halkının önünde kendi gerçek kimliği de açığa çıkacaktı.
Bunu biliyordu çünkü elder Yan, konseye giren Şeytani Tanrının bir astıydı. Olanları ondan haber almıştı.
Aslında Elder Yan, cehenneme düştükten sonra kendi isteğiyle Şeytani Tanrı’ya bağlanmıştı. Onun astı olmuş, karanlıkta sadakat yemini etmişti.
Bu yüzden, konseye sürpriz bir şekilde girip “Heykel’e sınav verilsin” diyen o Şeytani Tanrı’nın tüm sırlarından haberdardı.
Halkına geri döndüğünde neden bu kadar bilge göründüğü, neden bu kadar olaylardan önce haberli olduğu şimdi açıklık kazanıyordu:
Çünkü o, efendisinden aldığı haberleri kendi halkının yararına (veya manipülasyonuna) göre işliyordu.
Bir yanda, efendisine yani Şeytani Tanrı’ya olan bağlılığı vardı. Ki bu bazen içini parçalayan bir acı veriyordu. Kendisine ne zaman bir rahipken bu hale düştüğünü sorguladığı zamanlar oluyordu.
Öte yanda, kalbinin derinliklerinde hâlâ canlı olan Heykel’e duyduğu inanç ve özlem vardı.
Oldukça büyük bir ikilem içerisindeydi Elder Yan. Fakat bunu belli etmiyordu.
İşte bu yüzden o, iki taraf arasında gizli bir köprü haline gelmişti.
Ne tam bir hain, ne de tam sadık bir mürid.
Sürekli denge üzerinde yürüyen, içten içe parçalanmış bir ruh…
Elder Yan, Shu Halkı’na şöyle diyordu:
- “Dikkatli olun. Zaman yaklaşıyor. Bir sınav gelecek… halkımızı da içine katacak. Güçlü olan ayakta kalacak, zayıf olan yok olacak.”
Onu dinleyenler, bu sözlerin bir bilgenin öngörüsü olduğunu sanıyorlardı.
Ama gerçekte o, konseye giren efendisinden öğrendiklerini halkına hazırlık gibi aktarıyordu.
Bunu kendinde yapma zorunluluğu hissediyordu. Aynı zamanda bir zamanlar tapındığı Heykeli canlı(?) bir şekilde görecek olmanın heyecanını yaşıyordu.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı