Önceki bölum
Ve böylece, kışın üçüncü ayı boyunca yaşanan bu ölümcül düello, Shu halkı için hayatta kalma, acı ve dayanışma sınavının zirve noktası olmuştu.
.
.
.
.
.
.
Kışın Dördüncü Ayı
Zaman ağır ağır aktı. Fırtınaların uğultusu azaldı, karın keskinliği yumuşadı. Kış hâlâ sürüyordu ama artık halkın iliklerine işleyen ölümcül soğuk, yerini daha katlanılabilir bir beyazlığa bırakmıştı.
Shu halkı hâlâ açlıkla mücadele ediyordu. Kazanlarda sadece sulu çorbalar kaynıyor, çocuklar zayıflamış bedenleriyle annelerinin kollarında uyuyordu. Her gün, “Bir gün daha dayanabilir miyiz?” diye birbirlerine soruyorlardı.
Shu Nox Lumin ise taş bedeninde sessizce gözlemliyordu. Halkı dimdik ayaktaydı ama gözlerindeki ışık giderek sönüyordu.
Artık dayanamadı.
Bir gece yarısı, gökyüzüne yükseldi. Kuzeyin buzullarını, karla örtülü vadilerini geride bırakıp dünyanın güneyine, sıcak topraklara doğru indi. Orada akarsular balıklarla doluydu, ormanlarda avlar koşuyor, meyve ağaçları dallarını eğiyordu.
Gölgesiyle bir fırtına estirdi; sürüleri yönlendirdi, nehirlerden balıkları topladı. Yere düşen her av, halkına umut olacak bir lokmaydı. Sepetler dolusu meyve, derin torbalar dolusu et ve balık topladı.
Geri döndüğünde, meydan onunla birlikte bereketle doldu.
Çocukların gözleri ışıldadı,
Kadınlar gözyaşları içinde dua etti,
Yaşlılar dizlerinin üstünde onun önünde eğildi.
-Artık aç kalmayacaksınız…
Sadece yiyecek getirmekle yetinmedi.
Yıkılmış evlerin taşlarını kaldırdı, çatlak duvarları yeniden ördü. Çatılara karın ağırlığını taşıyacak kalın kütükler koydu. Kırık kapılar yeniden sağlamlaştı. Her ev, yeniden bir sıcaklığa kavuştu.
Halk, günler sonra ilk kez karnını tamamen dolana kadar doyurdu. Ateşler yandı, şarkılar söylendi. Kış hâlâ devam ediyordu ama artık kalplerde umutsuzluk değil, güven vardı.
Lumin, taş bedeninde gökyüzüne baktı ve içinden geçirdi:
-Ben onların sınavını kolaylaştırdım. Ama belki de bu defa doğru olan buydu. Halkım açlıktan ölmemeliydi.
Ve böylece kışın dördüncü ayı, Shu halkı için umut ve dirilişin ayı oldu.
Bununla birlikte de kışın beşinci ayı da çok rahat geçti. Sonuçta Aelira ortaya çıkmadı ve kış hafifti.
Kışın Sonu ve Baharın Gelişi
Shu halkı, Lumin’in getirdiği yiyeceklerle kışı sonunda atlattı. Kar fırtınaları, eski şiddetini yitirip yerini yumuşak esintilere bıraktı. Soğuk hâlâ vardı ama artık öldürücü değildi.
İnsanların gözlerinde açlıktan doğan donukluk yavaş yavaş kayboluyor, yerini umut kıvılcımları alıyordu.
İlk zamanlarda ondan şüphe eden veya karşı çıkanlar bile artık bunu bırakmıştı.
Çocuklar, tok karınla uyudular ve Tanrılarına karşı minnetle doluydular. Kadınlar, gözyaşları içinde, kaynayan kazanların başında birbirlerine şunu söylediler:
-Artık ölmekten korkmuyoruz… Tanrımız bizi bırakmadı. Bu soğuk kışın sınavını atlattık.
Ve sonunda o gün geldi. Karların arasından ilk yeşil filizler baş gösterdi. Güneş, buzların üstünde dans ederek köye sıcaklığını hissettirdi.
Bahar gelmişti.
Halk, derin bir nefes aldı. Kışın soğuk ayları geride kalmış, baharın umut dolu nefesi köyün üzerine serilmişti.
Shu Nox Lumin, taş bedeninde köyün ortasında dimdik duruyordu. Gözlerinde karanlıkla yoğrulmuş ama ışıkla parlayan bir ifade vardı. O da halkıyla birlikte rahatlamıştı.
Baharın ilk günlerinde, köylüler tarlalara indi. Kadınlar ve erkekler, toprağı elleriyle eşeledi; çocuklar gülerek tohumları saçtı. Tarlaların üzerinde yeni bir hayatın kokusu vardı. Kış boyunca diz çökmüş insanlar, şimdi dimdik ayakta çalışıyorlardı.
Ve kısa süre sonra uzak yollardan kervanlar belirdi. Tüccarlar, dağ yollarını aşıp Shu halkının kapısına geldiler. Ellerinde kumaş, baharat, tuz ve metal aletler vardı.
Halk, kış boyunca görmediği bu bolluğa hayretle baktı. Değiş tokuşlar yapıldı, köyün içinde pazar kuruldu. Çocuklar kahkaha attı, kadınlar ellerinde yeni kumaşlarla evlerini süsledi, erkekler tarlalarını güçlendirmek için yeni aletler aldı.
Savaşçılar ise yeni kılıçlar aldılar. Kış boyunca yapamadıkları eğitimlerine geri döndüler.
Klan sonunda yaşamın ve bereketin sesleriyle doldu.
Shu Nox Lumin, bütün bunları sessizce izledi. Halkı artık sadece ayakta kalmıyor, yaşıyordu. Onların mutluluğunu görmek, gölgeyle karışmış kalbine bile huzur veriyordu.
Fakat bu huzur sonsuz olamazdı.
Bir gece, ay ışığı taş bedenine vururken, derin bir sessizlik çöktü. Ve o sessizlikte birden etrafında siluetler belirdi. Eski tanrılar mıydı, akademinin bilge ruhları mıydı, yoksa sadece ışık ve gölgenin yankıları mı? Lumin anlayamadı.
Sert ama bilge bir ses yankılandı:
- Shu Nox Lumin… sınavını tamamladın. Halkını ölümün ve açlığın içinden çıkardın. Kalplerini yeniden ateşledin. Artık burada kalamazsın. Akademi’ye dönme vaktin geldi.
Bu ses Hermese aitti. Tüm zaman boyunca onu gözlemlemiş ve raporlarını Yüce Tanrı Konseyi'ne sunmuştu. Bu sınav da artık son bulmuştu.
Lumin, taş kalbiyle derin bir sessizlik yaşadı. Gözleri, tarlada çalışan halkına, kahkahalar atan çocuklara, artık umutla yaşayan insanlara çevrildi. İçinde bir burukluk vardı.
Aylarca onları izlemiş ve içinde yaşamıştı. Onlarla etkileşime girmişti. İnançlarını, şüphelerini, korkularını, acılarını ve umutlarını onlarla birlikte hissetmişti.
-Onları bırakmak… çok zor…
Ama Hermesin kararlı sesi bir kez daha yankılandı. Onu yeterince test etmişti. İzlemesi oldukça eğlenceli olmuş ve gelişmesini fark etmişti.
Bu sınav daha çok Shu Nox Lumin'in kararlarını sınıyordu.
- Her sınavın bir sonu vardır. Onların yolculuğu devam edecek. Senin yolculuğun ise Akademi’ye geri dönmek. Daha büyük sınavlar seni bekliyor. Sonsuza kadar onlarla kalamazsın.
O an, Lumin’in taş bedeninde bir çatırdama oldu. Halk onu duydu, gözleri korku ve endişeyle ona çevrildi. Çocuklar koştu, kadınlar diz çöktü. Hepsi aynı şeyi söyledi.
-Bizi bırakma, Tanrımız…
Lumin, gölge ve ışığın birleşmiş sesiyle fısıldadı:
- Siz artık güçlendiniz. Benim görevim sizi sonsuza kadar korumak değil, kendi yolunuzu bulmanıza yardım etmekti. Ve siz… bunu başardınız.
Bir süre daha Shu halkının yanında kalacaktı; onları baharın ilk meyvelerine, tarlaların yeşermesine, ilk hasada kadar gözetleyecekti. Ama kalbinde biliyordu: çok yakında Aşkınlar Akademisi’ne geri dönmesi gerekiyordu.
Bir Tanrı, halkın yanında değil kalplerinde yaşamalıydı.
Ve bu kez sadece halk değil, kendi kalbi de sınanacaktı.
Ayrılış Günü..
Bahar artık iyice yerleşmişti. Karların büyük kısmı erimiş, tarlalar yeşil filizlerle dolmuştu. Klanda her gün neşe vardı; çocukların kahkahası, çekiç sesleri, kadınların şarkıları havada yankılanıyordu.
Ama bu neşenin ortasında, herkesin kalbine ağır bir gerçek çökmüştü:
Shu Nox Lumin gitmek zorundaydı.
Bir sabah, meydanda toplanan kalabalık, taş bedenin etrafını sardı. Herkesin gözünde hem minnet hem de gözyaşı vardı. Kadınlar ellerinde çiçeklerle diz çökmüş, çocuklar titrek seslerle dua ediyordu.
Yaşlı bir adam, bastonuna yaslanarak öne çıktı:
- Tanrımız… sen olmasaydın bu kışı atlatamazdık. Açlıktan ölecek, fırtınada yok olacaktık. Sen bize sadece hayat vermedin… umut da verdin.
Bir kadın, çocuğunu kucağında tutarak ağladı:
-Çocuğumun gülüşünü sana borçluyum. Lütfen… gitme…
Kalabalık, hep bir ağızdan yalvardı:
-Gitme! Bizi bırakma!
Lumin’in taş gözleri yumuşadı, içindeki gölge bile sessizleşmişti. Halkına bakarken, gölgesi fısıldadı:
"Kal onlarla. Sana ihtiyaçları var. Akademi’ye dönmek zorunda değilsin…”
Ama ışık tarafı karşılık verdi:
“Görevin tamamlandı. Bu sadece bir başlangıçtı. Onları sonsuza dek koruyamazsın. Daha büyük bir yol seni bekliyor.”
Taş bedeninden derin bir ses yayıldı. Halkına karşı her zaman nazik olan o tonla...
- Halkım… sizi bırakmıyorum. Kalplerinizde her zaman olacağım. Beni hatırlayın, bana dua edin, benim varlığımı içinizde yaşatın. Ama artık kendi yolunuzu yürüyeceksiniz.
Çocuklardan biri, küçük elleriyle Lumin’in taş ayağına sarıldı.
-Tanrım… geri dönecek misin?
Shu Nox Lumin, gözlerini gökyüzüne kaldırdı.
-Belki bir gün… ama o gün gelene kadar siz güçlü olmalısınız. Sizin güçlü olmanız beni de güçlendirecek.
O an, köyün ortasında yumuşak bir ışık belirdi. Gökyüzünden inen bu ışık, Lumin’in bedenini sarıp yavaş yavaş yükseltti. Halk çığlık atarak ellerini ona uzattı; ama tutamadılar.
Bu ışık Hermesin elleriydi. Fakat halk sadece onu ışık olarak görebiliyordu.
Kadınlar ağladı, erkekler diz çöktü, çocuklar bağırdı.
- Gitme! Tanrımız!
Lumin’in son sözleri, köyün üzerinde yankılandı:
- Ben sizin daima kalplerinizde olacağım… unutmayın, en zor sınavlarda bile umut içinizde doğar.
Ve ışığın içinde kayboldu.
Klan sessizliğe gömüldü. Baharın kuş sesleri bile bir süre sustu.
Ama sonra, halk gözyaşları arasında ayağa kalktı. Shu Nox Lumin’in son sözleri kulaklarında yankılanıyordu. Onu kaybetmişlerdi ama kalplerinde daima taşıyacaklardı.
İnanç olduğu sürece Tanrıları da daim olacaktı.
Shu halkı artık yalnızdı, ama aynı zamanda hiç olmadıkları kadar güçlüydü.
Hermes, gülümseyerek Shu Nox Lumin'e baktı. Onu tekrar dokuz gök katmanından geçiriyordu.
-Artık bir adın var ve konuşabiliyorsun. Bu sınav seni daha da güçlendirdi.
Shu Nox Lumin, başını salladı ve onayladı. Fakat halkından ayrı kalmanın hüznünü taşıyordu.
Fakat yenidoğan bir Tanrı daha nice zamanlar geçirecekti. Bu ilk sınavı bitirmiş olabilirdi. Fakat akademinin eğitimi ve sınavı da hala onu bekliyordu.
İlk kez gök katmanından geçtiği gibi onun için saniyeler geçmesine rağmen yeryüzünde yine yıllar geçiyordu.
Hayat insanoğlu için hala devam ediyordu ve oldukça da kısaydı.
Shu Nox Lumin'in birlikte yaşadığı kuşak yerine yenilerini getirmişti. O zamanlar küçük olan çocuklar artık yaşlı birer insandılar.
Sonra bu yaşlı kuşak toprakta yerlerini aldı ve torunları büyüdü.
Evet onlar için hayat devam ediyordu. Fakat onlar kalplerini güçlendirmişlerdi. İnançları devam ediyordu.
Shu Nox Lumin'e inanan insan sayısı çoktan 3478 kişiye ulaşmıştı ve zamanla artmaya da devam edecekti.
Her inanç, Tanrıyı güçlendiriyordu.
İnanç biriktikçe ve zaman geçtikçe Shu Nox Lumin de yenidoğan Tanrı statüsünden kurtulacaktı.
Ve öyle bir zaman gelecekti ki inanç olmasa bile ismi bilindiği sürece var olmaya ve güçlenmeye devam edecekti.
Belki kaderinde Yüksek bir Tanrı olmak vardı.
Belki de bir düşüş...
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı