Önceki bölüm

Elder Yan’ın sesi duyuldu, soğuk ve kontrollü ama içinde eski bir şefkat tınısı vardı.

-Zaman geldi. Hem halkını hem kendini sınamanın zamanı.
.
.
.
.
.
Shu Nox Lumin’in gözleri, gökyüzünün ışığıyla halkın duaları arasında Elder Yan’a kaydı. Gölgeler titredi, ışık parladı. Tanıdık ama bilinmez bir his, kalbinde bir kıvılcım yarattı.

Sesini çıkarmak istedi ama kelimeler boğazında düğümlendi; sadece sessizce gözlerini kırpmadan, eski bir bağın farkında olarak Elder Yan’a baktı.

Kalabalık kendi savaşını verirken, Elder Yan’ın yaklaşışı ve Shu Nox Lumin’in farkında olmadığı hatırlayışı, meydanı gerilim ve duygusal bir yoğunlukla dolduruyordu. Küçük mucizelerin azaldığı bu an, halkın kendi gücünü sınadığı, kaosun kontrollü şekilde büyüdüğü ve Shu Nox Lumin’in eski rahibini hissedip tanımlayamadığı an…

Sınavın yeni, daha karmaşık aşaması başlamıştı.

“Kaosun Başlangıcı – Halkın Savaşı

Meydan, sessiz bir bekleyişten çığlık çığlığa bir kargaşaya dönüşüyordu. Elder Yan, küçük bir hareketle gölgelerin arasında ilerledi; elini kaldırmasıyla birlikte, halkın içinde bilinçli bir kaos başlıyordu.

Tahtadan yapılmış basit silahlar, taşlar ve sopalar, insanların ellerine kendiliğinden geçer gibi olmuştu. Elder Yan, sadece sözleriyle değil, varlığıyla da meydanda bir irade oluşturarak Shu halkının kendi gücünü sınamasını sağlıyordu.

Shu Nox Lumin, kalenin ortasında dururken izliyordu. İçinde bir fısıltı yükseldi:

-Halkım… kendi iradesiyle… hareket etmeli. Böylesi... Daha iyi olmalı...

Dağların derinliklerinden yükselen ulumalar ve kanat çırpışları, mitolojik yaratıkların saldırısının çok daha büyük olduğunu gösteriyordu. Bu sefer sayıları önceki saldırılardan kat kat fazlaydı. Dev kurt sürüleri, kanatlı canavarlar ve kadim gölge varlıklar, kaleyi çevrelemiş, kapıları zorlamaya başlamıştı.

Halk, Elder Yan’ın etkisiyle kendi başına hareket etmeye başladı. Kendi eğitilmiş tekniklerini, basit kalkan ve silah becerilerini kullanıyor, bazıları ise Shu Klanı’nda öğrendikleri yetşim ve savaş tekniklerini uyguluyordu.

Toprakla, taşla, kendi iradeleriyle yaratıkları durdurmaya çalışıyorlardı. Her saldırı, hem cesareti hem de korkuyu artırıyor; meydanda bir öğrenme ve sınav havası estiriyordu.

Shu Nox Lumin, sessizce gözlemliyordu. Küçük mucizeler artık sadece destek için kullanılıyor ve gerçekten de mucize adını hak ediyordu.

Asıl savaş halkın iradesiyle yürütülüyordu. Gölge yanının kıvılcımları, zaman zaman irkilmeye neden oluyor, ışığı ise halkın cesaretine yansıyarak dengeyi sağlıyordu.

Elder Yan, yavaşça Shu Nox Lumin’e yaklaştı. Her adımı, hem meydandaki kaosu hem de eski bir tanıdıklığı hatırlatan hisleri beraberinde getiriyordu.

Shu Nox Lumin, kalbinde bir yerin titrediğini hissetti; ama kim olduğunu çözmekte zorlanıyordu. Yüz hatları, duruşu, sesi… tanıdık ama belirsiz bir hatırlayıştı.

Elder Yan, soğuk ama içinde eski bir şefkat taşıyan tınıyla konuştu.

-Zaman geldi...

Shu Nox Lumin’in gözleri, Elder Yan’ın karanlık ve aydınlık arasındaki varlığında durdu. Bir an için tüm kaos ve savaş durmuş gibi hissettirdi. Ama meydandaki insanlar, kendi güçleriyle mitolojik yaratıklara karşı durmaya devam ediyordu.

Bir kadın, öğrenmiş olduğu yetişim tekniklerini kullanarak dev bir kurt sürüsünü savuşturdu; bir genç, toprağı manipüle ederek yaratıkları durdurdu.

Shu Nox Lumin, gözleriyle bu cesareti izlerken kalbinde hem gurur hem endişe hissediyordu. Gölgeler titredi, ışık parladı; halkın savaşı, Tanrı’nın sınavının yeni aşamasını oluşturuyordu.

Hermes, tepeden her detayı kaydediyor ve Yüce Konsey’e rapor veriyordu:

-Halk, kendi iradesiyle savaşıyor. Shu Nox Lumin’in mucizeleri oldukça minimumda. Gölge yanının tetiklenme olasılığı yüksek. Elder Yan etkisi gözlemlendi.

Shu Nox Lumin, sessizce derin bir nefes aldı. Artık halkın kendi gücüyle savaştığını, kendisinin ise sadece bir denge unsuru olduğunu görüyordu. İçinde soğuk ama nazik bir tınıyla, hafif bir kararlılık seslendi.

-Halkım… siz kendi ellerinizle ayakta duracaksınız. Ben sadece gölgeniz ve ışığınız olacağım. Ama bu savaş… sizin savaşınız.

Bu savaşta sadece Shu halkı yoktu. Aynı zamanda yeni yerleşen kabileler de vardı. Fakat onlar zaten zorlukla gelmişlerdi. Oldukça bitkin ve hantallardı. Fakat hiçbir işe yaramayan ve sadece fazladan boğaz muamelesi görmemek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Meydan, kahkahalar, çığlıklar ve savaş sesleriyle doluydu. Elder Yan, biraz uzaklaşarak gülümseyerek izliyordu; hem kaosun hem de Tanrı ile halk arasındaki sınavın derinleşmesini sağlıyordu.

Shu Nox Lumin’in gölge ve ışığı, artık sadece kendi varlığıyla değil, halkın cesareti ve iradesiyle şekilleniyordu.

Ve böylece, Shu Klanı yeni bir döneme adım atmıştı: Kaos, sınav ve büyüme… Hem Tanrı hem de halk için.

Meydan, gökyüzünden süzülen gri bulutlarla kararmıştı. Çarpışan kılıçların sesi, toprağı titreten yaratık ulumaları ve insanların çığlıkları birleşerek bir fırtına gibi yükseliyordu. Fakat bu kez Tanrı’nın mucizeleri değil, halkın kendi kanı ve teriyle yoğrulmuş iradesi meydanı dolduruyordu.

Elder Yan, gölgelerin arasında heykelin önünde durmuş, taş gözlerin içine bakıyordu. Dudaklarının kenarında belirsiz bir gülümseme vardı. Fısıltıyla konuştu:

- İşte istediğin sınav bu değil mi? Onları kendi kaderlerine bırakıyorsun. Ama biliyorsun… sınavlar her zaman iki taraflıdır.

Shu Nox Lumin’in gözleri parladı, fakat dudakları yine sessiz kaldı. Yalnızca ışık ve gölge halkasının genişleyip daraldığı görüldü.

Tam o sırada kalabalığın arasında bir sahne dikkat çekti: küçük bir çocuk, annesinin ellerinden kurtulmuştu. Kurt sürüsünden kopmuş devasa bir yaratık çocuğa doğru atıldı. Kalabalık bağırdı, annesi gözyaşlarıyla çığlık attı.

Herkes, Tanrı’nın mucizesini bekledi. Taş gözler çocuğa döndü. Fakat bu kez Shu Nox Lumin’in eli uzanmadı.

Çocuk, titreyerek ellerini kaldırdı. O an yerdeki taşlar kendi kendine yükseldi, küçük bir duvar örüldü. Yaratık ona çarptığında, duvar çatladı ama yıkılmadı. Çocuk yere düştü, gözlerinden yaş aktı ama hayattaydı.

Kalabalık donakaldı. Sonra birden bağırışlar yükseldi:

-Kendi gücüyle… durdurdu!

-Tanrı ona güç verdi, ama elleriyle kullandı!

Shu halkı, işte o anda neyin sınandığını anladı.

Elder Yan gözlerini kısmış, gülümsemişti. İçinden bir fısıltı daha geçti:

- Işıkla gölge arasındaki denge… belki de sen sandığımdan daha zorlusun, eski efendim.

Hermes, tepeden not düşüyordu:

- Gölge yanının tetiklenmesi yavaşlıyor. Halk kendi iradesiyle ışığı kullanmaya başlıyor. Fakat Elder Yan’ın etkisi hâlâ kritik seviyede.

Gece çökerken savaşın uğultusu yavaşladı. Yaratıkların bir kısmı geri çekilmiş, bir kısmı da halkın elleriyle toprağa gömülmüştü. Meydan kan, ter ve gözyaşıyla kaplanmıştı ama dimdik ayakta kalanlar vardı.

Shu Nox Lumin’in gözleri bir kez daha ışıldadı. Sessizce mırıldandı:

- Artık benim mucizem değil… sizin gücünüz mucize olacak.

Elder Yan, gölgesine çekildi. Yüzünde karmaşık bir ifade vardı: yarı gurur, yarı hüzün, yarı karanlık. Ve fısıldadı:

-Zamanla göreceğiz… ışık mı ağır basacak, yoksa gölge mi?

Böylece Shu halkı, ilk defa kendi kanıyla yazdığı bir zafer kazandı. Ama bu zaferin ardında gölgeler hâlâ pusuda bekliyordu.

Zaferin ardından meydan, çığlıkların ve savaşın uğultusunun yerini kahkahalara ve sevinç gözyaşlarına bırakmıştı. Yaralar sarılıyor, ölenler için dualar okunuyordu. Ama en önemlisi, halk kendi gücüne inanmıştı.

O gece ateşler yakıldı. Çocuklar, yaşadıkları korkuları unutmaya çalışarak alevlerin etrafında oynadı. Kadınlar şarkılar söyledi, savaşçılar birbirlerine gururla sarıldı. Halk, yeni gelen kabiledekileri de ateşin yanına çağırdı. Başlarda tereddüt eden göçmenler, sonunda ellerindeki kuru ekmekleri paylaşarak bu zafer sofrasına oturdu.

-Artık siz de Shu’nun halkısınız.

Bu sözler, bir duvarı yıktı. Yabancılar artık yabancı değildi. O gece, gökyüzündeki yıldızların altında yeni bir birlik doğdu.

Onlar birlikte savaşmış kardeşlerdi. Sırt sırta birlikte durmuşlar aynı zaman diliminde kanlarını akıtmışlardı.

Günler geçti. Toprak yaralarını sarmaya başladı. Çocuklar yeniden koştu, yaşlılar dua etti, gençler yeni teknikler öğrenmek için birbirlerine meydan okudu.

Fakat zamanın akışı kimseyi beklemezdi. Gökyüzü yavaşça grileşti, rüzgârlar sertleşti. Dereler buz tutmaya başladı. İlk kar taneleri ağır ağır toprağa düştü.

Kış gelmişti.

Kar, bütün yaraları saklayan beyaz bir örtü gibi düştü Shu topraklarına. Çatılar buzla kaplandı, ormanlar sessizleşti. Meydan, artık ateşlerin ve kar tanelerinin parıltısıyla aydınlanıyordu.

Shu halkı, zaferin gururunu kışın zorluğuna karşı dayanışmaya dönüştürdü. Evler paylaşıldı, yiyecekler bölüştürüldü. Yeni gelen kabileler, minnetle eski Shu halkının sofralarına oturdu.

Yavaş yavaş onlar için de evler inşa ediliyordu.

Ama soğuk rüzgârlar sadece mevsimi getirmiyordu. Ufukta başka fırtınaların da habercisiydi.

Taş gözler, karın beyazlığına bakarken sessizce düşündü Shu Nox Lumin:

-Işık, gölge… zafer ve yenilgi… Hepsi geçicidir. Ama bu kış, herkesin kalbini ortaya çıkaracak.

❄️ Kışın İlk Ayları – Halkın Sınavı

Kış, Shu topraklarını ağır ağır teslim alırken, ilk ayda kar hâlâ umut verici bir sessizlik taşırdı. Çocuklar beyaz örtünün üzerinde oynuyor, kadınlar buz tutmuş nehirden kırdıkları parçaları su niyetine kaynatıyorlardı.

İlk ay hiçbir sorun olmadan geçti.

Ama ikinci ay geldiğinde işler değişti.

Yiyecekler tükenmeye başladı. Sonuçta Shu klanı kendilerine yetecek kadar yiyecek hazırlamışlardı. Fakat bu sefer ki kış için daha fazla boğaz vardı.

Hayvanlar göç etti, orman sessizleşti.

Her evde açlığın gölgesi dolaşmaya başladı. Fakat bu çok belirgin değildi. Halk hala dayanabilirdi.

Yeni gelen kabile ile Shu halkı arasında ufak çatışmalar da yavaşça ortaya çıkıyordu.

- Bizim payımız daha az, onların fazlası var!

-Hayır! Onlar olmasa yaratıklara karşı ayakta kalamazdık!

Elder Yan, gölgelerden bu tartışmaları izliyordu. Gözlerinde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Çünkü sınavın yalnızca kılıçla değil, ekmekle de verildiğini biliyordu.

Açlık ve kıtlık da bir savaş ve büyük bir sınavdı herkes için!

Taş gözler, karın altında halkı seyrederken derin bir sessizlik içindeydi. Bir Tanrı olarak onun yiyeceğe ihtiyacı yoktu. Hiç yemek yemese bile çok uzun yıllar var olmaya devam edecekti.

Gölgeler ona fısıldıyordu...

-Bırak zayıflar düşsün, güçlüler yaşasın. Düzen böyledir.

Işık ise mırıldanıyordu:

-Her hayat değerlidir. Güç, paylaştıkça büyür.

Shu Nox Lumin’in içinde bu iki ses çarpışıyordu. O, artık mucizelerle yol göstermiyordu.

Ama kalbinde ki derinlerde bir boşluk vardı: Eğer halk sadece kendi gücüyle ayakta kalamazsa, benim varlığımın anlamı ne olacak?

Hermes ise yükseklerden gözlem yapıyordu. Raporlarında şu satır dikkat çekiyordu:

-Shu halkı açlığın gölgesinde direniyor. Yeni kabileyle birlik sürüyor ama çatlaklar oluşuyor. Tanrı sessiz. Bu sessizlik ya ışığın sabrı, ya gölgenin ihaneti olacak.

❄️ Kışın 3. Ayı – Fısıltıların Başlangıcı

Üçüncü ayın ilk haftasında, rüzgâr daha farklı esmeye başladı. Kar, sadece soğuk değildi; içinde bir fısıltı taşıyordu. Gece kulübelerinde anneler çocuklarını uyuturken pencere aralıklarından bir ses süzülüyordu:

-Sıcaklık yalandır… sevgi aldatır… buz asla ihanet etmez…

İlk başta kimse inanmadı. Ama kısa süre sonra bazı insanların gözlerinde garip bir donukluk belirdi.

Çocuklarını kucaklamayan anneler…

Kardeşini açlıktan korumayan gençler…

Ateş başında birbirine şarkı söylemeyen yaşlılar…

Ve halk fısıldamaya başladı:

-Bu, eski bir lanetin dönüşü…

-Efsanelerdeki Kar Cadısı uyandı…

Shu Nox Lumin taş bedeninde bir titreme hissetti. Gölgeler ona fısıldadı:

-Tanrı olamayan… yarım kalmış… senin gibi…

Ve işte o anda, beyaz bir siluet dağların tepesinde göründü. İnce, uzun, karla örtülü elbisesi rüzgârda dalgalanıyordu. Gözleri buz kristali gibi parlıyordu.

Kar Cadısı Aelira, kışın tam kalbine geri dönmüştü.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu