Önceki bölüm

Bu tartışmalar büyüdükçe Lumin’in omuzlarına binen yük daha da ağırlaştı. Onun yüzünden arkadaşlarının kendi içinde bölünmesini istemiyordu. Kendisini çok suçlu hissetti.
.
.
.
.
.
.
.

Gölgenin Çağrısı

O gece, rüyasında kendi gölgesiyle karşılaştı. Karşısında tıpatıp kendisine benzeyen ama gözleri kömür karası, kanatları daha keskin bir varlık duruyordu.

— Benden korkuyorsun.

dedi gölge derin bir ses tonuyla.  Sonra devam etti.

— Çünkü sana gerçeği hatırlatıyorum. Sen sadece ışık değilsin. Sen savaşın da, yok etmenin de Tanrı’sısın. Halkını korumak için beni serbest bırakman gerek.

Lumin’in içi ürperdi.

— Ama seni serbest bırakırsam… ben kim olurum?

Gölge gülümsedi, tıpkı bir dost gibi.

— O zaman gerçek Shu Nox Lumin olursun.

Bir çığlıkla uyandı. Ter içinde kalmıştı.

Bunca zaman tek bir rüya bile görmemişti. Şimdi neden rüya görmüştü?

Rüya görmeyi geçelim o bir kez bile uyumamıştı. Çünkü buna hiç ihtiyacı olmamıştı.

Ne zaman uyuduğunu hatıramıyordu.

Bu gerçekten de kafa karıştırıcıydı.

Hocaların Toplantısı

Aynı gece, akademinin yüksek kulesinde hocalar toplandı. Yaşlı bir hoca söz aldı:

— Çocuk daha fazla sıradan öğrenci olarak kalamaz. Gücü iki kaynağa da bağlı. Eğer onu yönlendiremezsek…

Ritüel hocası ekledi:

— Onu sınamamız gerekiyor. Henüz seçim yapabilecek olgunluğa gelmedi. Ama gücü büyüyor. Eğer kontrolü kaybederse sadece akademi değil, bütün diyarlara zarar verebilir.

O sırada gölgelerin arasından Hermes belirdi. Yüce Tanrı Konseyi’nin habercisi olarak toplantıya katılmıştı.

— Konsey zaten ondan haberdar. Onlar da izliyor. Shu Nox Lumin’in kaderi sadece bu akademiye ait değil artık.

Bu sözlerden sonra odada sessizlik çöktü. Herkes farkındaydı: Artık geri dönüş yoktu.

Shu Nox Lumin'in güçleri ve varlığı hiçbir yenidoğan'a uymuyordu.

Yeni Günün Şafağı

Sabah olduğunda akademi bahçesinde büyük bir sınav ilan edildi. Hocalar, öğrencilerin gücünü ölçmek için ikili düellolar düzenleyeceklerini açıkladı. Bahçe kısa sürede kalabalıklaştı. Herkesin gözü yine Lumin’deydi.

Kura çekildiğinde ilk eşleşme duyuldu:

— Shu Nox Lumin ve Callista!

Kalabalık bir uğultuyla karıştı. Olimpos’un neşeli ama keskin sezgili kızı Callista ile hem ışığı hem gölgeyi aynı anda taşıyan Lumin… Bu, sıradan bir düello olmayacaktı.

Ama kura burada bitmedi. Çünkü diğer eşleşmeler de dikkat çekiciydi:

— Kaya ve Hiroshi,

— Halvard ve Seraphius,

— Aranya ve Ixchel.

— Longwei ve Mirosgi

Hocalar özellikle güçlü çocukları birbirleriyle eşleştirmişti. Bu sadece bir sınav değil, aynı zamanda geleceğin Tanrılarını tartan bir ölçüydü.

Bu düelloyu izleyen iki yüksek savaş Tanrısı vardı. Birisi Japon Tanrısı Sarutahiko ve diğeri de Roma savaş Tanrısı Mars idi.

Bahçeye sessizlik çökerken, Lumin ile Callista göz göze geldi. İkisinin de kalbinde aynı his yankılanıyordu:

"Bu düello, sadece güç değil, kaderimizi de gösterecek."

Büyük Düello Başlıyor

Akademi bahçesi, eski çağların taşlarıyla çevrilmiş geniş bir arenaya dönüştürülmüştü. Seyirciler arasında yüzlerce tanrı çocuğu, Yarı-Tanrılar ve az sayıda da Yenidoğan vardı.

kimisi heyecanla tezahürat yapıyor, kimisi ise sessizlik içinde rakiplerini süzüyordu. Hocalar kenarda oturmuş dikkatlice izliyorlardı.

Sarutahiko gür bir sesle bağırdı:

— Bugün sınavınız, sadece gücünüz değil, yüreğinizle de ölçülecek. Her düello kaderinizin bir parçası olacak. Başlayın!

İlk Kura: Shu Nox Lumin vs Callista

Bahçenin ortasına adım adım iki figür çıktı.

Callista, Olimpos’un çocuğu, güneş gibi parlayan altın zırh benzeri enerjilerle çevriliydi. Elini kaldırdığında etrafına şen kahkahalar yayılıyor, rüzgârla birlikte küçük ışık parçacıkları dans ediyordu. Ama gözleri keskin, ciddiydi.

Küçük bir farkla Aydınlık sınıfı yerine Nötr sınıfına düşmüştü.

Lumin ise daha sessizdi. Kanatlarını açmadı ama gözlerinde hem huzur hem de gölge kıvılcımları yanıyordu. Herkes fark etti: Etrafındaki aura yine karışıyordu, bir yanıyla aydınlık, bir yanıyla ürkütücüydü.

Callista gülümsedi:

— Senin içindeki güç bana hem umut veriyor hem de korkutuyor, Lumin. Bakalım hangi tarafını bize göstereceksin?

Lumin derin bir nefes aldı:

— Ben de bilmiyorum. Ama dengeyi bulmam gerek değil mi? İki taraftan birisinin kazanmasına izin veremem.

Düello Başladı.

Callista ellerini göğe kaldırdı. Olimpos’un enerjisiyle gök gürledi, şimşekler ışık huzmeleriyle birleşti. Ardından parlak zincirler halinde ışık bağları Lumin’e doğru fırladı.

Lumin karşılık verdi. Elleri açıldığında hem altın ışık hem de siyah gölge aynı anda yayıldı. Zincirler ona dokunduğunda ışığın yarısını içine çekti, gölgelerle kararttı, sonra spiral halinde geri savurdu.

Kalabalık şaşkınlıkla ayağa kalktı.

— Hem aldı hem de çevirdi!

diye bağırdı Halvard.

— Bu tehlikeli… çok tehlikeli…

dedi Seraphius, gözlerini kısmış halde.

Callista hız kesmedi. Ayaklarını yere vurdu, Olimpos’un dans ritmiyle bedenini çevirdi. Arkasından yükselen figürler—sanki mitolojik periler—bir koro halinde şarkı söylemeye başladı. Bu ses Lumin’in zihnini sarsıyordu.

Lumin başını eğdi. İçindeki iki ses yeniden çekişmeye başladı.

Işık: “Onunla uyum sağla, savaşma. Bu güç birliği olabilir.”

Gölge: “Onu kır, ışığını yok et! Sadece senin ışığın kalsın!”

Bir an için Lumin tereddüt etti. Ama sonra kanatları aniden açıldı. Biri saf beyaz, diğeri siyaha çalan griydi.

Arenanın üzerinde dev bir gölge–ışık girdabı oluştu.

Callista gözlerini kısarak bağırdı:

— Beni kolayca bastıramazsın!

Ve bütün gücüyle ışık seli akıttı.

O anda Lumin’in spiral enerjisi ile Callista’nın saf ışığı çarpıştı. Arenanın ortasında dev bir patlama oldu. Taşlar yerinden oynadı, öğrenciler kendilerini korumak için büyü kalkanları açmak zorunda kaldı.

Toz bulutu dağıldığında herkes nefesini tuttu.

Lumin ve Callista hâlâ ayaktaydı. İkisinin de nefesi kesilmişti ama gözlerinde bir saygı parlıyordu.

Callista gülümseyerek başını salladı:

— Demek sen… gerçekten ikisini de taşıyabiliyorsun. Umarım bir gün kendini de yakmazsın, Lumin.

Lumin hafifçe başını eğdi:

— Ben de senin gücüne hayran kaldım. Olimpos’un sesi… ruhuma işledi.

Mars, altın ve zümrütlerle süslü silahını yere vurdu:

— Yeter! Bu düello tamamdır. İkiniz de denge ve azminizi kanıtladınız.

Kalabalık alkışlarla doldu.

---

Diğer Düellolar

Aynı anda farklı alanlarda diğer kuralar da başlamıştı.

Kaya vs Hiroshi

Kaya, Türk Tanrısının çocuğu olarak bozkırın rüzgârını çağırıyor, kas gücüyle yeri titretiyordu. Hiroshi ise katanasıyla gölgeler arasında kayboluyor, samuray disiplininin soğukkanlılığını taşıyordu. Çarpışmaları kıvılcımlar saçtı; biri güç, diğeri hız.

Halvard vs Seraphius

İskandinav buzuyla Mısır’ın sıcak rüzgârı karşı karşıya geldi. Buz parçaları fırtınaya çarpıyor, arenada anlık sisler oluşturuyordu. İki element birbirine karışınca gökyüzü griye büründü.

Aranya vs Ixchel

Aranya’nın mantraları havayı titretiyor, Ixchel’in ay enerjisiyle birleşip ışıklı semboller oluşturuyordu. Savaşları neredeyse bir ritüel dansı gibiydi, büyüyle sanat arasındaki ince çizgide yürüdüler.

Longwei vs Mirosgi

Ve en çok merak edilen düellolardan biri buydu.

Longwei, ejder soyunun gücünü taşıyan Çinli tanrı çocuğuydu; nefesiyle ateş ve gök gürültüsü bir araya geliyordu.

Mirosgi ise Slav kökenliydi; toprak ve kurt ruhuyla birleşmiş, savaş alanını pençeleriyle yırtıyordu.

Çarpıştıklarında arenanın zemini çatladı. Longwei’nin ejderha kükremesi göğe yükseldi, Mirosgi’nin kurt uluması buna karşılık verdi. Seyirciler büyülenmiş halde izliyordu.

Daha bir çok Tanrı çocuğu, Yarı-Tanrılar ve Yenidoğanlar birbirleriyle savaştılar. Kimileri kazandı kimileri kaybetti. Bazen ise beraberlik oldu.
---

Geriye Kalan

Lumin, kendi düellosundan sonra kenara çekildi. Ama gözleri sürekli Longwei ve Mirosgi’ye kayıyordu. İçinde bir his vardı:

-Onların savaşı benim vizyonlarımı tetikleyecek. Çünkü bu, sadece bir sınav değil… yaklaşan büyük çatışmanın küçük bir provası.

Ve içinden geçti:

— “Dengeyi kurmak zorundayım. Yoksa bu arenada dövüşen herkes… benim seçimlerim yüzünden bir gün ya yaşayacak ya da yok olacak.”

---

Çatışmanın Yankıları

Düelloların Zirvesi

Bahçeyi çevreleyen taş sütunların arasındaki hava gerilmişti. Seyircilerin nefesleri bile tutulmuş, hocaların bakışları ince birer kılıç gibi arenanın üzerine inmişti.

Lumin ve Callista’nın düellosu bitmişti ama onun yankısı hâlâ hissediliyordu. Öğrenciler, iki zıt gücün patlamasından doğan titreşimin kemiklerine kadar işlediğini söylüyordu.

Şimdi diğer düelloların son anları yaşanıyordu.

---

Kaya vs Hiroshi

Kaya’nın yumruğu yere indiğinde yer sarsıldı, taş bloklar havaya fırladı. Fakat Hiroshi gölge gibi kayıp, katanasını Kaya’nın arkasına doğru indirdi.

Kaya ani bir dönüşle elini göğe kaldırdı:

— “Bozkırın gök gürültüsü!”

Birden bulutlardan yıldırım indi. Hiroshi geri çekilmek zorunda kaldı ama yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

Son hamlede Hiroshi katanasını kınına koydu, göz açıp kapayıncaya kadar Kaya’nın omzuna küçük bir kesik açtı. Ama Kaya pes etmedi, Hiroshi’nin gölgesini yakalayıp yere bastırdı.

Mars, sert bir sesle konuştu.

— “Berabere!”

İkisi de birbirine bakıp gülümsedi. Aralarındaki rekabet saygıya dönüşmüştü.

---

Halvard vs Seraphius

Arenanın bir köşesi buzlarla kaplanırken diğer köşesi kavurucu rüzgârlarla titretiyordu. Halvard, balta gibi buz parçaları savuruyordu; Seraphius ise Nil’in rüzgârını çağırıp onları kum fırtınasına gömüyordu.

Bir noktada arenanın ortasında buzdan bir sütun yükseldi, hemen ardından Seraphius’un rüzgârı onu paramparça etti. Kalabalık alkışlarla ayağa fırladı.

Ama son darbeyi atan Halvard oldu; buz zincirleriyle Seraphius’un ayaklarını yere bağladı. Seraphius gülümsedi, pes ettiğini gösterdi.

— “Kazanan: Halvard!”

---

Aranya vs Ixchel

Bu düello, diğerlerinden farklıydı. Aranya’nın mantraları titreşim yayıyor, Ixchel’in ay ışığıyla birleşip gökyüzünde geometrik semboller oluşturuyordu.

Bir noktada herkes büyülenmiş gibi sustu. Çünkü onların mücadelesi bir kavgadan çok, kozmik bir dans gibiydi.

Sonunda Ixchel ay ışığından bir çember oluşturdu, Aranya’yı içine hapsetti. Aranya mantrasını tamamlamadan teslim oldu.

— “Kazanan: Ixchel!”

---

Longwei vs Mirosgi

Arenanın en çetin mücadelesi buydu. Longwei’nin gözlerinde ejderha ateşi yanıyordu. Avuçlarını açtığında gökten kırmızı alevler yağdı. Mirosgi ise uluyarak kurt ruhunu çağırdı; bedeni yarı insana yarı kurda dönüştü.

İlk çarpışmada Longwei’nin ejderha nefesi arenayı yakarken, Mirosgi toprağı pençeleriyle yırtıp bir kalkan gibi yükseltti. Çarpışma gök gürültüsü gibi yankılandı.

Kalabalık büyülenmişti.

— Bu savaş… bir efsane gibi!

diye fısıldadı Callista.

Sonunda Longwei göğe yükseldi, kollarında ejderha silueti belirdi. Mirosgi ise devasa bir kurt gölgesine büründü. Ejder ve kurt, arenanın ortasında çarpıştı.

Ateş ve pençe birbirine geçtiğinde yer çatladı. Toz bulutu dağıldığında ikisi de yerde diz çökmüş, kanlar içinde ama gülümseyerek birbirine bakıyordu.

— “Berabere!”

Kalabalık ayağa kalktı, alkış ve tezahürat koptu.

---




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu